M. NİHAT MALKOÇ
Kadın, şehirlerin ruhunu besleyen
bir çeşmedir. Bu çeşmeden sevgi, şefkat ve merhamet akar. Kalbimizin
bozkırlarını o çeşmeden akan hayat suyuyla sularız. Çoraklaşmaz bu sudan
nasiplenen yürek tarlası… Büyür, serpilir, irileşir daima…
Kentin
izbe köşelerinde kadın çığlığı duymak yarınlarımıza ihanettir. Gülü kurşuna
dizmektir goncaların başucunda… Şayet kadın suretleri kaldırımlara düşmüşse, o
suretler fütursuzca çiğneniyorsa, o şehir kahır soluyor demektir. Kahırla zehir
birdir kanımca…
Tarifsiz kederler atmosferi
kuşatınca kadın eli dağıtır efkârımızı. Gece düşlerimize pusu kuranlar,
rüyalarımızı kanatanlar, kadını buruşturup bir kâğıt misali atanlar, şehirlerin
üstüne çöken kapkara bir kâbustan farklı mıdır? Yoksa ondan daha esrik ve
pejmürde bir ruhun şehre düşmüş çirkef ve bayağı gölgesi midir? Bu gölge ateş
dağlarına düşen mumdan farksızdır.
Haraptır kadını meta diye oradan
oraya savuran şehirlerin yüreği. Vicdanlar kanayınca kanunların baskısı ve polisin
eli tenhalara erişemez. Yoksul, mutsuz ve umutsuz yarınlar böyle bir toprakta
büyür, serpilir ve filizlenir. Sevgi, şefkat ve merhamet dirhemle ölçülür böyle
bir müflis ticarethanede… Ölçüsüzlük ölçü kabul edilir, düzensizlikse düzen…
Kadının ve şehrin esrarı
kuytularında gizlidir. İlk bakışta çözemezsiniz kodlarını… Öyle bir bakışta
okunmaz gözbebeklerindeki tılsım… Herkese de açmaz sırrını, kolay kolay ifşa
etmez. Güven ve sadakat bekler sırrını sunacağı kişilerden… Onu çözmek dünyayı
keşfetmekten zordur çoğu zaman… Zira içinde koca kâinat saklıdır onun.
Şehirler kadınlarla uyanır, güneş
onların nurlu yüzünden alır ışığını. Her doğan gün taze bir başlangıçtır
onların atmosferinde. Dünya onlarla kurulur baştanbaşa. Şehirlerin kadınları
olduğu gibi, kadınların da şehirleri vardır. Kadınların kendini huzur
atmosferinde ve hüznün uzağında bulduğu kentler hasretin kıyısında kurulmuş
müstesna köşelerdir.
Sevdalara başkent olacak kutlu
şehirler süslüyor hayallerimizi. Bu şehirlerde kanunlar vicdan kitabından
süzülsün istiyoruz. Kusurlar şefkatin ve hoşgörünün gölgesinde kalsın.
Kokusuna, havasına, tadına doyum olmaz böyle şehirlerin. Orada yaşamak
ayrıcalıktır muhakkak… Hangi gönül kanatlanmaz böyle bir kentin ağaran
şafağında.
Ürkmüşüm ömrün boyunca kadınlara
kapalı şehirlerden. Tiksinmişim böyle karanlık bir gök kubbenin altında
yapayalnız kalmaktan. Karabasanlar basmıştır beni her gece yarılarında.
Uykularım bölünmüştür kâbusların sağanağında, ıslanmışın sırılsıklam… Kapısını
kadınların yüzüne kapatan şehirlerin anahtarlarını bulamayınca, kırmak
istemişim demirden kilitlerini ağır ve güçlü balyozlarla. Paramparça olmuş
ruhum kilit paramparça olmayınca... Kalbim en ağır kışlarda tipiler yemiştir,
efkârım bine bölünmüştür mevsimlerin en olmazında. İklimlere başkaldırmışın
deliren ruhumla… Azat etmişim zincirlere vurulan hissiyatımı…
Nice şehirler; seven ve sevilen kadın için terkedilmiştir,
nice şehirler iki kadına dar gelmiştir. “Dû-zen olan yerde düzen olmaz” diyen
şair, ne kadar da doğru söylemiştir. Şehirlere sığmayan kadın ruhu, bir evin
yarısına, bir gönlün parçasına sığmamıştır elbet… İnce belli, selvi boylu
kadınların sığmadığı kentler olduğu gibi, kentleri içine sığdıramayan kadınlar
da geçmiştir gönül dünyamızdan. Her birinin silueti yansımıştır yürek
kanaviçesine…
Kadınları bağrına basan kentler hep
itibar görmüştür, yücelmiştir sevgi coğrafyasında. Sevgileri ve sevgilileri bir
arada tutamayan kentler tarihin çöplüğünde kıvranmıştır daima. Kadını yâr kabul
eden ve onun sarı saçlarını kırkikindi yağmurlarıyla yıkayıp bir anne
şefkatiyle ören kentler, gönül kadehlerini aşk ve muhabbetle doldurmuştur.
Sevgiyi kadınla birleştiren ve sahiplenen kentler yaralı bilinçlerimize merhem
olmuştur. Gözlerden boşalan hüzün damlaları kadın dostu kentlerle sevinç
gözyaşlarına terk etmiştir kuytularını. İşte kadın o zaman kadın olmuştur; içi
gerçek aşk ve sürurla dolmuştur.