Meczup bir iklimim ben…
Ah, firarisi aşkın zemheride saklıdır
benim yazılmamış tüm masallarım:
Ya, yazdıklarım?
Misilleme yapar parmaklarım on parmak
değildir yazdığım ayağımdakileri de ekledim mi yirmiden şaşmam şiiri de aşkı da
kolay kolay aşmam.
Şaşkın bir rüzgârım ben tenimde
dalgalar alır beni çeker içine şaşalı acılar.
Tinimse kırgındır.
Titrimde saklı o kırık uçurtma hani
başımı alamadığım kadar kendimden aştığım dağlar ne ki yaratısı hüzünse evrenin
Yaratıcıda saklıdır benim yürek şifrem bu yüzdendir de zaman zaman kendimden
gitme sebebim.
Alıcı kuşları misafir eyledim gene geçtiğimiz
yaz.
Vericilerim öylesine dargındı ki
semiren bilinmeze.
Tepe taklak oldum bir akşam vakti
hüznümse dip yapmışken ben tanrıcı bir kuşa meylettim ve kendimden firar ettim
gecenin o kör ve de kor vakti.
Kodladığım sırlarım var.
Sarmalında semanın d/okunamadığımda
bir an olsun kendimden uzak kalıp da ölüme yakın durduğum.
Sancım dinmez benim.
Sanrılarımsa gerçek gibi.
Meylettiğim bir arzu mealim nasıl ki
melankoli…
Anneciyim ben annesizliğe dargın.
Annemin annesiyim ben nasıl ki
hüzündür dalkavuğum.
Küçüktür elleri hem yağmurun ve
şarkıların da ç/ağladığı gibi…
Kaçamak bakışlarında aşkın aşka
tutulan için için o zemheri.
Kayıt açtım bir güne daha ama
yetmedi.
Yetinsem de yetemedin insanlara en
çok da yatıya kalan yetilerim derlediğim şiirlerim ben hala dünde yaşayan bir
öğrenci gibi nasıl ki üstüme başıma bulaştı tebeşir tozu ve işte öğretmen
kürsüsüne tayin edildiğim o ilk günün heyecanı asla hız kesmedi.
Ya, şimdi?
Öncemde asılı bir kilim gibi.
İklimin ölgün sesinde saklı acı gibi.
Açamadığım kalbimde şakıyan kuşların
titrek kanatlarına yağan çiy gibi çiğ çiğ yediğim hüzünde çağ atladığım bunca
şiirde belki de çemkiren iblise okuduğum lanetin ertesi ettiğim her tövbede
koştuğumdur tek gerçek biricik Rabbime.
‘’Birden gözlerim onun kapkara, kocaman ve acı çeken
gözleriyle karşılaştı. Afalladım ve kalakaldım. Eğer şairler birdenbire şair
oluveriyorlarsa ve ben de eğer bir şairsem, işte o gün şair olmuşumdur kesin.
Belki o kara ve kocaman acıdan özür dilemek için yazıp duruyorumdur.’’(Alıntı)
Ne uyruğum var ne de uydusuyum bir şeylerin.
Ne uyumlu ne uyumsuz uyduruk bir şiirden hallice beti benzi
atan bir şiirde beklemeye aldığım şehrin öten vapurları.
Rakımım aşk.
Rengim beyaz.
Bir de şafak attı mı?
Şanlı dünüm semiren hüznüm salkım saçak benliğim ve hırpani
benliğim bense bir gazap üzümü meylettiğim kâh dünüm kâh yarınım aşkı ilke
edindiğim çocukluğumun titri ise geçerken yalnızlıktan sancağımsa elimde
saydığım şafakların gizinde büyüyen bir acıyım.
Simyacı yüreğim.
Yorgun bedenim.
Hem yaş aldığım hem yas aldığım olsa olsa onay gören bir yasa
misali.
Önsözü yoktur kimi şiirin kimi insanın.
Şair doğmadım şair ölmeyeceğim ama her zerrem her fikrim
zaruri yenilgim ben aslında şiirlerden ibaretim.
Şiir, toprağım.
Şiir, rüzgârım.
Şiir, vebalim.
Şiir. resmigeçit yapan ömrün muadili.
Şiir yer şiir içerim ve ben şair değilim olsa olsa sonsuz
dizelere denk düşen bitimsiz bir şiirim ve tecellim ve tek tesellim.
Hamt ettiğim kadar hayta rüzgârdan medet umdum.
Hem sevdim hem vuruldum.
Seğiren gözümde yeşeren bir çiçek misali.
Seken kör kurşunsa mizacım besbelli.
Şair değilim çünkü ben şiirden ibaretim.
Şairin dediği gibi:
‘’Sonra gittin.
Çocuk oldum bir daha, ağladım.
Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.
Kitaplar, aşk, her şey.
Her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım.’’
Şair kimliği iken yeknesak bir unvan…
Şiir ise ruhumun sarmalında kaynayan bir kazan…
Baskına uğradığımda şiirin tetiğine basılı bir kelamdan medet
umduğum kadar şiirdir içtiğim her yudum ve şiirdim biçtiğim kadar ruhun
tutkusuna eşlik eden kâh bir hezeyan kâh bir heyecan…
Ben şair değilim çünkü ben şiirim, azizim…