Bu öykü paralel bir evrende geçmektedir. Her ne kadar evrene dair bildiklerimiz kısıtlı olsa da biz öyle varsayalım. Paralel evren, sonlu ve sonsuz var olan olası evrenlerin hipotezsel bütünüdür. Ve bu evrenler var olan her şeyi kapsar. Örneğin insanların olmayıp hayvanların baskın bir tür olduğu ya da ağaçların hareket edip insanların kök saldığı bir evren var olabilir. Bu öykü ve geçtiği evren de varsayımdan ibarettir. Öykünün sonunda da anlaşılacağı gibi.
Uçarak geldi bu
gezegene ve gelirken birkaç asteroitte durmak zorunda kaldı. Çünkü kanatları
uzay boşluğu için yapılmamıştı. Bu kelebek gezegeninden kaçmak zorunda
kalmıştı. Artan nüfus ve azalan doğal kaynaklar gezegendeki yaşamı tehlikeye
atmaya başlamış, çöküşün eşiğine getirmişti. Buradaki bilim insanları koloni
kurmak için evrenin dört bir tarafına roketler yolluyordu. İçlerinde onar
kişiden oluşan ekipler vardı. Kelebekler için kullandığım kişiler kelimesi her
ne kadar bizim evrenimizde geçerli olmasa da bahsedilen öykü paralel bir
evrende geçtiği için bu sözcüklere fazla takılmadan okuyup geçelim. Bu
faaliyetler arttıkça gezegen daha da yaşanmaz hale geliyordu. Kelebek ilk
gönderilen roketlerin birindeydi. Koloni kurmak için gittikleri gezegenin
rotasından saparak bir solucan deliğinin yörüngesine girdiler. Her saniye biraz
daha solucan deliğine çekilen rokette zaman daha yavaş akmaya başladı.
Yörüngede geçirdikleri zamanı hesap edebilselerdi ayrıldıkları zamandan
yüzlerce yıl ileride olduğunu görürlerdi. Çünkü zaman burada farklı işliyordu.
Peki, solucan deliğinin diğer tarafındaki zaman ne olacaktı. Binlerce yıl ileri
mi yoksa geri mi? İşte bunu solucan deliğinden çıktıklarında öğreneceklerdi.
Sonunda roket solucan deliğine çekildiğinde bildikleri evrene veda etmek
zorunda kaldılar. Deliğin diğer tarafından çıktıklarında ilk başta kendi
evrenlerinin keşfedilmemiş bir tarafında olduğunu düşündüler. Çünkü ellerindeki
yıldız haritaları hiç de buraya uymuyordu. Ama günler geçtikçe sadece
hipotezden ibaret olan paralel evrenlerin varlığı kanıtlanmış oldu.
Uzay boşluğunda
rotasız bir şekilde hareket ederken birden bir asteroitin yörüngesine
kapıldılar. Artık bir uydu gibi yörüngede dönerken yörüngedeki başka bir
asteroit ile çarpıştılar. İşte o zaman kelebeklerden biri uzay boşluğuna savruldu.
Üstünde uzaya dayanıklı giysiler olmasaydı bir dakika içinde ölmüş olacaktı.
Uzay giysisi kelebeğin kanatlarını kullanabilmesine imkan sağlayan dayanıklı
bir elementten yapılmıştı. Daha öncede bahsettiğimiz gibi giysiler uzaya
dayanıklı olsa da kelebeğin kanatları değildi. Kelebek birkaç asteroitte
durarak sonunda bir gezegene indi. Ama uzayda geçirdiği zaman boyunca nasıl
ölmediği sorulabilir. Uzay giysisinin içinde kelebeğin yaşamsal fonksiyonlarını
yavaşlatan bir kimyasal vardı. Uzay boşluğuna savrulduğunda devreye giren
kimyasal gazlar kelebeğin fonksiyonlarını yavaşlatmış sadece hareket edebilmesi
için kanatlarını kullanabilmesine imkan vermişti. Bu da uzay giysinin gücünün
tükendiği an devreye girerek kelebeğin istemsiz bir şekilde hareket etmesini
sağlıyordu. Otomatik bir pilotu andırsa da böyle demek doğru olmaz. Sadece
verilen kimyasallar beynin uçma bölümünün bir kısmının hareket etmesine izin
veriyordu. Yani hareket eden zaten kelebekti.
Gezegenin bir
atmosferi ve yıldızı vardı. Gezegene indikten birkaç dakika sonra kendisine
gelerek uzay giysisinden çıktı. Etrafı araştırmak için kısa bir zamanı vardı.
Çünkü aldığı kimyasal gazlar uzayda yaşamasına imkan verse de zararları
hakkında pek de bir şey bilinmiyordu. Gücünün kesildiğini hissediyor ve bu
anların yaşamının son zamanları olduğunu biliyordu. Yanında sadece bir tırtıl
kapsülü vardı. Onu bir elma ağacının yaprağına bırakıp yere düştü. Artık
ölmüştü. Yeni bir yaşam için çıktıkları bu yolculukta sadece bir kapsülü
kurtarabildiler. O kapsülün içindeki tırtıl yaşama gözlerini açsa da aslında
yalnızlığa açıyordu. Çünkü koca bir gezegende türünden sadece kendisi vardı.
Birkaç gün sonra
kapsülden çıkan tırtıl elma ağacının yapraklarını yemeye başladı. Her geçen gün
biraz daha büyümeye ve değişmeye başladı. Bu değişimin verilen gazların bir
sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Tırtıl bir hafta sonra bir elma ağacının boyuna
gelmişti.
Tırtılın
büyüdüğü alan elma canlılarının türlerinin devamını sağladıkları büyüme
merkezleriydi. Elma canlıları büyüme merkezindeki davetsiz misafirin farkına
vardıklarında artık çok geçti. Tırtıl biraz daha büyümüş ve elma ağaçlarını tek
bir ağız hareketiyle yutacak büyüklüğe gelmişti.
Elma
canlılarının başkentinde bir kargaşa hakimdi. Bu yok edicinin portakal
canlıları tarafından gönderildiği açıktı. Varoluştan beri hep bir ayrılık
içinde olan bu tür sonunda savaş başlatmıştı. Elma canlıları ise bu çağrıya cevap
vermeye hazırdı. İlk başta büyüme merkezindeki yok ediciyi öldürmeye
çalıştılar. Ama bu girişimler başarısız oldu. Bu sefer de portakal canlılarının
büyüme merkezine saldırmaya karar verdiler. Ve öldürücü gaz bombalarını
ateşlediler. Portakal canlılarının büyüme merkezlerine büyük tahribatlar
verdiler. Ne olduğunun farkında bile olamayan portakal canlıları da savaş
hazırlıklarına başladı. Ve iki tür arasında büyük bir savaş başladı.
Bu iki tür
arasında binlerce yıldır devam eden bir ayrılık vardı. Ve bu ayrılığın temelini
püskül ve kravat oluşturuyordu. Bizim evrenimiz için geçerli olan bu nesneler
burada farklı bir anlam taşıyordu. Püskül elma, kravat ise portakal
canlılarının kutsal saydıkları birer emanetti. Elma canlılarının kutsal
merkezlerinde uzun dar bir koridor vardı ve koridorun tavanından püsküller
sarkıyordu. Buradan geçerken bu püsküllerin onları kutsadıklarına
inanıyorlardı. Aynı şey portakal canlılarında da vardı. Onlarda yere uzunca
serilmiş kravatın üstünden yuvarlanarak ilerliyorlardı. Bu iki tür kutsal
emanetlerin kendilerinin olmasını arzu ediyor ve bu uğurda her şeyi yapmayı
göze alıyorlardı. Ayrılığın temel noktası işte buydu.
Savaş devam
ederken elma canlılarının büyüme merkezindeki tırtıl kozaya girmişti. Kimse bu
durumun farkında değildi. Bütün
dikkatler savaşa yöneltilmişti. Bu yıkıcı savaşın büyük sonuçları olacağı
kesindi. Kaynaklar tükeniyor milyonar ölüyordu. Sonunda iki türün liderleri
barış yapmaya karar verdiler. İşte o zaman bu savaşın çıkma noktasının
kendileri olduğunu öğrendiler. Her iki türde savaş için birbirlerini
suçluyordu. Sonunda elma canlılarının bahsettiği yok ediciyi görmeye gittiler.
Ama büyüme merkezine vardıklarında büyük bir kabukla karşılaştılar. Tartışmalar
tekrar başlamıştı ki birden koza yırtılmaya başladı. İçinden dev kanatlarıyla
artık yok ediciye benzemeyen kelebek çıktı. Rengârenk kanatalarını açıp
çırpmaya başladı. Herkes renklerin birbirinden ayrı ama bir o kadar da uyumlu
halini büyülenmiş bir şekilde izliyorlardı. Kelebek sonunda havalandı ve gökyüzüne
doğru uçmaya başladı. Ama gökyüzünde fazla uzun kalamadı. Önce kanat çırpmamaya
başladı ardından düşüşe geçti. Tam olarak havalandığı noktanın biraz ilerisine
portakal ve elma canlılarının üstüne düştü.
Kelebeklerin
yeni bir yaşam için çıktıkları bu yolculukları başka yaşamları yok eden bir
sefere dönüştü.
Bir el masaya
uzandı. Tabaktaki elma ve portakallardan birer tane alarak çantasına attı.
Masadaki kravatı alarak boynuna bağladı. Cam kavanozun içindeki küçük tırıla
baktı ve cama birkaç kez tıklattı. Sonra odanın köşesindeki püskül oyuncağıyla
oynayan kedisini okşadı. Saate bakıp evden çıktı.