M.
NİHAT MALKOÇ
Bu ülkenin düşünen,
münevver insanları çok büyük bir zenginliktir bizler için.
Türk milliyetçiliğinin son dönemdeki
güçlü soluklarından biri olan Durmuş Hocaoğlu bundan 12 sene evvel bir sonbahar
günü hiç beklenmedik bir zamanda aramızdan ayrılmıştı. Onun vefatıyla milletini,
milliyetini ve memleketini çok seven, bu toprakların gerçek sahipleri öksüz
kalmıştı. İnandığı gibi yaşayan ve değerlerinden asla taviz vermeyen dimdik bir
adam; nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilmeden, dimdik göçmüştü bu gurbet
ellerden. O, giderken arkasında şerefli bir mazi ve yerli malı düşünceler bırakmıştı.
Bu ülkenin düşünen, münevver insanları çok büyük bir
zenginliktir bizler için… Onlar karanlıkları aydınlatan ayışığı hükmündedirler.
İşte tam da bu özellikleri taşıyan çok önemli bir aydınımızdı Doç. Dr. Durmuş
Hocaoğlu. Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Durmuş Hocaoğlu, 23 Ekim 2010 tarihinde evinde geçirdiği kalp krizi sonucu 62 yaşında
hayatını kaybetmişti. Hocaoğlu, Bostancı Kuloğlu Camii’nde ikindi vakti kılınan
cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda defnedilmişti. Düşünen ve
düşündüklerini her ortamda çekinmeden, yüksek sesle dile getiren merhum Hocaoğlu
uzun yıllar Yeniçağ gazetesinde köşe yazıları kaleme almıştı.
Zamanı çok verimli kullanan, az zamanda çok işler yapan merhum
Durmuş Hocaoğlu’nun 62 yıllık hayat hikâyesine baktığımızda şu bilgilerle
karşılaşıyoruz:
“1948’de Bayburt’ta doğan Durmuş Hocaoğlu, 1974’te İTÜ’den
Elektrik Mühendisi olarak mezun oldu. 1982’de mühendislik mesleğini terk etti
ve Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Fizik Bölümü’ne öğretim
görevlisi olarak girdi. O tarihten sonra Felsefe’de mastır ve doktora yaptı;
Fizik’te ise mastır yaptı, doktorasını tez aşamasında bıraktı.
Durmuş Hocaoğlu, 1983 yılında İstanbul Üniversitesi’nde
başladığı felsefe kariyerinde, önce 1986’da “Descartes’ın
Fizik Anlayışı”
isimli tezi ile yüksek lisansını, 1994'te “Türk-İslâm Düşünce
Tarihinde ve Modern Fizik’te Kozmos” isimli tezi ile doktorasını ve 1986’da ise Marmara Üniversitesi’nde
“Tekil Lineer Sistemler İçin Geliştirilen Bir
Transformasyonun Yorumu Üzerine” isimli tezi ile fizik yüksek lisansını başarıyla tamamladı.
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü’nde
öğretim üyesi olarak görev yapan ve mültidisipliner bir akademik çalışma
kariyeri bulunan Hocaoğlu’nun çalışma alanları Fizik Felsefesi, Bilim
Felsefesi, Tarih ve Siyaset Felsefesi olup, muhtelif dergilerde Elektrik
Mühendisliği ve Fizik gibi teknik konular yanında Bilim ve Fizik Felsefesi,
Tarih Felsefesi, Siyaset Felsefesi, Din ve Laiklik v.b. konularda makaleler
kaleme almış; ayrıca, muhtelif akademik toplantılarda tebliğler sunmuş ve
tebliğ kritikçiliği yapmış, birçok gazete ve dergide sürekli yazarlık yapmıştır. “Devletçilik Bumerangı”, “Düşük Şiddetli Devrim ve Bir Entelijansiya
Kritiği” ve “Laisizm’den Milli Sekülarizm’e” isimli yayınlanmış üç kitabı bulunmaktadır.
Hocaoğlu’nun Alpaslan, Tuğrul ve Kürşat isimlerinde üç erkek evlâdı vardı.
Hocaoğlu; dünyaya, mala mülke değer vermeyen Yunus
gönüllü bir mütefekkirdi.
Fikir hayatımızın kilometre taşlarından biri olan Durmuş
Hocaoğlu, milletinin ıstıraplarını şahsî ıstıraplarından hep önde tuttu. “Bâis-i şekvâ bize hüzn-i umûmîdir
Kemal/Kendi derdi gönlümün billâh gelmez yâdına” diyen Namık Kemal’ın bu çağdaki
ete kemiğe bürünmüş haliydi o… Bir milleti utandırmak için değil, uyandırmak
içindi bütün gayretleri. Zira bu millet son dönemlerde sanki narkoz verilerek
ne yazık ki uyutulmuştur. Bu gaflet uykusunun dalalete dönüşmeden birileri
tarafından sona erdirilmesi gerekiyordu. Onun yaptığı da uyutulan ve kendi
olmaktan çıkarılan şanlı bir milleti uyandırmaktan ibaretti.
O;
dünyaya, mala mülke değer vermeyen Yunus gönüllü bir mütefekkirdi. Vatan ve
millet sevgisi gönlünü tamamen kapladığı için yüreğinde başka sevgilere yer
yoktu. İçindeki vicdan polisi gaflet uykusuna dalıp da hataya düşmemesi için
daima nöbetteydi. ‘Fedakârlık’ ve ‘hasbilik’; onurlu bir insan olarak daima
alnı ak, başı dik olarak gezen, çağın Dede Korkut’u olarak gördüğüm bu yiğit
insanı anlatan iki güzel kelimedir. O; bazı asalak tipli insanlar gibi davasını,
dünyalık elde etmek için bir merdiven olarak kullanmamıştır.
Çok okuyan ve çok düşünen bir aydın olan Durmuş
Hocaoğlu’nun milletimize ve memleketimize dair çok isabetli tespitleri vardır.
Ona göre bizler çok iyi dövüşen milletiz ama çok iyi düşünen, analiz ve
sentezler yapabilen millet değiliz. Millet olarak düşünmüyor, düşündüğümüzü
zannediyoruz. Doğrularımızla hesaplaşmaktan korkuyoruz. Kendimize toz
kondurmuyor, kendimizi peygamber masumiyeti içerisinde görüyoruz. Her nedense
üzerimizde bir ölü toprağı var. Ona göre Türk milliyetçilerinin en büyük
meselesi bu camiadaki entelektüel azlığıdır. Bu, milletimizin meselelerinin en
büyüğüdür. Bütün sıkıntılar bununla ilintilidir. O, özgürce düşünebilen ve
düşündüklerini her ne pahasına olursa olsun ifade eden, Aristoteles’in “Bir
düşünce adamı hiç kimseden emir almaz, belki herkes ondan emir almalıdır; sâfî
bir düşünce adamı, hakikat kendisine nasıl görünmekte ise onu söyleyebilen
kişidir.” düşüncesini benimsemiş, hayatı boyunca bu minval üzere yaşamıştır.
Hocaoğlu,
özeleştiriyi ‘en temelli bir metodoloji problemi’ olarak vasıflandırıyordu.
Merhum Durmuş Hocaoğlu’na göre siyaset kirleniyor; halkın
ezici çoğunluğu siyasetçiye güven duymuyor, hemen hemen her siyasetçiyi birer
potansiyel hırsız olarak görüyor. Bu güven bunalımından kurtulmak, en kısa
zamanda güven ortamı oluşturmak gerekir. Ona göre “Ankara gitgide Bizanslaşıyor,
kendi içine kapanıyor, kendi milletinden korkuyor, Ona güvenmiyor… Türkiye’nin
‘Türklerin ülkesi’ olduğu unutulmuş görünerek bir ‘mozayık ülke’ faraziyesi
kuruluyor ve sonra bu tez çıkış noktası yapılarak ‘Yerlilik’, ‘Yerellik’, ‘Yeni
Osmanlılık’, ‘Anayasal Vatandaşlık’ gibi ıvır-zıvır teoriler üretiliyor… Türkiye
çok ciddî bir ‘demokrasi problemi’ yaşıyor… Etnikçilik cereyanları almış başını
gidiyor; artık bu ülkede neredeyse ‘Türk’ olmak ayıplı bir hâl alıyor; Türkiye
üzerine bin bir türlü projeler hazırlanıyor… Bir takım insanlar Türkiye’yi
sahipsiz boş arazi farz ederek üzerinde yer beğeniyorlar; birtakım insanlar
Türk Devleti’nin adına başkalarını ortak etmeye, Türk Devleti’nin sırtından
başka devletler çıkarmaya çalışıyorlar… Türkiye, dipten ve derinden gelen bir
‘düşük şiddetli devrim’ yaşıyor; Türk Halkı, devletinden ve aydınından ümidini
çoktan kesmiş, kendi kalkınma, modernleşme ve politik ergenleşme devrimini
bizzat kendisi yapıyor… Türkiye’de bir ‘Kozmopolitan Müslümanlık’ anlayışı
yaygınlaşıyor… Üniversitelerde eğitim, bilim bir tarafa bırakılıp bütün
meseleler başörtüsüne kilitleniyor; hocalar resmen talebeleri hakkında casusluk
ve jurnalcilik yapmaya zorlanıyor…” Hocaoğlu Türkiye’ye ve bu ülkede
yaşayanlara dair bu acı tespitleri yaptıktan sonra “Milliyetçiler nerede?”
sorusunu soruyor. Milliyetçilerin bu ciddi meseleler karşısında hazırlıklı
olmadığını söylüyor. Bir anlamda kendinin de içinde olduğu kitleye dair
özeleştiri yapıyor.
Merhum Durmuş Hocaoğlu, özeleştiriyi Türk milliyetçiliğinin
en büyük ihtiyacı olarak görüyor; özeleştiriyi ‘en temelli bir metodoloji
problemi’ olarak vasıflandırıyordu. Bununla ilgili olarak: “Ülkemizde hemen
hemen herkesin yaptığı gibi kendimizi adeta peygamber masumiyeti konumuna
yükselttik, hiç kendimize yönelik eleştiri yapmadık; eleştiri oklarımızın en
keskinlerini hep başkalarının etine, gücümüz yettiğince de en derinine
saplamaya çalıştık da kendi nazik tenimize bir toplu iğne başını dahi reva
görmedik; bütün kusurları hep başkalarında aradık; hiç kendimizin de kusurlu
olabileceğini düşünmedik. Üstelik kör-kör parmağım gözüne misali gözlerimizin
önünde cereyan eden hâdiselerden asla dersler çıkarmaya çalışmadık… Açıkça deklare etmek ihtiyacını
duyduğum şahsî kanaatim odur ki, Türk Milliyetçiliği konusunda en ziyade
ihtiyaç duyulan şey, her şeyden önce ve behemehâl, bizzat Türk Milliyetçiliği
içerisinden gelen, o kültür ve terbiye ile yetişmiş ve kendisini el'ân böyle
nitelendiren, fakat hiçbir şahıs, zümre, parti, hizip, cemaat ve fraksiyona
bağlı olmayan, hiçbir şahıs, zümre, parti, hizip, cemaat ve fraksiyonun adamı
olmayan, bütün bunların hepsinin dışında ve üstünde, bağımsız, samimî
milliyetçi entelektüellerin yapacakları seviyeli, yapıcı özeleştirilerdir… Eleştiriye
tâbî olmayan, eleştiriye kapalı olan, bilgiyi ve kanaati infleksibl ve kutsal,
dokunulmaz bir ideolojiye dönüştüren hiçbir düşüncenin mükemmelleşme şansı
olamaz… Eleştirinin ilk ve kesin olarak uyulması zorunlu olan şartlarından
birisi ve belki de en birincisi, ‘kendi doğruları’ da dâhil olmak üzere, gücü
ve kudreti muktezasınca, kendisine doğru olarak sunulan her şey ile
hesaplaşmaktır.”(2) diyordu.
Doç. Dr. Durmuş
Hocaoğlu, isabetli tespitleri olan bir kişiydi.
Gerçekte fizikçi olan Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu; daha çok
siyasî, felsefî ve tarihî konulardaki yazılarıyla tanınıyordu. İsabetli
tespitleri olan bir kişiydi. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine tarihî ve
kültürel kaygılarla karşı çıkıyor ve şu görüşlere yer veriyordu:
“AB, fikrî temelleri ve arkaik kuluçka dönemi Roma’nın son
yıllarına, Augustinus’un, bütün Hıristiyan dünyasının bir ve bütün,
parçalanamaz olduğunu öngören “Hıristiyan Birliği ideali”ne kadar geriye
götürülebilen ve Avrupa’yı oluşturan ve ortalama olarak aynı kültür, medeniyet
ve dini paylaşan Avrupa milletlerini ve devletlerini bir ve tek Avrupa
devletine ve nihâî safhada da aynı “Avrupalılık” üst kimliği çerçevesinde
mümkün olduğunca homojenleşmiş bir ve tek halka/millete dönüştürmeyi amaçlayan,
bütün tarihin tanıdığı en kapsamlı siyasî mühendislik projesidir. Düşünce
adamlarınca asırlarca diri tutulup geliştirilen bu ideal, yırtıcı
milliyetçilikler ve ulus-devletler çağında Avrupalı devletlerin birbirlerine
karşı galebe çalmak için giriştikleri sayısız “Avrupa iç savaşları” ile
beslenmiş ve en nihayet, Churchill’in Eylül 1946’da Zürih Üniversitesi’nin
açılışında yaptığı konuşma ile net bir siyasî projeye dönüşmüştür: Avrupa ya
Amerikan modelli, federal, “bir tür Avrupa Birleşik Devletleri” şeklinde yeni
ve radikal bir örgütlenmeye gidecek ya da kültürel, medenî, iktisadi ve askerî
bakımdan çöküş yaşayacak. Bu açıdan AB’ye üye olmak isteyen herkese AB’nin,
salt “ekonomik birlik” veya “ittifak” değil, bütün üye millî devletleri yutarak
bir tek devlete dönüştürmeye yönelen “birlik” olduğuna dikkat ederek, şu çıplak
gerçekleri hatırlatırım: -Her üye devletin millî egemenliği ve istiklâli
kademeli olarak feshedilecektir.”(3)
Hocaoğlu, sözünü hiçbir zaman sakınmadı; doğru bildiği
yolda yürüdü. Türk milletinin aydınlanması için düşünce üretti ve bunları
milletiyle paylaştı. Yeniçağ gazetesinde 737 tane yazı kaleme aldı. Türk Yurdu
Dergisi’nde entelektüelleri uyandıran yazılar yazdı.
Merhum
Durmuş Hocaoğlu’nun hakikati haykıran gür sesini millet olarak ne yazık ki
duymadık; birileri onun sesinin duyulmaması için yok yere cızırtılar çıkararak
mevcut sükûneti bozdu. Benim “Türk Sokrates” olarak gördüğüm bu büyük
mütefekkirin altın kıymetindeki sözleri arada kaynadı gitti. Oysa onun birçok
konuda çok isabetli teşhisleri ve derin analizleri vardı. Milletinin
ıstıraplarıyla uğraşmaktan kendi derdini aklının ucuna bile getirmeyen, eğilip
bükülmeyen, küçük hesaplar peşinde koşmayan, doğru bildiklerini haykıran bu
sıra dışı filozofu, yaşarken ne yazık ki anlayamadık. Anladığını zannedenlerin
önemli bir kısmı da, hayata yüzeysel baktıkları için onu yanlış veya eksik
anladı. Oysa o, Türk milliyetçiliği için büyük bir değerdi. Onun düşüncelerinin
zamanla daha iyi anlaşılacağını, kıymetinin öldükten sonra bilineceğini
düşünüyorum. Allah rahmet eylesin.
Dipnotlar:
1-2) Hocaoğlu, Durmuş, “Türk Milliyetçiliği’nin En Mühim İhtiyacı:
Öz-Eleştiri”, Türk Yurdu, Sayı:
Mart-Nisan-Mayıs 1999, Ankara, s. 95-10
3)Durmuş
Hocaoğlu Resmi Web Sitesi, www.durmushocaoglu.com