Röportaj: M. Nihat MALKOÇ
M. Nihat MALKOÇ: Hocam
kendinizden kısaca bahseder misiniz? Kimdir Ahmet Sezgin?
M.
Nihat MALKOÇ: Hocam,
bugüne kadar edebiyatın hangi türlerinde eserler verdiniz?
Ahmet SEZGİN: Bugüne kadar
şiir, deneme, antoloji (güldeste, seçki, derleme) ve biyografi türlerinde 8
kitabımız yayımlandı. İnceleme, hikâye, hatıra türlerinde de kitap
çalışmalarımız var.
M. Nihat MALKOÇ: Hocam şiire
başlayışınızın belli bir hikâyesi var mı? Nereden çıktı şiir yazmak? Durup
dururken mi yoksa sizi şiire çeken bir sebep mi hâsıl oldu?
M. Nihat MALKOÇ: Hocam,
şiirinizi besleyen kaynaklar nelerdir?
Şiirlerinizde ağırlıklı olarak hangi temaları işlersiniz? Bunu nasıl
belirlersiniz?
Ahmet SEZGİN: Bizzat yaşadığım
ve şahit olduğum olay ve durumlarla okuduğum şiir ve yazıların zihin ve gönül
dünyamdaki derin etkileri, önce şahsiyetimin, sonra da kültürel değerlerimin
süzgecinden geçerek ya “fikirleşmiş duygu”ya ya da “duygulaşmış fikir”lere
dönüşmekte. Kısaca şiir kaynaklarım; millî ve manevi değerlerim, o değerlerin
ışığında kâinat ve insan kitabına bakışım, gönül ürpermelerim, geçmişten bugüne
yazılan şiirler, dilimizin zengin imkânlarıdır diyebilirim.
Hocam, şiirlerimde en çok “aşk, merhamet,
hüzün, hasret, yalnızlık, sabır, ölüm, çile, zulüm, Hak, vatan, yozlaşma, yitik değerler” gibi ferdi ve sosyal temaları
işledim. Şu konuda şiir yazayım diye düşünmüyorum. Konuşma ve nesirle ifade
edemediğim duygu ve hassasiyetler, şiir olarak ortaya çıkıyor genellikle.
M. Nihat MALKOÇ: Değerli hocam, bugüne kadar, edebiyatın en
yaygın türlerinin başında gelen şiire emek verdiniz. İlgi ve bilgi alanınıza giren şiiri nasıl
tanımlarsınız?
Ahmet SEZGİN: Sizin bir
edebiyatçı-şair olarak çok iyi bildiğiniz gibi, edebiyat türleri içinde en etkili, en yaygın, en özgün, en zarif ve
sanatlı olanı hiç şüphesiz şiirdir. Belki aynı oranda en çileli sanat
dallarından biridir. Tanımı en zor ve şairlerin sayısı kadar çok olan edebî
türdür şiir. Bence şiir, yakıcı bir aşkla ruhta çakan şimşeğe estetik bir
formda kelimelerle ruh verilmesidir.
M. Nihat MALKOÇ: Hocam, şiir
sizin hayatınızın neresinde duruyor?
Ahmet
SEZGİN: Çocukluğumdan itibaren
şiiri çok sevdim hocam. Lise yıllarımdan itibaren de hem okuyup hem de yazarak şiir,
hayatımda önemli bir yer etti. Hem Türk dili ve edebiyatı öğretmeni hem bir
şair olarak da şiiri okuyan, yazan, okutan, anlamaya, hissettirmeye,
sevdirmeye, tahlil etmeye, değerlendirmeye gayret ettim sürekli.
Şiir;
benim için zihnî ve meslekî bir faaliyetten ziyade en çok da gönlümün
merkezinde durdu daima. Çünkü doğrudan ruha hitap eden şiirlerde insanların
sevgileri, sevinçleri, umutları, hüzünleri, dertleri, hicranları, sitemleri,
inançları, özlemleri ve zevkleri terennüm edilmektedir. İsmet Özel’in dediği
gibi “İnsan, mısralarda, şiirlerde hiç kimsenin elinden alamayacağı bir yurt
bulur. Böyle bir yurdu olmasından güven duyar.”
M. Nihat MALKOÇ: Hocam,
bildiğim kadarıyla şiirde daha çok heceyle yazmayı tercih ediyorsunuz. Sizi
heceyle yazmaya yönelten ve bunda ısrarcı kılan nedir?
Ahmet SEZGİN: Evet, hocam, şu
ana kadar yazdığım şiirlerin çoğu hece ölçüsüyle oldu. Bunun çok bilinçli
gerçekleştiğini ifade etmem zor. Bununla birlikte tahsil döneminde okuduğum ve
zevk aldığım şiirlerin çoğunun ölçülü şiirler olmasının ve Türk dili ve
edebiyatı öğretmenliği yapmamın bunda büyük etkisi olabilir. Halk ve divan
şairlerimizin ölçülü ve kafiyeli şiirler yazması, boşuna tercih edilmiş bir
anlayış değildir elbette. Bu şiirlerin müzikal değerlerinin, yani ahenk
unsurlarının çok zengin olması, okurlara hem kulak zevki vermekte hem de hafızada
kalma ihtimalini artırmakta. Bestelenen şarkı ve türkülerin de ölçülü şiirler
olması tesadüf değildir. Ancak aşırı dolup taştığımda serbest tarzda şiirler
yazdığımı fark ettim sonradan. Ölçü ve kafiye düzeninin büyük bir işçilik ve
emek gerektirdiğini siz de çok iyi bilirsiniz hocam. Ben, her iki tarzda da
güzel şiirler yazılabileceğine inanıyorum. Kafiye ve ölçünün tuzağına düşmeden
yazılan ölçülü şiirleri daha çok seviyor, okuyor, ezberliyorum. Ama birinin
diğerine kurban edilmemesinin, şiir zenginliğimiz açısından önemli olduğuna da
inanıyorum.
M. Nihat MALKOÇ: Bir şair
olarak bir şiirin yazılma hikâyesinden bahseder misiniz? Ahmet Sezgin bir şiire
nasıl oturur, süreç nasıl ilerler?
Ahmet SEZGİN: Hocam,
bildiğiniz üzere çok kolay ve çok fazla şiir yazabilen bir şair değilim ben.
Yazdığım şiirlerin hiçbirini oturup düşünerek yazmadım. Mutlaka çok derinden
etkilendiğim olay ve durumların yüreğimde uzun süre durup yara açması gerekmekte.
İlk olarak tamamen irticalen not alıyorum bu yüreğimde çakan şimşekleri. Bu,
bazen o kadar sarsıcı ve hızlı oluyor ki, bu şimşekleri kaydetmek mümkün
oluyor. Dolaysıyla böyle anların vakti ve mekânı da olmuyor elbette. Bu
karalamalar, biraz daha demlenmeyi bekliyor epeyce. Ondan sonra şiirin işçilik
kısmı, yani dil ve üslup bakımından estetik bir form kazandırılması dönemi
başlıyor.
M. Nihat MALKOÇ: Hocam,
şiirleriniz bugüne kadar hangi dergilerde yayımlandı?
Ahmet SEZGİN: Bazı şiirlerim; Güneysu,
İslamî Edebiyat, Ay Vakti, Anadolu’da Çınar, Berceste, Yeni Dünya, Simav
Anadolu, Sevgi Yolu, Mesaj, Bilgi Pınarı, Arkesanat gibi dergilerde yayımlandı.
M. Nihat MALKOÇ: Hocam, ilk
şiir kitabınız “Güllerimi Ver Anne”, şairlerle şiir severler tarafından
beklediğiniz ilgiyi gördü mü?
Ahmet SEZGİN: “Güllerimi Ver Anne” kitabımız hakkında
Abdurrahim Karakoç, Yusuf Dursun, M. Halistin Kukul, Baha Rahmi Özen gibi çok
değerli şairlerimizin tanıtım yazıları yazmaları beni çok mutlu etmiştir.
Ayrıca kültür-sanat eleştirmeni Bünyamin Yılmaz’ın gazetede şiir kitabımızdan
sitayişle bahsetmesi, Şair A.Vahap Akbaş’ın kitabımızdan dolayı bize tebrik ve
teşekkür mektubu yazması, “Meçhul Kaptan” müstearıyla Niyazi Gedik Hocamın
çıkardığı şiir kaset ve CD’sinde “Güllerimi Ver Anne” isimli şiirimize yer
vermesi, bu şiirimizi ulusal TV kanallarında okuması beni ayrıca
onurlandırmıştır.
M. Nihat MALKOÇ: Hocam,
herhangi bir şiiriniz, türkü veya şarkı formunda bestelendi mi? Bestelendiyse
hangi şiirleriniz, kimler tarafından hangi formda bestelendi? Neler
hissettiniz?
Ahmet SEZGİN: Evet Hocam,
“Anladım ki” isimli ölçülü şiirim, Şair-Bestekâr Osman Çolak Hocam tarafından
türkü formunda güzel bir şekilde bestelenip okundu. Şiirimizin kanatlandığını
görmek, şiirimizi türkü olarak dinlemek beni çok heyecanlandırıp mutlu etti.
M. Nihat MALKOÇ: Hocam,
şiirimizin bugün geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz? Günümüzde beğendiğiniz
şairler var mı? Varsa kimler?
Ahmet SEZGİN: Türk şiiri;
geçmişten bugüne çeşitli dönem ve edebî anlayışlarda Ahmet Yesevî, Yunus Emre,
Fuzûlî, Bâki, Nâbî, Nedim, Nef’î, Şeyh Galip, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal,
Dadaloğlu, Köroğlu, Hacı Bektaşi Veli, Âşık Veysel, Ahmet Haşim, Yahya Kemal,
M. Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit
Sıtkı Tarancı, Orhan Veli, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü Dağlarca,
Ziya Osman Saba, Behçet Necatigil, Attila İlhan, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt,
M. Akif İnan, Bahaettin Karakoç, Abdurrahim Karakoç gibi büyük şairler
yetiştirmiştir. Günümüzde şiir kitapları pek basılıp satmasa da, sosyal medyada
şiir okuyandan fazla şiir (!) yazan müteşair bulunsa da yayınlanan birçok kitap
ve dergideki şiirlere, her yıl çıkarılan antoloji ve yıllıklara, şiirle ilgili
etkinliklere baktığımızda edebiyatımızın en güçlü, nitelikli ürünlüleri yine
şiirdir diye düşünüyorum. Şairler, her şeye rağmen itibar sahibi günümüzde.
Türkçenin en büyük hamisi, zenginliği ve gücü şiirdir. Çünkü “Dil, şiirle inşa
edilir.”
Hocam, şiirlerini büyük zevkle okuduğum,
yaşayan çok kıymetli şairlerimiz var elbette. Sezai Karakoç, İsmet Özel, Yavuz
Bülent Bakiler, Nurullah Genç, Mustafa Özçelik, Tayyip Atmaca, Yusuf Dursun,
Bestami Yazgan, Gökhan Akçiçek, İbrahim Tenekeci, Mustafa Köneçoğlu…
M. Nihat MALKOÇ: Hocam, şiirin
belli bir toplumsal vazifesi var mıdır? Sizce şiir niçin yazılır?
Ahmet SEZGİN: Hocam, has şiirin çoğu zaman
toplumsal bir vazifesi olmuştur. Bir milletin ihtişamını, duyarlılığını,
mutluluğunu, öfkesini, inançlarını, ideallerini, inceliğini ve estetiğini
anlamak istiyorsak şiirlerine bakmalıyız. Şair, milletin gören gözü, duyan
kalbi, konuşan dilidir. Sadece milletin sözcüsü
değil; aynı zamanda rehberidir, çarpan yüreğidir şair. Mehmet Emin Yurdakul’un
dediği gibi “Şairleri haykırmayan bir millet, / Sevenleri toprak olmuş öksüz
çocuk gibidir.”
Gerçek şairler, hissedip de ifade
edemediğimiz bir duyguyu ölçülü veya serbest tarzda, insana zevk verecek
biçimde en güzel işleyen kişilerdir. Has şiirler, her zaman toplumsal mesajlar
vermese de insanî duyguları (ferdi temaları) milletin diliyle en güzel şekilde
terennüm ederek dil, ruh, estetik duyarlılık bakımından kalplerde sarsıcı
şimşekler çakabilir.
Şairler;
dil, kültür, inanç ve zevkinden beslendiği, bağrından çıktığı milletinin
karakteri, aynasıdırlar. Üstad Sezai Karakoç’un dediği gibi şairler “Gelecek
felâketleri sezip çığlık çığlığa haber vermek, halkı uyarmak, ona yön
göstermek, bunu da kalplere ve ruhlara işleyecek bir güçle yapmak ödevindedir.”
M. Nihat MALKOÇ: Hocam, bugüne
kadar kaleme aldığınız en iyi üç şiirinizi sıralamanızı istesek sıralananız
nasıl olurdu?
Ahmet SEZGİN: Şairin kendi
şiirleri için seçme yapması, hem çok zor hem de çok öznel bir değerlendirme
olur. Ancak hem yazarken hem de okurken çok etkilendiğim, okurların da çok
sevdiğini düşündüğüm şiirlerim şunlar: “Güllerimi Ver Anne”, “Aşka Çağrı”, “İsyan
Gazeli”, “Düştü”, “Hüzün Yağmurları”.
M. Nihat MALKOÇ: Hocam, siz
birçok şiir yarışmasında ödüller alan, birçok televizyon, radyo, kaset, CD,
sosyal medya gibi ortamlarda şiirleri okunan, çeşitli ansiklopedi ve
antolojilerde şiirlerine yer verilen; kitap fuarlarına, şiir şölenlerine,
televizyon ve radyo programlarına, kültür-sanat-şiir etkinliklerine katılıp
oralarda şiirlerini seslendiren, edebiyat dergilerinde şiirleri yayımlanan,
şiirleri bestelenen çok yönlü bir şairsiniz. Fakat edebî mahfillerde bu kadar
etkin oluşunuza rağmen, sanırım şiir yazma konusunda titiz bir dil işçiliği
tavrınız da var. Bazı şairler(!) gibi seri şiir(!) üretmiyorsunuz. Belli bir
üslûp çerçevesinde, başka bir tabirle, az ve öz yazıyorsunuz. Bugüne kadar
sadece iki şiir kitabı yayımlamanız da bunun göstergesi olsa gerek. Son şiir
kitabınız "Hüzün Yağmurları" , ilk şiir kitabınız olan
"Güllerimi Ver Anne"den tam 21 yıl sonra, henüz birkaç ay evvel
Klaros Yayınları arasında okuyucuyla buluştu. Bu kitap, baştan sona yeniden mi
yazıldı, yoksa değişik edebî mecralarda yayımlanan şiirlerinizi bir araya mı
getirdiniz? İki şiir kitabı arasında niçin bu kadar uzun bir aralık var? Biraz
da bu son şiir kitabınızla ilgili bilgi verir misiniz?
Ahmet SEZGİN: Evet Hocam,
dediğiniz gibi az şiir yazan bir şairim. Öz ve güzel yazdığım iddiasında olamam
ama bunun için gayret ediyorum. İlk şiir kitabımdan 21 yıl sonra ikinci şiir
kitabımın yayınlanmasının birkaç sebebi var: 1999 yılında ilk baskısını yapan
“Güllerimi Ver Anne” isimli kitabımın ikinci baskısı, ilâveli olarak 2007
yılında yayımlanmıştı. Zaten az şiir yazan biri olduğum için ikinci bir şiir
kitabı çıkaracak kadar yeni şiirim de olmamıştı 2007 yılından sonra. Siz,
onlarca şiir ödülü kazanmış bir şair olduğunuz halde hiçbir şiir kitabı
yayınlamadınız. Daha doğrusu bir güçlü ve şiire duyarlı yayınevi çıkıp size
“Şiir kitabınızı parasız basalım hocam.” dememiştir muhtemelen. İşte hocam, bu
sebeple biz de uzun zaman bir şiir kitabı çıkarmayı düşünmemiştik zaten. Klaros
Yayınlarından anlamlı bir teklif gelince çok beğenilen eski şiirlerimle yeni
şiirlerimi bir araya getirerek bir şiir kitabımız daha yayımlanmış oldu. Uzun
bir zamandır şiirlerimizi toplu olarak okumak isteyen ama ilk kitabımızı
bulamayan şiir sever dostlarımızı da çok mutlu eden bir kitap oldu “Hüzün
Yağmurları”.
M. Nihat MALKOÇ: Şiir yazmaya
hevesli gençlere, bu çetin ve sabır gerektiren yolda neler önerirsiniz?
Ahmet SEZGİN: Şiir yazmaya
hevesli gençlerimize, öncelikle geçmişten bugüne meydana gelen zengin şiir
geleneğimizi iyi takip edip büyük şairlerimizin en değerli şiirlerini
titizlikle okumalarını, şiir diline, üsluplarına dikkat etmelerini tavsiye
ediyorum. Türkçemizi sevip en doğru şekilde öğrenmelerini, az ve öz
yazmalarını, şiirlerini hemen beğenip yayımlamamalarını, arının peteğini balla
doldurması gibi sabırla şiir yolcuğunu sürdürmelerini öneriyorum onlara. Türk
dili ve edebiyatı öğretmenleriyle şiir ustalarının samimi eleştirilerini
önemsemelerinin de çok ufuk açıcı olacağına inanıyorum. Kendilerini şiir yazmak
zorunda hissetmesinler ama mutlaka güzel şiirleri okuyup yazsınlar, hatta
bazılarını ezberlesinler.
M. Nihat MALKOÇ: Hocam,
söyleşimiz şiir merkezli olsa da aslında siz önemli bir araştırmacı yazarsınız.
Ben sizi ilk defa "Aşk Medeniyetine Yolculuk" isimli kıymetli deneme
kitabınızla tanıdım. Kitabınızı büyük bir keyifle, bir günde (tabir caizse bir
solukta) okudum. Kitap okurken hoşuma giden yerlerin altını çizmek gibi bir
huyum var. Sizin kitabınızı bitirdiğimde altını çizmediğim satır sayısının çok
az olduğunu fark ettim. Biraz da "Aşk Medeniyetine Yolculuk"unuzdan
bahseder misiniz? Bu özgün eser nasıl ortaya çıktı?
Ahmet SEZGİN: “Aşk
Medeniyetine Yolculuk” isimli kitabımızla ilgili çok güzel bir tanıtım-
değerlendirme yazısı da yazmıştınız hocam. Çok teşekkür ederim size. Bu kitaptaki
41 denememizi oturup birkaç yıl içinde yazmadım. Mesela bu kitapta yer
verdiğimiz ölümle ilgili denememiz, “Yedi Güzel Adam”ın çıkardığı “Mavera”
dergisinde yayımlanmıştı 1990 yılında. Çeyrek asır içinde yazıp bir kısmını çeşitli
dergi ve gazetelerde yayımladığım kültür-medeniyet eksenli denemelerimizi
tekrar gözden geçirerek, bazılarını da son bir yıl içinde kitabın çerçevesini
belirledikten sonra kaleme alarak özgün bir deneme kitabı çıkarmış olduk.
Deneme türünde şiirlerle süsleyerek, samimi, akıcı ve sade bir üslupla önemli
konuları işlemiş olmamız, gerek okullar nezdinde gerekse kültür-edebiyat dünyasında
büyük ilgi görmesine vesile oldu sanırım. Birçok ilde, onlarca lisede okuma projesi
çerçevesinde okutuldu bu kitabımız. Kültür ve Turizm Bakanlığı da halk
kütüphaneleri için bir miktar satın aldı bu kitabımızdan.
M. Nihat MALKOÇ: Birkaç ay
evvel "Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız" (Derleme), "Kırk
Yazardan Kırk Hikâye" (Derleme), "Ortaokullar İçin Hikâye
Seçkisi" (Derleme), "Hüzün Yağmurları" (Şiir) adıyla peş peşe
dört kitap birden çıkardınız. Niçin ayrı ayrı zamanlarda değil de bir anda ve
bir arada çıktı bu kitaplar?
Ahmet SEZGİN: Hocam, ilkokul,
ortaokul ve gençler için hikâye seçkileri çalışmalarımız, bir bakanlık
danışmanından gelen, bana büyük bir heyecan veren büyük bir okuma projesi
teklifiyle başladı. 2 yıl boyunca günde 7-8 saat, tatil döneminde ise 13-15
saat araştırarak, okuyup yazarak 3 hikâye seçkisini yayına hazır hale
getirmiştik zaten. Pandemi sebebiyle kitapların bakanlıkça yayınlanması
gecikince biz, kendi imkânlarımızla ilkokul ve ortaokullar için hikâye
seçkilerimizi yayımladık. Gençler için hazırladığım, çok büyük emek verdiğim “Gençler
İçin Hikâye Antolojisi” isimli kitabımız, proje teklifinin geldiği bakanlıkta
yayımlanmayı bekliyor.
“Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” isimli
derlememiz ise aslında 2002 yılında ön sözü bile tarafımızdan yazılmış bir
kitap çalışmasıydı. Fırsat ve maddi imkân bulup da yayımlamak nasip olmamıştı
yıllarca. Yüz yüze eğitimin yapılamadığı, tedbir amaçlı evlerimize kapandığımız
bu koronavirüs sürecinde bu derleme kitaplarımızı tamamlayıp yayımlama imkânını
bulduk. Şiir kitabımızın yayınlanması teklifi de aynı döneme denk gelince 2020
yılında dört kitabımız birden okuyucuyla buluşmuş oldu. Bu özel ve zor dönemi
okuyup yazma açısından, kültürel ve manevi bakımdan verimli ve hayırlı
değerlendirmiş olduk Allah’a şükürler olsun. Rabbim, bu kitaplarımızı hayırlara
vesile kılar inşallah.
M. Nihat MALKOÇ: Yahya Kemal
Beyatlı'dan Nihat Sami Banarlı'ya, Mehmet Kaplan'dan Tahsin Banguoğlu'na, Refik
Halit Karay'dan Sezai Karakoç'a, Peyami Safa'dan Rasim Özdenören'e, Cemil
Meriç'ten Erol Güngör'e, D. Mehmet Doğan'dan Oktay Sinanoğlu'na kadar birçok
şair ve yazarın dille ilgili duygu ve düşüncelerini bir araya getiren
"Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız" adlı derleme kitabınız çok önemli
bir boşluğu dolduruyor. Bildiğim kadarıyla bugüne kadar dille ilgili birçok
yazı yazılsa da bu yazılar böyle kapsamlı bir kitapta bir araya getirilmemişti.
Bu kitabın kütüphanelerimizde çok önemli bir boşluğu dolduracağına inancım
sonsuzdur. Böyle bir derleme yapma fikri nerden aklınıza geldi? Kitabı
hazırlarken nasıl bir yol izlediniz? Kitabın hazırlanış süreciyle ve kitapla
ilgili neler söylemek istersiniz?
Ahmet SEZGİN:
Bu kitabımızla ilgili güzel düşünce ve
dilekleriniz için çok teşekkür ederim hocam.
Bir zamanlar dünyanın en zengin şiir ve müzik
dili olmayı başarmış Türkçenin öz yurdunda garip muamelesine tabi tutulması,
fakirleştirilmesi, milletimize ve medeniyetimize yabancılaştırılması, saldırıya uğraması, yozlaştırılması, kirletilmesi, musikisinin bozulması,
Türk dili ve edebiyatı eğitiminin ülkemizde bütün kademelerde
içler acısı olması sebebiyle Türkçemizin feryat etmesi; hem bir Türk dili ve
edebiyatı öğretmeni hem de bu dille konuşup yazan bir şair-yazar olarak beni
derin bir şekilde yaraladı.
Öztürkçecilik (tasfiyecilik) hareketiyle dilin
fakirleşmesi ve bir “uydurma dil”in oluşturulması, yabancı kelime hayranlığıyla
dilimizin kirletilmesi ve yabancı dil işgali, yabancılaşma, yabancı dille
eğitim hastalığı ve “Türkçeden kaçış”, noktalama ve imlâ hataları, anlatım
bozuklukları, telaffuz, vurgu ve tonlama yanlışları, basın yayın organlarındaki
akıl almaz özensizliklerle lisanımızın bozulması, günlük dille şarkı ve
dizilerdeki sözlerin argolaşması, internetin yaygınlaşmasıyla “dijital dil”in
oluşması, kavram kargaşası, terim türetme ve sözlük yapma gibi dil meseleleri;
beni derin derin düşündürdü yıllarca. Bu büyük kültür davası ve meselesine hal
çareleri aramaya, yakılmak istenen Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giden
karınca misali “Tarafımız, dostluğumuz belli olsun.” diye bir şeyler yapmaya
mecbur kıldı. Çünkü din-dil
ve tarih şuuru olmadan millî bir şahsiyet kazanamayacağımızın, “ses bayrağımız” olan dilimizi koruyup
zenginleştirmeden, kültür ve medeniyetimizin taşıyıcısı ve koruyucusu
Türkçemizi bütün güzellikleriyle doğru bir şekilde yeni nesillere öğretmeden
fert ve millet olarak güçlü olamayacağımızın şuurundaydım.
İstedim ki, bu kitapta yer verdiğim Türkçe
meseleleri ve davasıyla ilgili metinlerin her biri; bütüncül ve ilmî bir dil
anlayışıyla yüreklere dokunsun, okuyanları derinden sarssın, düşündürsün,
dertlendirsin, gaflet uykusundan uyandırıp ayağa kaldırsın. Şairin “Dil
yâresini andıracak yâre bulunmaz.” diye ifade ettiği bu derin dil yarasına,
ilim ve kültürün ışığında Türkçe sevgisi ve bilinciyle bir millî neşter
vurulsun istedim. Öyle hayal ettim ki bu kıymetli yazılar, herkesin millî ve
manevi değerlerimize sahip çıkacak bir dil şuuruna ererek zengin, güzel ve sade
Türkiye Türkçesiyle konuşma ve yazmasına vesile olsun; malzemesi zengin ve
güzel Türkçe olan Türk edebiyatı ve musikimizi sevdirsin, dil duyarlılığıyla
birlikte Türkçenin saygınlığı artsın.
Millî kültür şuuru ve Türkçe aşkıyla
hazırladığım “Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” isimli araştırma-derleme
kitabımız; kültür ve medeniyet hayatımızın en önemli davalarından olan Türkçe
meselesinde liyakatli ve itidalli olduklarına inandığımız değerli akademisyenle
dil ve kültür davasını kendisine dert edinmiş yazar, fikir adamı ve şairlerin
Türkçe şuuru ve meseleleriyle ilgili çoğu kitap olmak üzere, çeşitli dergi ve
gazetelerde yayımlanan, birbirinden değerli deneme, makale, fıkra türü
yazılarıyla şiirlerinden oluşmaktadır. Kitaptaki yazıların çoğu, Türkiye
Türkçesinin meseleleri, çözüm yolları ve dil şuuruyla ilgilidir.
“Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” isimli
kitabımız; “Türkçe Sevgisi ve Şuuru-Dil Davamız”, “Dil Meseleleri-Türkçenin
Feryadı”, “Öztürkçecilik Adıyla Dilde Tasfiyecilik-Fakirleşme”, “Yabancı Dil
İstilası-Yabancılaşma”, “Yabancı Dille Eğitim Faciası”, “Dil Yanlışları-Anlatım
Bozuklukları”, “Türkçe Eğitim ve Öğretimi Meselesi”, “Türkçe Sevgisi ve
Meselesiyle İlgili Şiirler” ana başlıklarıyla 8 bölümden oluşmaktadır. (Bu
derlemenin içinde toplam 110 düz yazı, 14 adet de şiir metni bulunmaktadır.)
“Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” isimli
derlememizde daha çok yazar ve akademisyene yer verebilmek için dil konusunda
hassas olan yazarların Türkçe şuuru ve meseleleriyle ilgili en özgün, güzel,
akıcı ve kısa yazılarından -dil davasıyla ilgili çokça yazan 5 istisna dışında-
birer metin almayı uygun gördüm. Değerli akademisyenlerimizin Türkçe
meseleleriyle ilgili kıymetli ama resmî, bol kaynaklı ve akademik dille
yazdıkları bilimsel makalelere Türkçenin feryadını ve dil davamızı çok geniş
kesimlere duyurabilmek için kitabımızda fazla yer vermedim.
Türkçe şuuru, davası ve meseleleriyle ilgili
olarak 1997 yılında başlayan bu derleme çalışmamız, 2003 yılında ağırlıklı
olarak tamamlandığında bin sayfayı aşan bir hacme ulaşmıştı. O zamandan bugüne
gelinceye kadar yeni yazıları da göz önüne aldığımızda bütün yazıları defalarca
okuyup çok titiz bir şekilde elemeye tabi tutmamız zaruret oldu.
20 yıllık geniş, titiz ve çileli bir
araştırmanın ürünü olan “Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” isimli derleme
çalışmamızın; başta eğitim, ilim, kültür, sanat, basın-yayın camiası olmak
üzere toplumun bütün kesimlerinde Türkçe sevgisi ve duyarlılığıyla birlikte
“millî kültür ve ana dil bilinci”nin oluşmasında; dil davamıza, çok önemli bir
memleket ve kültür meselesine sahip çıkılmasında önemli bir katkısı olur
inşallah.
M. Nihat MALKOÇ:
"Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız" kitabının hem "Ön
Söz"ünde hem de "Giriş" kısmında genel anlamda dille, özel
anlamda Türkçeyle ilgili çok önemli tespit ve teşhisleriniz var. Başta, kitabı
okuma imkânı bulamayanlar ama merak edenler için ve bu dil tarlasını her gün
ekip biçenler için sizin Türkçeyle ilgili hassasiyetinizi ve dil hakkındaki
görüşlerinizi özetle de olsa öğrenmek istiyoruz.
Ahmet SEZGİN:
Hayata, dünyaya, kendimize dil aracılığıyla
anlam veririz. Düşüncelerimizi, duygularımızı, inançlarımızı, kimliğimizi,
kâinatı dil vasıtasıyla anlatırız. Ana dilimizle düşünür, ana dilimizin mantığıyla hayatı görüp
“medeniyet tasavvuru” geliştiririz. Dilimiz; edebiyatımız, musikimiz, gönül
sesimiz, tarihimiz, millî mirasımız, ilmimiz, irfanımız, haysiyetimiz,
kimliğimiz, medeniyetimiz kısaca kültür köprümüz, ana yurdumuz, söz ve “ses
bayrağımız”dır. Dil; duygu, düşünce ve kültürün aynasıdır.
Dünyanın en büyük ilim adamlarından biri kabul
edilen, aynı zamanda çok kıymetli fikir adamı Oktay Sinanoğlu, Türkçenin hayatî
önemini çok veciz bir üslupla şöyle ifade ediyor: “Türkiye’nin kurtuluşu
Türkçenin kurtuluşuna bağlıdır; Türkçe giderse, ne Türkiye kalır ne Türk
Dünyası ne de Türk.”
“Mankurtlaşmak”, yani kimliğimizi ve
hafızamızı kaybetmek istemiyorsak “dil yâre”siyle ağlayan Türkçenin feryadına
yürekten kulak verip “dil davası”nı dert edinelim. Dilimizi haysiyetimiz olarak
görelim. Millî değerlerimize sahip çıkarak ve dil şuuruyla Türkçemizi doğru
öğrenerek güzel konuşup yazmaya özen gösterelim. Yahya Kemal’in “ağzımızda, anamızın dili gibi
helâl ve güzel olmalıdır” dediği Türkçemize; Türkçenin imkânlarını hakkıyla ve
en güzel şekilde kullanan kıymetli ediplerimize ve bizlere anne sütü gibi tatlı
ve temiz dil zevkini verecek güzel eserlere sahip çıkalım. Kültürümüzün kaynağı
dilimizi koruyup zenginleştirelim.
Dil davamıza sahip çıkalım ki, “Türk’ün en
muhteşem türküsü” olan Türkçemiz, kıyamete dek sevgiyle, şiirle ve şuurla
söylensin.
M. Nihat MALKOÇ: Aslında
kitabınızın adında geçen "Türkçenin Feryadı" ifadesi çok şey
anlatıyor bize. Bu ifade bile kitabın muhtevası ve bakış açısıyla ilgili bir
fikir veriyor biz okurlara. Demek ki söz bayrağımız olan bu dil, doğal
mecrasından uzaklaştırılmaya çalışıldı. Sözün bu noktasında tarihî süreçte
Türkçenin başına gelenlerden bahsedebilir misiniz? Bu güzel ve zengin dili
yarınlarımızın teminatı olan gençlere öğreten ve sevdiren bir eğitimci olarak
Türkçenin dünü, bugünü ve yarını hakkında neler söylemek istersiniz?
Ahmet SEZGİN:
Türk milleti, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra
dilini de hem İslamlaştırmış hem de zenginleştirmiştir. Bu dönemde Türkçe;
başta Arapça ve Farsça olmak üzere birçok dilden kelime ve kavram alıp çok
zengin bir “medeniyet dili”, büyük bir “şemsiye dil” olmuş; “ses bayrağımız”
olarak beş kıtada dalgalanmıştır. Türkçe,
altı yüz yıl Anadolu'nun, Balkanların, Kuzey Karadeniz'in, Kafkasların,
Arap Yarımadasının hatta bütün Kuzey Afrika'nın bile ortak dili olmuştur.
Türkçe; Ahmet Yesevi ile “hakikat
dili” vasfını kazandıktan sonra çok güçlü bir ilim, kültür, sanat ve edebiyat
dili de olmuştur. Türk milleti; Türk-İslâm medeniyetinin de dili olan Türkçe
ile Ahmet Yesevi, Yusuf Has Hacip, Yunus Emre, Karacaoğlan, Âşık Paşa, Fuzûli,
Bâkî, Nâbî, Süleyman Çelebi, Pir Sultan Abdal, Nefî, Nedim, Şeyh Galip, Evliya
Çelebî; Namık Kemal, Ahmet Hâşim gibi büyük edipler yetiştirmişti.
Arapça ve Farsça tamlamaları çokça
kullanan Divan edebiyatı ile aşırılığa kaçan Türkçe; 1878’de kabul edilen
Osmanlı Anayasası’yla “devlet dili” ilan edilerek koruma altına alınmıştı.
Millî Edebiyat Döneminde Ömer Seyfettin öncülüğünde çıkan “Genç Kalemler”
dergisi ve başlattığı “Yeni Lisan” hareketi sayesinde de “sade ve orta yolu”
bulabilmişti. Millet tarafından anlamı bilinen, Türkçenin atasözlerine,
deyimlerine, türkülerine, masallarına, manilerine, bilmecelerine girmiş, kısaca
halk edebiyatına mal olmuş kelimeler Türkçe kabul edilmişti. Bu sade ve orta
yolu tâkip eden Reşat Nuri, Yakup Kadri, Yahya Kemal, Mehmet Âkif, Necip Fazıl,
Ahmet Hamdi, Peyami Safa, Halide Edip, Refik Halit, Falih Rıfkı, Memduh Şevket,
Faruk Nafiz, Fazıl Hüsnü, Cahit Sıtkı, Sait Faik gibi edebiyatçılarla Türkçe,
şaheserler vermeyi başarmış; “çağın bilgi, ilim, sanat birikimini yansıtacak
şekilde” zengin ve pürüzsüz bir dil olmuştur.
Binlerce yıllık mazisi olan; kendisiyle kültür,
sanat, fikir, ilim alanında yüz binlerce kıymetli eser verilen, kelime türetme
gücü ve ses özellikleri son derece zengin, yapısı çok sağlam, kelime hazinesi
yüz binleri bulan, diller arasında en çok atasözü ve deyimlere sahip olan,
dünyada çok geniş sahada en çok konuşulan diller arasında yer alan ana dilimiz
güzel Türkçenin yüz yıllar boyunca yaşadığı sıkıntıları olmuştur. Ancak büyük
bir medeniyet krizini yaşadığımız Cumhuriyet döneminde Türkçenin yaşadığı
felaketler, en önemli kültür meselesi haline gelmiştir.
Bin yıllık köklü Türkçenin zengin ve güçlü
dönemi, yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde başlatılan “öztürkçecilik”
hareketiyle sona erdi. Bir “kültür soykırımı” gerçekleştirilerek milleti millet
yapan, kültürün en önemli unsurlarından olan dilin “kültür köprüsü” özelliği de
yok edilmeye çalışıldı. Bu yeni dille, baba ile evlâdın, mâzi ile hâlin arası
tamamen açıldı.
16 imparatorluk, 38 de devlet kuran bir büyük
milletin çocukları, kendi kültür ve dilinden dolayı Batı karşısında aşağılık
kompleksine kapılmıştır. 700 yıllık zengin dilimiz de, “Osmanlıca” diye
yaftalanıp önce “öztürkçe”yle fakirleştirilmiş, sonra da Fransızca, Latince ve
İngilizcenin işgaline maruz bırakılarak yozlaştırılıp yabancılaştırılmıştır.
Dilimizi yabancı dillerin işgalinden kurtaracağız denilerek tarihî-dinî
hafızamızla, köklerimizle bağlarımız koparılmıştır.
XX. yüzyılın sonlarına doğru Türkçe, İngilizce kelimelerin işgaline
uğrayarak “Türkingilizce”ye dönüşme tehlikesini yaşamaya başladı. İngilizce
kelimelerle konuşma ve yazma modası, önce “yabancı dil öğrenme fetişizmi”ne,
sonra da “yabancı dille eğitim” yapma hastalığına dönüştü. Dilimiz gittikçe
yozlaştı, bozuldu.
Dilimize felsefe, sosyoloji, psikoloji,
siyaset, uluslararası ilişkiler gibi sosyal bilimlerin tamamında; hatta dinî
ilimlerde bile tercüme kokan terim ve kelimeler ile yabancı dillerden kavramlar
hâkim oldu. Tıp terimleri ise, Latince terminolojinin işgali altında.
Yirmi birinci yüzyılın başında Türkçe
Sözlük’te yer alan kelime sayımız yüz bini aştı ama bu kelimeleri bilip
kullanan kişi sayısı çok az. Türk klasiklerini sözlük yardımı olmadan
anlayabilecek kaç üniversitelimiz; bin kelimeyle konuşup yazan kaç lise
mezunumuz var acaba?
D. Mehmet Doğan: “Türkçenin geleceği ile
ilgili karamsarlığımı ancak şiirler ümide tebdil edebiliyor.” diyor. Türkçe;
her türlü meselelerine rağmen bir ilim, düşünce, kültür-sanat dilidir
günümüzde. Ancak dilimizi koruyup zengin
bir şekilde işlemezsek, Türkçenin feryadına kulak verip dil davamıza sahip
çıkmazsak çok büyük bir kültür yabancılaşması, istiklâlimizi de tehlikeye
düşürecektir.
M. Nihat MALKOÇ: Öğrenmenin en
yoğun, en etkili ve en kalıcı olduğu ilkokul düzeyindeki çocukların dil
gelişimi, Türkçe sevgisi, sözlü ve yazılı olarak kendilerini ifade etme
becerisi edinmeleri geleceğimiz açısından hayatî bir ehemmiyete sahiptir. Siz
bu gerçekten yola çıkarak, çocuklarımızın abur cubur yemek kadar tehlike arz
eden niteliksiz metinler okumamaları için, tabir caizse, onlara bir
"okunacak hikâyeler listesi" hazırladınız. "Kırk Yazardan Kırk
Hikâye" adını verdiğiniz, 8-10 yaş aralığındaki çocuklara hitap eden 160
sayfalık bu kitapta Mevlâna'dan Ahmet Kabaklı'ya, Reşat Nuri Güntekin'den
Muzaffer İzgü'ye, Cahit Zarifoğlu'ndan Mustafa Özçelik'e, M. Yaşar Kandemir'den
Gökhan Ayçiçek'e kadar birçok yerli ve millî yazarın çocuklara dil zevki veren
seçkin metinlerini bir araya getirdiniz. Bu kitabı hazırlarken hangi pedagojik
endişeleri ve gayeleri dikkate aldınız?
Ahmet SEZGİN: “Kırk Yazardan Kırk Hikâye” isimli kitaptaki ürünlerin; 8-10 yaşlarındaki çocukların dil gelişimi ve anlama seviyelerine uygun, iyi kurgulanmış, anlayabilecekleri sade bir dille yazılmış, Türkçeyi doğru ve güzel kullanmalarını sağlayan, hayal güçlerini harekete geçiren, duygu ve düşünce dünyalarını, hayata bakış açılarını zenginleştiren; onlara okuma ve Türkçe zevkiyle birlikte doğru düşünme ve davranma alışkanlıkları kazandıran; çocukları eğitirken eğlendiren, gerçekçi, ilgi çekici, akıcı ve güzel hikâyeler olmasına büyük özen gösterdim.
M. Nihat MALKOÇ: Biz
öğretmenlerin ve velilerin bugün en çok şikâyet ettiği konu, öğrencilerin
(çocukların) yeterli düzeyde kitap okumamasıdır. Siz bunu kendinize dert
edinmiş olmalısınız ki "Ortaokullar İçin Hikâye Seçkisi" adıyla
Abdülhak Şinasi Hisar'dan Ahmet Hikmet Müftüoğlu'na, Ömer Seyfettin'den Sait
Faik Abasıyanık'a, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan Sabahattin Ali'ye, Mustafa Kutlu'dan
Bestami Yazgan'a kadar birçok büyük hikâyecinin eserlerini içeren 255 sayfalık
ortaokul düzeyinde bir kılavuz kitap hazırladınız. Bu kitap, ne okuyacağını
bilemeyen öğrenciler için bir yol haritası niteliğinde rehberlik vazifesi
görecektir. Kitaba alacağınız hikâyeleri ve yazarlarını seçerken nelere dikkat
ettiniz? Kitap muhataplarına (10-14 yaş arası okuyucu kitlesine) ulaşabildi mi?
Ahmet SEZGİN: “Ortaokullar
İçin Hikâye Seçkisi”nde yer verdiğim toplam 65 hikâyenin sevgi, saygı, edep,
nezaket, dostluk, kardeşlik, aile bağları, misafirperverlik, vefa,
sadakat, merhamet, şefkat, iyilik, yardımlaşma, takdir ve teşekkür etme,
pişmanlık, fedakârlık, alçakgönüllülük, duygudaşlık, affetme, hoşgörü, adalet,
doğruluk, dürüstlük, çalışma azmi, sorumluluk, yaşama sevinci, mutluluk,
özgüven, ümit, sabır, cesaret,
kahramanlık, özgürlük, insan ve hayvan hakları; Allah, vatan, millet, bayrak,
dil sevgisi gibi millî, manevi ve insanî değerleri işleyerek çocukların
kişiliklerini geliştirici, ruhî ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayıcı özelliklerini
dikkate aldım. Özellikle de Türkçe Dersi Öğretim Programı’ndaki kazanım ve
temalara uygun hikâyeler seçmeye gayret ettim.
“Ortaokullar İçin Hikâye
Seçkisi”ni hazırlamaya başlarken birikim ve zevkine güvendiğim onlarca Türkçe
öğretmeniyle öğretmen-yazardan çok beğendikleri, ortaokullar için uygun
gördükleri hikâye isimleri aldım. Seçkide daha çok hikâyecimize yer verebilmek,
okurlarımızı sıkmamak için yazarlarımızdan seviyeye uygun, etkili, güzel ve
kısa birer hikâye (öykü) almayı uygun gördüm. Bu hikâye seçkisinde yer verdiğim
yazarlar, 3’ü hariç modern Türk edebiyatına mensup sanatçılarımızdır.
Hikâyelerin çoğu, yaşayan hikâyecilerimize ait ürünlerdir.
Hocam, bu seçkiler eğitim camiasıyla
yazarlarımızdan büyük bir ilgi gördü. Ancak pandemi sürecinde yüz yüze eğitim
yapılamaması sebebiyle bu kitaplar çocuklarımıza pek ulaşamadı. İnşallah
ebeveynlerle aileler, okuma hususunda duyarlı davranıp çocuklarımızı bu güzel hikâyelerle
buluştururlar.
M. Nihat MALKOÇ: Sizin
şairliğinizin ve yazarlığınızın yanında gazete yazarlığınız (köşe yazarlığı) da
var. Bugüne kadar değişik yerel gazetelerde güncel ve edebî kategorilerde
birçok yazılar yazdınız. Biraz da bu yönünüzden söz eder misiniz?
Ahmet SEZGİN: İlk yazılarım,
Samsun/ Gürses gazetesinde 1985’te yayımlandı. Daha sonra Millî Gazete, Akit,
Vakit, Yeni Akit, Vahdet gibi ulusal gazetelerde ara sıra deneme, fıkra, kitap
tanıtım, anı, inceleme türü yazılarım yayımlandı.
Bir ara Samsun/ Olay gazetesinde köşe
yazıları yazdım. 2000–2005 yılları arasında İsmet Gültekin tarafından çıkarılan
Terme Birlik Mefkûre gazetesinde “Kültür Köprüsü” isimli köşemde yazılar
yaptım. 2006 yılında Terme Bilgi Gazetesi’nde Gazeteci-Yazar Eyüp Şentürk’ün
ısrarıyla başladığım yazılarımı “Kültürden İrfana” isimli köşemde yazmayı
sürdürmekteyim.
M. Nihat MALKOÇ: Araştırmacı,
şair ve yazar Ahmet Sezgin'in bugüne kadar hayal ettiği; fakat bir türlü
gerçekleştirme imkânı bulamadığı bir şey var mı?
Ahmet SEZGİN: Hikâyelerimi,
hatıralarımı, inceleme yazılarımı ayrı ayrı yayımladıktan sonra uzun yıllar
üzerinde kafa yorduğum bir eğitim romanı yazmayı hayal ediyorum. Bunların
dışında İstiklal ve İslâm Şairi Mehmet Akif’i çok yönlü tanıtan bir kitapla “yolumuzu
aydınlatan yıldızlar”ın biyografilerini de yazmayı düşünüyorum.
M. Nihat MALKOÇ: Kıymetli
hocam, bu söyleşinin gerçekleşmesi için bize vakit ayırdığınız ve de
sorularımızı samimiyetle cevapladığınız için size çok teşekkür ediyorum.
Ahmet SEZGİN: Değerli hocam,
benim için de çok güzel bir söyleşi oldu. Çok mutlu oldum. Bu güzel ve
tafsilatlı sorularınızdan dolayı ben de size çok teşekkür ederim. İnşallah
güzellik, şuur ve hayırlara vesile olur bu sohbetimiz.