Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 4/13/2023
Okunma Sayısı : 373
Yorum Sayısı : 0

            

                                                                                   M. NİHAT MALKOÇ

 

                Yavuz Sultan Selim, Osmanlı'nın en görkemli dönemlerine şahit olmuştur.


            Kayı boyundan bir cihan devleti çıkaran Osman Gazi'den, son padişah Vahdettin'e kadar altı asırlık Osmanlı saltanatı içinde 36 padişah saltanat koltuğuna oturmuş, tabir caizse o ateşten gömleği üzerlerine giymiştir. Bu padişahlardan biri de sekiz yıl boyunca bu ehemmiyetli vazifeyi başarıyla yürüten, "I. Selim" olarak da bilinen Yavuz Sultan Selim'dir.  I. Selim, 10 Ekim 1470’te Amasya’da dünyaya gelmiştir. Babası Sultan İkinci Bayezid, annesi Dulkadiroğulları Beyliği hükümdarı Sultan Alaüddevle Bozkurt Bey'in kızı Gülbahar Hatun'dur.  Yavuz Sultan Selim, uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kemikli, omuzlarının arası geniş, yuvarlak başlı, kırmızı yüzlü, uzun bıyıklı ve yiğit bir padişahtı. Ata binmede, kılıç kuşanmada, ok atmada ve savaşçılıkta emsalsiz yeteneklere sahipti.

            Yavuz Sultan Selim deyip de geçmemek lâzım. O, Osmanlı'nın en büyük padişahları arasında en önde gelenlerdendir. Osmanlı devletinin en görkemli dönemlerine şahit olan Yavuz Sultan Selim,  aynı zamanda Osmanlı'nın ilk halifesi olarak da tarihteki eşsiz yerini almıştır. Bu şerefli unvan, onun büyüklüğüne büyüklük katmıştır. O, Bizans(Doğu Roma) saltanatına son vererek çağ açıp çağ kapayan Fatih Sultan Mehmet’in torunudur. Yavuz Sultan Selim dokuzuncu Osmanlı padişahı, aynı zamanda ilk Türk İslâm halifesidir.

            Trabzon'da Şehzade Abdullah'tan sonra, Sancakbeyi olan ikinci ve son şehzade Yavuz Sultan Selim olmuştur. Fatih Sultan Mehmed’in vefatı ile II. Bâyezid Han (1481-1512), Osmanlı Devleti tahtına padişah olarak cülûs ettiği zaman, oğlu Şehzade Selim’i 886/1481 yılında Trabzon Sancakbeyi olarak tayin etmişti. Şehzadelik döneminde uzun yıllar Trabzon Valiliği yapan Yavuz, Trabzon Valiliği sırasında Trabzon halkını rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yapmıştır. Bu seferlerin en önemlisi olan  Kutayis seferinde(1508) Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına katmıştır.

 

            Yavuz Sultan Selim, halifeliği Osmanlıya getiren padişahtır.

 

            Sert mizacının yanında mütevazı bir kişiliğe sahip olan Yavuz Sultan Selim, halifeliği Osmanlıya getiren padişahtır. 29 Ağustos 1516'da hilafet makamı, onun sayesinde Abbasilerden Osmanlı’ya geçmiştir. Yavuz Sultan Selim, Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle, son Abbasi halifesinden “Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn” ( Mekke ve Medine'nin hizmetkârı) unvanını devralmıştır. O, İslâm ümmetinin 88. halifesi olarak kayıtlara geçmiştir.

            I.  Selim, gözünü budaktan sakınmayan yiğit bir padişahtı. Yavuz Sultan Selim tahtta kaldığı sekiz yıllık kısa zaman içerinde Osmanlı'nın 2.375.000 kilometre kare olan toprağını 6.557.000 kilometre kareye yükseltmiştir. Meşhur şeyhülislâm ve tarihçi Kemâlpaşazâde (1468-1534) Yavuz Sultan Selim’i şöyle anlatır mısralarında: “Az zaman içre çok iş etmiş idi, sayesi olmuş idi âlem-gîr,/Şems-i asr idi, asırda şemsin, zılli memdûd olur zamanı kasır;/ Tâc ü tahtıyla fahr eder beyler, fahr ederdi anınla tâc ü serîr.” Bu ifadeleri günümüz Türkçesine çevirdiğimizde şu mânâ çıkıyor ortaya: (Az zamanda çok işler başarmıştı, gölgesi bütün ci­hanı tutmuştu. 0 padişah ikindi güneşi gibi idi, bu va­kitte güneşin gölgesi uzun, ömrü kısa olur. Beyler, taç ve tahtlarıyla övünürken, taç ile taht bizzat onunla övünürdü).

            Yavuz Sultan Selim mala mülke ve makama değer vermeyen iyi bir Müslüman'dı.   Sultan Selim'in gayesi, Müslümanları ve İslâm devletlerini bir bayrak altında toplamaktı. Aşağıdaki mısraları bu ulvî gayesini ortaya koymaktadır: "Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi,/Kuşe-i kabrimde dahi bi-karar eyler beni/Müttehidken savlet-i a'dayı def'a çaremiz,/İttihad etmezse millet da'dar eyler beni." Günümüz Türkçesi şöyledir: "Milletimin ayrılma bölünme endişesi,/Mezarımda dahi rahatsız eder beni/Saldırgan düşmanlara karşı birleşmek iken çaremiz,/Birlik olmazsa, kızgın demirle dağlanmış gibi yanarım."

            Hakikat odur ki I. Selim padişahlığı süresince gecesini gündüzüne katarak çalışmış, Osmanlı'nın idaresinde çıtayı yükseltmiştir. Anadolu'da birliği sağlayan Yavuz, İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçirerek ticarette etkin bir konuma gelmiştir. Bu da huzuru ve refahı beraberinde getirmiştir. O, sekiz yılda seksen yıllık iş yapmıştır. Zaman onun devrinde adeta genişlemiştir. Seferden sefere, zaferden zafere koşmuştur. Bu mühim seferler ve zaferler arasında şunları sayabiliriz: "Çaldıran Zaferi, Doğu ve güney sınırlarındaki önemli kale ve şehirlerin fethi, Mısır Seferi, Mercidabık Zaferi, Ridaniye Zaferi, Hilâfetin Osmanlıya getirilmesi, İdarî düzenlemeler ve ıslahat çalışmaları; Askerî alanda modernleştirme çalışmaları, Donanmayı güçlendirme, İmar ve iskân faaliyetleri, İlmî-edebî çalışmalar..."

 

            Yavuz Sultan Selim'in edebî kişiliği


            Osmanlı padişahları çok yönlü insanlardı. İyi birer devlet adamı oldukları gibi, iyi de sanatkârdılar. Birçok Osmanlı padişahı şiire ve edebiyata gönül vermiştir. Bunlar arasında II. Murad "Muradî", Fatih Sultan Mehmet "Avnî", II. Bayezid "Adlî", III. Selim "İlhamî", I. Ahmed "Bahtî", Kanunî Sultan Süleyman ise "Muhibbî" mahlasıyla usta işi şiirler yazmıştır.

            Şiire ve edebiyata gönül veren Osmanlı padişahlarından biri de Yavuz Sultan Selim'dir. O şiirlerinde "Selimî" mahlasını kullanmıştır. Osmanlı padişahları arasında sert bir mizaca sahip olan Yavuz, aslında naif bir gönül adamıydı. Güçlü bir siyasî iktidarı elinde tutmasının yanında, edebî iktidarı da tescil edilmişti. O, sadece Osmanlı cihan devletinin değil, aynı zamanda kelimelerin de sultanıydı. Gönül sultanlığını tahtlardan ve taçlardan daha üstün tutardı. "Resimli Türk Edebiyatı Tarihi" adıyla kıymetli bir eser kaleme alan edebiyat tarihçimiz Nihat Sami Banarlı onu şöyle anlatır: “Yavuz’un şiir sanatına vukufu ve o çağlarda şiir söylemeyi mümkün kılan umumî bilgisi ve edebî kültürü hakkında, onun Farsça Divanı bize kâfi bir fikir verebilecek mahiyettedir. Bu küçük divanı dolduran ince, hisli şiirlerde duygu unsuru derecesinde bilgi, görgü ve tefekkür unsurunun da kuvvetli bir hissesi vardır.”

            Osmanlı padişahlarının birçoğu gibi Yavuz Sultan Selim de ilme ve âlime çok değer vermiştir. Onları el üstünde tutmuştur. Kendisi Arapça ve Farsçayı iyi derecede bilen bir padişahtı. Öte yandan Yavuz, Osmanlı sultanları arasında Farsça divanı olan tek padişahtır. Küçük yaşlarda Kuran-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrenmiştir. Hafızası çok güçlü olan Yavuz Sultan Selim, aynı zamanda bir satranç ustasıdır.

            Yavuz Sultan Selim'in Türkçe şiirleri Farsça şiirlerine nazaran daha azdır. Onun aksine, şiirdeki rakiplerinden Şah İsmail, Anadolu halkını etkileyebilmek için "Hatai" mahlasıyla Türkçe şiirler yazmıştır. Bazı rivayetlere göre Yavuz da İran halkını etkilemek için şiirde Farsçaya ağırlık vermiştir. Sehi Çelebi, Selim Han’ın şairlik yönünü anlatırken: “Şiirleri âşıkane ve merdanedir. Şayet padişahlık etmeyip halkın, ileri gelenlerin ve memleketin işleri ile uğraşmak yerine gönül rahatlığıyla tamamen şiire yönelseydi, her tarafta meşhur olan Hüsrev-i Dehlevi’nin şiirleri onunkiler yanında, okunma hakkına sahip olacak kabiliyette olmazdı” demiştir. Tanzimat edebiyatının hürriyet şairi Namık Kemal, Yavuz Sultan Selim'in şairliği için “Sultan Selim, benim zannımca asrının en büyük şairidir” ifadesini kullanmıştır. Yavuz'un; yana da, aşağıya da aynı okunabilen şu dörtlüğü şiirdeki ustalığına işarettir:

           “Sanma şâhım/ herkesi sen/ sâdıkâne/ yâr olur
            Herkesi sen/ dost mu sandın/ belki ol/ ağyâr olur
            Sâdıkane/ belki ol/ âlemde bir/ dildâr olur
            Yâr olur/ ağyâr olur/ dildâr olur/ serdâr olur.”

 

            Yavuz Sultan Selim Camii ve Külliyesi


           İstanbul'un yedi tepesinden beşincisinin üzerine kondurulmuş bir abide olan Yavuz Sultan Selim Camii, Yavuz Sultan Selim Külliyesi içerisinde bulunan bir şaheserdir. İstanbul’da XVI. yüzyılda Kanûnî Sultan Süleyman tarafından babası Yavuz Sultan Selim adına yaptırılan söz konusu külliyenin içinde Sultan Selim'e, Hafsa Sultan'a ve şehzadelere ait türbeler, mektep, tabhane(matbaa), imaret ve hamam bulunmaktadır. Külliyenin imaret ve hamamı ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Külliyenin cami, tabhâne, türbe, mektep ve imaretinin, o sıralarda mimarbaşı olan Acem Ali tarafından, hamam ve kervansarayın da Mimar Sinan tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir. Cami ve külliye Fatih ilçesinin Yavuzselim semtindeki Çukurbostan denilen Bizans açık su haznesi yanında, Haliç’in dik yamaçları üzerindedir. Caminin, cümle kapısındaki Arapça kitabeye göre, 929 Muharrem'inde (Aralık 1522'de) Yavuz Sultan Selim’in emriyle yapılmış olduğu yazılıdır. 

            İstanbul'un en güzel camilerinden biri olan Yavuz Sultan Selim Camii, ihtişamlı görünüşüyle İstanbul'un yedi selâtin camisinden biridir. Bu hâliyle gözlere ve gönüllere huzur katmaktadır. "Vakfiyesinde minber, mihrap, minare ve şadırvanlı olarak belirtilen Yavuz Sultan Selim Camii,  büyük kubbesi ve birer şerefeli iki minaresiyle tabhâneli camilerin son örneğidir. Kesme küfeki taşından inşa edilen yapıda yer yer bazı kemerler ve bazı kısımlarda kırmızı taş kullanılmıştır. Klasik üslûptaki iç avlu üç kapılıdır ve kubbeli bir revakla çevrilidir. Mermer döşeli avlunun ortasında bir şadırvan bulunur. Cami plan olarak daha çok Edirne Beyazıt Camii’ne benzemektedir. İki tarafında dörder odalı tabhâneleri vardır. Tek kubbesi duvar içine gizlenmiş dört büyük kemer üzerine oturur. Minareler avlu yan duvarları ile tabhânelerin birleştiği köşelerdedir." (İslâm Ansiklopedisi c. 37,  s. 514)

            Caminin kuzey ve doğusundaki dış avlusu muhteşem bir Haliç manzarasını temaşa et(tir)mektedir. Caminin iç avlusuna üç kapıdan da girilebilmektedir. İç avludaki kubbeli ve sekiz mermer sütunlu şadırvan klasik Osmanlı mimarisinin görülmeye değer bir örneğidir. Öte yandan caminin son cemaat mahallinin pencerelerinin üzerinde bulunan çini panolar muhteşemdir. Son cemaat yeriyle birlikte avluyu 18 sütun ve 22 kubbe çevirmektedir.

 

            Yavuz Sultan Selim Köprüsü bir vefa nişanesidir.


            Çok kısa bir zaman içerisinde Osmanlı'nın kaderini değiştiren büyük padişah Yavuz Sultan Selim'in adını yaşatmak boynumuzun borcudur. Onu gelecek nesillere hakkıyla ve lâyıkıyla tanıtmalıyız. Zira bize vefa yakışır. Bu vesileyle geçtiğimiz aylarda İstanbul'un iki yakasını üçüncü kez birleştiren devasa köprüye "Yavuz Sultan Selim Köprüsü" adı verilmişti. Söz konusu köprü, dünya liderlerinin de katıldığı görkemli bir törenle 26 Ağustos 2016 tarihinde  açılmıştı. Kuzey Marmara Otoyolu Projesi kapsamında İstanbul Boğazı'na inşa edilen köprü, dünyanın en geniş köprüsü olarak kayıtlara geçmişti. Yatırım maliyeti üç milyar dolar olan bu göz kamaştırıcı köprü, üzerinde raylı sistem bulunan dünyanın en uzun asma köprüsü olma özelliğini de taşıyor. Durum bu iken bazı kesimler böyle gurur verici bir eseri bile, sırf adından dolayı tartışmaya açmış, milletimize bu sevinci yaşamayı çok görmüştür.

             Boğaziçi'nin üçüncü gerdanlığına "Yavuz Sultan Selim" adının konulması bazı kesimler tarafından tartışma konusu yapılmıştı. Onların sözde gerekçesi Yavuz'un  kırk bin Alevi'yi öldürdüğü yalanıydı. Oysa Yavuz Sultan Selim 1514 İran Seferinde böyle büyük bir katliam yapmamış, olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atarak ve bilinen elebaşıları, Safevî propagandacıları ve ajanları ortadan kaldırarak sükuneti sağlamıştır.  Gerçekleri saptırarak zihinleri bulandırmaya gerek yoktur. Hakikat bundan ibarettir.

 

            İkindi gölgesinin güneşe galebe çalması yahut emre uyup yola revan olmak


            "Yavuz" namıyla ünü dünyaya yayılan  I. Selim'in ümmet-i İslâm ve Osmanlı için büyük idealleri vardı. O, İslâm birliğini gerçekleştirmeye kararlıydı. Gençti, güçlüydü, kendinden emindi. Seferden sefere ve fetihten fetihe koşuyordu. Düşmanların yüreğine korku salmıştı. Fakat Rabbimizin "Her nefis ölümü tadacaktır"(Ankebut 57) buyruğu uyarınca o da her can gibi, ölümü genç denebilecek bir yaşta tattı. Yüreklere kor ateşler düşürdü.

            Osmanlı'nın ilk halifesi Yavuz Sultan Selim, son olarak Ordu-yu Hümayun'la Edirne seferine çıktı. Fakat 22 Eylül 1520'de Tekirdağ ilinin Muratlı ilçesine bağlı Sırt köyünde “şirpençe(aslan pençesi)” denilen bir çıban yüzünden henüz 50 yaşındayken vefat etti. Daha sonra cenazesi İstanbul’a getirildi ve Fatih Camii’nde Zenbilli Ali Efendi tarafından namazı kılınarak Çukurbostan yanındaki bu mevkide defnedildi. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.

            Son söz Yahya Kemal'in Yavuz Sultan Selim için yazdığı "Rıhlet" adlı şiirinden aldığımız şu mısralar olsun: "Bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete/Ukbâda yol göründü Huda'dan bu davete/Doldukça doldu gözleri eşk-î firak ile/Kudretlü pâdişâh veda etti millete"

( Osmanlı'nın İlk Halifesi : Yavuz Sultan Selim Han başlıklı yazı M.Nihat Malkoç tarafından 4/13/2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.