M.
NİHAT MALKOÇ
Sonsuzluğa
Açılan Kapıdır Ölüm...
Ölüm her geçen gün
yalnızlaştırıyor bizi. Gidenler, sadece acı tatlı hatıraları bırakıyor
arkalarında. Ağacın dalları kökten
beslenemeyince bir anda kesiveriyor meyve vermeyi. Gürül gürül akan çeşmeler
kuruyor, mis kokan güller susuzluktan boynunu büküyor, bulutlar ağlamayınca da
gönül toprağı çölleşiyor. O, çok anlam verdiklerimiz anlamını kaybediyor.
Hakikatte ölmüyor, sonsuza doğuyor
insan. Sadece dünyaya açılan penceremiz kapanıyor. Zira ölüm bu ara
âlemden(hayal âleminden) ana âleme doğuşun müjdecisidir. Gördüğümüz rüyadan
mutlak hakikate uyanmaktır ölüm. Bu dünyevî(süflî) yaşamdan, uhrevî(ulvî)
yaşama intikal etmektir. Nefes aldıkça ürktüğümüz, gelmesini pek de
istemediğimiz ölüm, sonlunun sonsuza dönüşmesinde bir milâttır; güzel bir
başlangıçtır.
İlâhî huzura giden yolda bir durak
olan ölüm, en büyük ayet olarak duruyor karşımızda. O, bastığımız zeminin ne
kadar çürük ve eğreti olduğunu gösteriyor bizlere.
Ne bir an öne alınabilen ne de bir
an ertelenebilen bir vakıa olan ölüm; bizleri nefsimizle muharebeye ve de
gönlümüzle muhasebeye çağırıyor. O, kaçınılmaz bir gerçek olarak bize şah
damarımızdan daha yakın duruyor. Biz o küçük aklımızla onu hep öteliyoruz.
Bir Mücahide Hanım'ın Tercüme-i Hâli
"Huzur Sokağı" romanıyla,
başta gençler olmak üzere, geniş kitlelerce tanınan ve sevilen yazar Şule
Yüksel Şenler Hanımefendi'nin 28 Ağustos
2019'da dar-ül fenadan dar-ül bekaya irtihal etmesi beni ölümle ilgili böyle
bir girizgâh yapmaya memur ve mecbur kıldı.
Türk romanına farklı bir bakış açısı
kazandıran Şule Yüksel Şenler 29 Mayıs 1938 tarihinde, Kayseri'de; modern diye
tabir edilen bir ailenin içinde doğmuştu. O; Kıbrıslı bir anne babanın üçü kız,
üçü erkek olmak üzere altı çocuğundan biridir. Babası, o doğmadan evvel
İstanbul'a göç etmişti. Babasının memuriyeti nedeniyle yurdun dört bir tarafını
dolaşmışlar. Bu çerçevede altı buçuk yaşına kadar Karabük'te kalmış,
çocukluğunu orada geçirmiştir. Daha sonra
İstanbul'a yerleşmişler, oradan bir daha da ayrılmamışlar.
Şule Yüksel Şenler, ortaokul ikinci
sınıfa kadar okumuş, ailevî nedenlerden dolayı okulu bırakmak mecburiyetinde
kalmıştır. Fakat okulu bıraksa da kitabı ve okumayı hiç bırakmamıştır. Öyle ki
yerli eserlerin yanında yabancı eserleri de okumaya gayret etmiştir. Uzun ve
ısrarlı okumalar, onun ruh dünyasında büyük etki oluşturmuş; bu, zaman
içerisinde ete kemiğe bürünme noktasına gelerek yazma eylemini ateşlemiştir.
Önceleri kısa bir şeyler yazarak onları yakın çevresindeki arkadaşlarla
paylaşmış, o kişilerin takdirini kazanmıştır.
Batı'ya Gidip de Doğu'ya Varanlardandı
Şule Yüksel Şenler...
Mazbut ve modern sayılabilecek bir
ailede yetişen Şule Yüksel Şenler'in değişiminde ve dönüşümünde ağabeyi Özer
Bey'in tesiri büyüktür. Fakat önce ağabeyi okulundaki İslâmcı arkadaşlarının
etkisiyle belli bir değişim ve
dönüşümden geçmiştir. Arkadaşlarının sohbetleri, hâl ve hareketleri Şule
Hanım'ın ağabeyini çok etkilemiştir. Öyle ki ağabey Özer, evde namaz kılmaya
başlamıştır. Bu durum Şenler ailesinde biraz alayla, biraz da endişe ve tedirginlikle karşılanır. Baba, oğlunun kandırıldığını
düşünerek ona nasihatlerde bulunur. Bu idealist delikanlı, namaz kılmakla
kalmaz; bu sefer de annesinin örtünmesi için ona adeta yalvarır. Olumsuz
tepkilerle karşılaşan ağabey, Allah rızası için hem okulunu hem de evi terk
eder.
O yıllarda henüz İslâmî bir şuura
sahip olmayan Şule Yüksel Şenler; Özer ağabeyinin, inancı uğruna her şeyi elinin
tersiyle bir kenara itişinden ve dirayetinden fevkalâde etkilenir. Kardeşini
içten içe takdir eder; ama ailesinin tepkisinden çekinerek bunu ona
yansıt(a)maz. Şule Yüksel Şenler
o sıralarda kardeşi Gonca Gülsel'le birlikte bir kadın dergisinde yazmaya
başlamıştır. Köşesinin adı "Duyuşlar"dır. Bu köşedeki yazılar gazetenin okuyucu
sayısında hissedilir artışlara neden olur. Fakat gazetenin sahibesi hanım,
onların dinî konularda yazmalarından hiç de hoşnut değildir. Onları gerici
bulmaktadır. Fakat gazetenin satışları ciddi miktarda artınca onları gazeteden
kovmaya cesaret edemez. Fakat Şenler kardeşler memnuniyetsizliği hissedince
gazeteden kendileri ayrılır. Şule Yüksel
Hanım'ın aynı zamanda "Yelpaze" adlı bir gençlik mecmuasında da ara
sıra yazıları yayımlanmaktadır.
İslâmî düşüncelerinin gazete
sahibesinin tepkisini çekmesinden dolayı, yazmakta olduğu haftalık gazeteden
ayrılan Şule Yüksel Şenler, bu sefer de Yeni İstanbul gazetesinin gençlik köşesinde
yazmaya başlar. Söz konusu gazetede Türk romancılığının mühim simalarından biri
olan Peyami Safa gibi dev milliyetçi kalemler de yazmaktadır.
Gayretli ve mücadeleci bir insan
olan Şule Yüksel Şenler, bu dönemde yazarlığın yanında Bakırköy'de Ermeni bir
terzinin yanında çalışmaya başlar. Kısa zamanda bu alanda derinleşir. Moda
dergilerini takip ederek tasarım işine girer. Daha sonra kendi adıyla anılacak
olan başörtüsü modelini oluşturur. Çevresindekiler bu örtüye "Şulebaş"
adını verirler.
Entelektüel birikimi ve hitabeti çok
iyi olan Şule Yüksel Şenler, 27 Mayıs 1960 İhtilâli'nin ardından, düşüncelerini
benimsediği ve kendine yakın bulduğu Adalet Partisi'ne girer. Kısa zamanda
Bakırköy Gençlik Kolları Kültür-Edebiyat Kolu Başkanı olur.
İmanlı Gençliğin Sesi: Seher Vakti
Dergisi Yahut Bir Kalemin Dik Duruşu
Şule Yüksel Şenler 25 yaşındayken,
abisi Özer Bey'in yönlendirmesiyle katıldığı dinî bir toplantı onu derinden
etkiler. Fakat o, bu tarz toplantılara modern giyimiyle devam eder.
Alışkanlıklarını değiştirmesi kolay olmaz. Bu yüzden kapanması için iki yıl daha
geçmesi gerekecektir. Nitekim 27 yaşında tesettüre bürünür. Şenler, 1967'de "İslâm
Kadınına Hitap" başlıklı bir yazı yazarak, abisinin vasıtasıyla Mehmet
Şevket Eygi'ye gönderir. Bu yazı Yeni İstiklâl gazetesinde manşetten
yayımlanır. Genç kızlara, sözde modern hayatı dayatan Türk Kadınlar Birliği bu
yazı yüzünden Şule Yüksel Şenler'i mahkemeye verir. Fakat o beraat eder.
Lâik ve Batılı bir dünya görüşüne
sahip olduklarını söyleyen, sözde modern çevreler İslâmî duruşu yüzünden
Şenler'in yakasını bir türlü bırakmaz. Onlar saldırdıkça Şenler'in namı yürür.
Bundan sonra gazetesinde, özellikle kadınlara yönelik İslâmî içerikte köşe
yazıları yazmaya başlar. Bu yazılar kısa zamanda okuyucular tarafından büyük
rağbet görür.
Merhum Şule Yüksel Şenler 15 Kasım
1969’da “İmanlı Türk Gençliğinin Sesi” ifadesini kendisine slogan olarak belirleyen
"Seher Vakti" dergisini çıkarmaya başlamıştır. İlk sayısına Şenler’in
“İdeal Gençlik” başyazısıyla başlanan dergide, “Genç Kızlar”, “Gençlik
Hadiselerine Toplu Bakış”, “İslâmî İlimler Akademileri”, “Sizin İçin”, “Tarih
ve Dünya Çapında Bir Fikir Savaşı”, “Çocuk Dünyası”, “Okuyucu Postası”
bölümlerine sürekli olarak yer verilmiştir. Bunun yanında söz konusu dergide “Allah”, “Tabiat”, “İlim
ve İnsan”, “Kısa Kısa”, “Okuyucuya Mektup”, “Okuyucudan Mektup”, “Fikir
Meydanı” gibi bölümler de ilgiyle takip edilmiştir. Dergide Ali Kemal Belviranlı,
Musa Kavgacı, Gonca Gülsel Şenler, Osman Kültür gibi kişilerin şiirleri ve
yazıları yayımlanmıştır. Dergi sayfalarında Ali Ulvi Kurucu, Gustave Le Bon ve
Alexis Carrel gibi isimlerin de eserleri yer almıştır.Aylık olarak yayımlanan
Seher Vakti, 1 Temmuz 1971’de 22. sayısıyla yayın hayatına son vermiştir.
Elif Gibi Dik Duran Bir Dava Kadınının
Hapishane Yılları
İslâm davasının kadın
kahramanlarından biri olan Şule Yüksel Şenler, Papa'nın Türkiye ziyaretinde
kendisine gösterilen aşırı ilgiye çok üzülür. Bir Müslüman nasıl olur da haçlı
zihniyetinin başı olan bir kişiye bu derece kıymet verir? Bu vahim durum
karşısında hayretini ve şaşkınlığını gizleyemez. Bununla ilgili olarak
"Ağlayın Ey Müslüman Kardeşlerim Ağlayın" adlı yazıyı kaleme alır.
Söz konusu yazı "İmanlı Türk Gençliğinin Sesi" mottosuyla okuyucuyla
buluşan Seher Vakti dergisinde yayımlanır.
Zamanın cumhurbaşkanı Cevdet Sunay bu yazı yüzünden yazar Şule Yüksel
Şenler'e dava açtırır. Şenler, uzun süren mahkemeler neticesinde 1971 yılında
13 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır. Şenler'in bu cezası iyi hâlden 9 ay 10
güne indirilir. Şenler, cezasını Bursa Cezaevi'nde çekmeye başlasa da, iki ay
sonra Cumhurbaşkanı'nın özel affıyla cezaevinden tahliye edileceği müjdesini
alır. Fakat o, bunu bir müjde olarak görmez. Çünkü bir kere onuru kırılmıştır.
Cumhurbaşkanı'nın kendisinden af dilemesi gerektiğini düşünür. Bu yüzden de büyük
bir onurla ve elif gibi dik bir duruşla tahliye olmayı reddeder. Hapishane
şartları kötü olduğu için hastalanır. Mahpusluğun son ayında hastaneye
kaldırılır. Cezasının son bir ayını burada tamamlamak zorunda kalır. Onun bu
asil duruşu İslâm davasına gönül verenlere iyi bir model oluşturur.
Hapishanede dokuz ay boyunca tutulması
Şule Yüksel Şenler'de asla bir korku ve yılgınlık oluşturmaz. Aksine tahliye
olur olmaz, uğruna ölmeyi bile göze aldığı İslâm davasına kalemiyle ve
kelâmıyla hizmet etmeye kaldığı yerden, daha bir azimle ve gayretle devam eder.
Yazı faaliyetlerini ve yurdun dört bir yanında verdiği konferanslarını ısrarla sürdürülür.
Yarınlara dair umudunu ve mücadele ruhunu yitirmez, daha da pekiştirir.
Şule Yüksel Şenler, 32 yaşına
gelince tiyatrocu ve ilâhiyatçı Abdullah Kars'la evlenir. Bu evlilik beş yıl
kadar devam eder. Şener, bir ara İdealist Hanımlar Derneği'ni kurar. Bu
dernekte hanımlar önemli şeyler gerçekleştirir. Derneğe gelen hanımlar arasında
bugünkü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi, o zamanki soyadıyla Emine
Gülbaran da vardır. Şenler, o zamanlar kimse tarafından tanınmayan bu çiftin
evliliğinin yegâne mimarıdır.
Okudukça daha derin ve rahat
yazabilen Şule Yüksel Şenler'in gazete ve dergi yazıları ona yazarlıkta yeni
yollar ve ufuklar açmıştır. Artık köşe yazısı aşamasından kitap yazarlığı
aşamasına geçmiştir. Bu minvalde İslâmî muhtevalı "Bize Ne Oldu?,
Gençliğin Izdırabı, Hidayet, Huzur Sokağı, Kız ve Çiçek, Uygarlığın
Gözyaşları" isminde birbirinden kıymetli ve etkileyici, ruha dokunan
romanlar kaleme alır. Bunları "Kadın ve Evlilik",
"Duyuşlar", "Her Şey İslâm İçin", "Sağ El",
"Bir Bilinçli Öğretmen" ve "Yılanla Tilki" adlı kitapları takip eder.
Gençliği Peşinden Sürükleyen Bir Telkin
Romanı: Huzur Sokağı
Şule Yüksel Şenler'in adıyla
özdeşleşen "Huzur Sokağı" hidayet romanı olarak adlandırılan romanlar
içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Huzur Sokağı, ilk olarak 1969 yılında
gazeteci Mehmet Şevki Eygi'nin başında bulunduğu Bugün gazetesinde yayımlanmaya
başlanmıştır. 1970'te de kitap halinde okuyucuya sunulan bu sıra dışı roman çok
sevilmiş, kısa zamanda satış rekorlarını altüst etmiş, tabir caizse bir solukta
okunmuş, okuyanların hafızalarında derin izler bırakmıştır. Bu roman okunmakla
kalmamış, okuyanların hayatlarında köklü değişimler de meydana getirmiştir.
Romanı okuduktan sonra, eserdeki karakterlerin etkisiyle başörtüsü takan ve
tesettüre bürünen genç kızların sayısı hayli çoktur.
Huzur Sokağı'nın 100'ün üzerinde baskı
yapmış olması, onun toplum tarafından ne kadar beğenildiğini, el üstünde
tutulduğunu gösterir. Çok okunan bu romanın kahramanları arasında Bilâl, Feyza,
Hilâl, Nusret, Nazım ve Selim önemli bir yer teşkil eder. Romandaki Feyza
karakteri aslında yazar Şenler'in kendisidir. Zira Şule Yüksel Hanım da
romandaki Feyza gibi, başörtüsünü daha sonra(1965 yılında, 27 yaşında iken)
takmış, bununla birlikte tesettüre bürünmüştür. Yine o da Feyza gibi birçok
acılara maruz kalmıştır. Romandaki Feyza karakteri, tıpkı Şule Yüksel Şenler
gibi Batı'ya gidip de Doğu'ya varanlardandı(r).
Huzur Sokağı romanı
"Birleşen Yollar" adıyla 1970'te sinemaya da aktarılmış ve
tıpkı romanı gibi halkımızın büyük ilgisini ve teveccühünü kazanmıştır. O
filmde, yazar Şule Yüksel Şenler'in Huzur Sokağı romanındaki öyküsünü Bülent
Oran ve Yücel Çakmaklı senaryolaştırmıştı. Millî sinema düşüncesinin ilk örneği
olarak kabul edilen yüz dakikalık bu duygusal dram filminde Feyza rolünü Türkan
Şoray, Bilâl rolünü İzzet Günay, Kemal rolünü Salih Güney, Selim rolünü Semih
Sergen, Doktor Nazım rolünü Nubar Terziyan oynamıştı. "Huzur Sokağı"
romanı, 1970'te "Birleşen Yollar" adıyla çekilen filmin ardından,
2012 yılında da aynı adla ATV'de yayınlanan bir televizyon dizisine ilham
kaynağı olmuştur.
Şule Yüksel Şenler; Üstad Necip Fazıl'ın
Kadın Versiyonu Gibidir
"Şule Yüksel Şenler, üstad
Necip Fazıl Kısakürek'in kadın versiyonudur" dersek yanılmış olmayız. Zira
her ikisi de İslâmî davanın dinî duyarlılıkları üst düzeyde olan sembol
isimleridir. Her ikisi de geniş bir İslâmî entelektüel birikime sahip
simalardır. Her ikisi de dinleyicilerini derinden etkileyebilen çok iyi
hatiptir. Her ikisi de İslâmî konuda tavizsizdir. Her ikisi de bu çetin davayı
sırtlama konusunda, hapsi göze alabilecek cesarette insanlardır.
Mümin, muvahhit, mücahit ve saliha
bir kul olan merhum Şule Yüksel Şenler'in aslında roman yazmak, romancı olmak ve bu yolla edebiyata mal olmak,
adından söz ettirmek gibi bir derdi
yoktu. O; yorgun, bitkin, yaralı ve mutsuz gençlere umut aşılamanın derdindeydi.
Onun gayesi, sevilen bir tür olan roman vasıtasıyla İslâmî ve imanî hakikatleri,
avuçlarımızdan kayan bir nesle bir anne şefkatiyle ve duyarlılığıyla anlatmak
ve onları imansızlık uçurumundan çekip almaktı. Bunda fevkalade başarılı oldu. Allah rahmet eylesin.