Yorgun düşler yorgun iklimler yorgun
gülüşler…
Beşik kertmesi adeta sözcükler yalın
ayak bazen isyankâr bazen suskun ve donuk ve sitemkâr…
Anlatmaktan yorgun düşmüşlüğün
cemalinde saklı hüzün ve göğe teğet geçen ölüm gibi sırasını savacaksa eğer ki
insan…
Gönül muhabbet ister ve dağınık
ruhunu toplamak hayata bertaraf yaşamak ister huzura dönük yüzünde güleç
güneşin bazen şakayıklar açar bazen kapılar kapanır ve rehavetin doruğunda
kundaklanır duygular…
Bir renk cümbüşü ya da varsayım.
Karanlığın kilit noktası özünde saklı
yalnızlığın ve hicretin doğuşu bazense patavatsız bir ruhun dokunuşu aşkın
közünde inzivaya çekilen çekinceler ve manidar suretler.
Bir salınım evren belki de sağaltmak
adına günü.
Bir çıkarımsa günden arda kalan…
Bazense çizmeyi aşan yağmurlar.
Uğultunun tepe noktası ve mimlenmiş
cihan en çok da metaforlar gizemin tetikleyicisi iken melankoli yüklü bir
alıntı…
Ve işte ansızın hâsıl olan o seyyah
kurşun.
Kurşun ağırlığında bir günü omzumda
taşıdığım ve sessizliğin feveran ettiği.
İzbe bir mağaradayım yankısını
duyamadığım duyguların peşkeş çektiği hezimeti bir içimlik şiirler dilimlediğim
bir ömürlü acılar biriktirdiğim.
Bilinmezin şuh sesi ve köpüren
dalgalar günden arda kalan üç beş soru işareti ve ıskaladığım cevap anahtarı.
Devasa bir skala sezilerime eşlik
eden ve duaların gücünde bir nebze de olsun sağalttığım misafir hikayeler.
Boyunduruğundayım kaderin ve bir
hışımla gelip de omzuma çömen kederin zanlı zam tarifesinde git gellerle
iştigal, bir ihlas denizinde arıyorum rahmeti göğsümde konaklamış ne çok göçebe
şiir asla düşmediği yakamdan düğmelesem bile sözcükleri geviş getirip beni yok
saydıkları…
Soluduğum zehirli hava mukayese dahi
edemediğim öncem ve eşref saatim.
Sıdkı sıyrılmış duygulardan sekip
gerçeklere konmakla sürtüşen bir yalnızlık bu:
Devasa rahmeti bilinmezin bazen
devrik cümlelerden firar eden gizli öznem ve gizli özlemim.
Derme çatma değil oysaki yürek hanem
gel gör ki düşünceler dizginlerini elden bırakmışken kâh eksiliyorum bu duygu
sarmalında kâh çoğalıyorum düşüncelerin erbabı zihnimde toz tutan bazen tozu
yutan genelde tozutan isyanlardan dem vurup huzura ermek adına bir minvalde
göğsümü gere gere yaşamanın nerede ise imkânsız olduğu ve işte kalemim benim
ekmek teknem gerçi somut anlamda bir getirisi yok ama yazdıkça doğuyorum
kendimden yazdıkça kavuşuyorum kendime ki kendimden geçmişliğim kayıtlı
dünümde.
Horon tepen imgeler saklı mizacımda.
Horasan tepelerine bayrak astığım.
Aşikâr bir fısıltı ayyuka çıkmasının
ertesi bir çığlığa bir haykırışa kucak açan.
Dogmalar saklı mazimde: azgın
dalgalar boyumu aşsa da ben cüret etmesem de yeni bir dalga olmaya ansızın hâsıl
oluyorum kıyılarıma vuran saç, renklerin sığlarında yaşayan insanlardan uzakta
sağ kalmanın da alameti iken sözcükleri sayfaya dizmemin ertesinde ansızın
kendime sarılıp kendimi avuturken biliyorum da bunun bir savunma mekanizması
olduğunu ve sorular teğet geçiyor göğün rahminde kuluçkaya yatan kuşlar saklı
misal ve doğurgan bir tebessüm akabinde hıçkıran iç sesim ve dolunayın ç/ağrısı
hür doğdum da hür mü yaşamayı beceremedim yoksa…
Bir cıngıl kulağımın pasını silen.
Bir çağlayan içinde sürüklendiğim.
Şelalede saklı sırlar gibi dikime
gidenler bense dik açılı bir üçgende duygu sarmalında hacmini hesaplarken
buluyorum kendimi evrenin ve evrelere eşlik eden doğumlar ve ölümler ve
katsayısı hayatın bazen karekökü bilinmezin bazen sinüs ekseninden sökün eden
sayılar asla asalak olmadığım gibi asal bir sayı olduğum da su götürmez bir
gerçek işte.
Ne halüsinasyon gördüğüm ne de basit
bir algı ya da sanrı sadece ve sadece benim tanık olduğum bir dürtü bir
yenilgiden zafer kazanmış bir komutan edasıyla çıkıp salınıyorum işte evrenin
tozlu koridorlarında sanki ilk defa görmüşçesine ahvalimi ya da onlar beni her
zamankinden farklı algılarken.
Bir çözelti ise şiir.
Bir çoğaltı ise imgeler.
Sihirli bir değnek misali kalemin
sırtına binip de gezindiğim iç âlem ve tavaf ettiğim kâinat oysaki yerimde
sayıyor olmam lazım bazense saymaya baştan başlayıp hizaya getirecekmişçesine
insanları ve çarpık düzeni bir sıkımlık canında insanın aslında o can da bedene
dar gelirken belki de tam tersi.
Örtüşen duygular bazen muğlak.
Bir orantı kuramadığım yer gök
arasında sıkışıp kaldığım Araf’ın coğrafyasında…
Huzurun eşiğinde.
Ölümün beşiğinde.
Sözcükler bazen basiretini
bağladığında kaçmak isterken kendimden ve bedenimden ve hoş tutmak adına
içimdeki çocuğu bazen boş verdiğim kendime bazen başa aldığım bir yenilginin
türevi iken kalemin yazmak istediklerinden çoğunu da içimde saklı tutarken…
Bir bilinmez ise şahidim.
Bilindik olansa sadece kalemin
ödediği diyeti sindirmek adına da hüznü göğe komplimanlar sunduğumun ertesi
üstü örtülü masamda Sümen altı yaptığım yüzlerce şiir ve yazı…
Yazgım ve rızkım bunu buyuruyor
madem…
O halde buyurun sofraya, sevgili
dostlar…