Hoşça Kal...




‘’Benim en güzel mesleğimdir seni sevmek.

 

Seni huzuru arayan yağmalanmış bir hayatı ararken sevdim

Öptüğü her şeye az önce kırılmış bir çocuk gibi

Eşyasız bir odada çıkan o ses gibi

Çekingen ve cesur

Budanmış ama gümrah

Kimsenin adımlarına sığmazken yetişmeye çalışmak

Kilim yıkayarak şenlenen bir ırmak gibi sevdim.’’(Alıntı)

 

 

 

Bilmezden gelme istersen bir hayal olduğumu tekrarla zihninde ve açtığım apostrof parantez: şaşalı hayatın şaibeli dününden değil engebeli yollarından hiç değil bilakis huzurla eşleşen bir hayata sahip iken kefen bezimden sızan şiir değil bilakis içimde çıkan yangından fırlayan bir kıvılcımın nezdinde fırlama imgelerin titrinde yağan yağmur gibi tefekkürdeyim.

 

Hem ben, azadesiyim dünün belki bir ardıç kuşu belki sevdalı bir şahika…

 

Ritminde sözcüklerin içimde tıngır mıngır salladığım o beşik ve eşikte beklerken ölümü beşi bir yerde hayatları tek tek ipe dizdiğim kadar da körmüşüm meğerki.

 

Büyümek ne kelime büyülü bir resim.

 

Gözümde büyütürken seni ve nice insanı ve işte sen de karıştın gözümden dökülen yaşlara sen de azat edemedin beni yanıp tutuştuğum v/edalara…

 

Evrenin solfeji.

 

Sözcüklerin s/özlendiği.

 

Azımsansa da varlığım aralıksız sobelenen diğer yarım.

 

Körpe düşlerde semiren bulut gibi umut gibi kök saldığım İstanbul’un da sekizinci tepesi olmaya aday bu aşkı artık sahiplenmediğim kadar da kendi na’şımı ve işte içimde kalan serinkanlı bir ukde kanamalı di(z)elere sürdüğüm merhem gibi asla da kapanmayacak içimde saklı bu yara.

 

Bir es verebilirdim oysaki hayata: verdim de.

 

Her sus payı söylemde sen çıktın karşıma.

 

Rengim sarıya çalan papatya fallarına da kanan bir kız çocuğu: aşkın ç/ağladığı kuru dere yataklarında saklı ölü bir balık belki de balık hafızalı olmaz iken aşk fillerin taşıdığı galonlarca suyu bana yağdırsın diye de Huda aralıklı bir mutluluğu hak etmemiş miydim hem ben ömür boyunca?

 

 Yetmedi:

 

Önce şiir oldum ama düşümün kovuğunda kaldı sonra şehir oldum: cebbar ve hayta ve hoyrat bir sevdada mı kendimi bulmuştum? Bulmazdan önce yeniden kaybolduğum kaybettiğim yetilerimde yetim bir çocuğu konakladığım kadar da içimin bahçesinde.

 

Özümden süzülen bir söz.

 

Külliyemden tüten duman.

 

Baş göz edemediğim altı üstü bir selam…

 

Çok sevebilmenin de sonlanmışken dirayeti ve bak, şimdi nasıl da uzağındayım senin.

 

Kapışan yer gök ama yetmedi: körleşen insanlar ve bu masal henüz bitmemişken ve işte kararan gözlerimde oynaşan noktalar cazibesini yitirmeyen bir hayal dünyam ki duayeni olduğum hüznün kim bilir kaç cephesinde de verirken mücadelemi içinde yaşadığım içimde yaşattığım cendere ve tüysıklet kalemin de mahareti olsa gerekti üstüme en yakışan mintan ve işte dünde kalmış yırtık kaftanım sen ki: Kaf dağının zirvesinde ben ki aralıksız af dilerken Mevla’mdan…

 

Sismik acılar külliyesi.

 

Sandukamda saklı hayallerin künyesi.

 

Göz gözü görmezken bile gözümdeki irisin en iri imgesi ve işte sağalttığım acılarım sözüm ona seve seve yaza yaza ihya edecektim yüreği ve işte külünden başka hiçbir şeyi kalmayan yangından ilk kurtaramadığım iken bu hikâye ve son noktayı koymanın da zamanı gelmişken yine de bir ihtimal bir şans daha veriyorum kendime ve seni üç noktalı hülyalarımla uğurluyorum son olmasını dilesem de bir yanım sonlanmasın diye niyet etmişken ve işte sağdıcım ve işte ayracım bense müptelası olmuş iken tüm acıların ve imkânsızlıkların…

 

Hoşça kal!


( Hoşça Kal... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 1/12/2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.