Bir vazgeçişi ihbar ediyorum, yüce
Tanrım:
Aklımın iplerinde saklı dualar ve
Bakara Suresi:
İhtişamlı bir aşkın varlığına sadık
olduğum kadar yakınımdasın ulu Mevla’m.
Göğün komplimanlar sunduğu bir
yakarış bir esinti hem endişeye de mahal yok mademki Sensin koruyan kutsayan
beni.
İdare lambasında kitap okuyarak geçti
yıllarım ve o zaman dilimi ki; dilimlere ayırdım ben önce yüreğimi sonra
beynimi.
İçimde semiren bir hüzün ağacı
gölgesinde soluklandığım.
Ruhumun patikalarında düşe kalka
büyümedim de hem ben.
Saf bir çocuk muydum da hep af
diledim başka insanlar adına?
Dilemmasında hayallerin hep mi kulp
takılırdı kendi halinde bir insana?
İmha edemediğim kötülüklerden
mustarip iki yakam bir araya gelmese bile hep İstanbul’a öykündüm ve ne zaman
demlensem bir yakada diğerine yolculuk yapmak istedim.
Anadolu ve Rumeli.
Yakalar kazan ben kepçe.
İstanbul’un dik yokuşları ve süt
limandı ruhum ne zaman yolum düşse Üsküdar’a ve Aziz Mahmut Hüdai’nin türbesini
ne zamanki tavaf etsem.
Aksayan ayaklarında o tekir kedinin.
Sarmalında sarmanın sadık kaldığım
sevginin de ikbali.
Sözcüklerim yumuşak ve içimi
ferahlatan o esinti.
Ben ki bir sarnıçtım kimi zaman.
Belki de savruk bir nida
sürüklendiğim kadar bir duygudan diğerine.
İlhamım ve ihbarımsa hep kendimi.
İman gücümde saklıydı sevginin ve
İlahi Aşkın zaferi.
Hüznümle sarmaş dolaş.
Kabrimdeki tek yoldaş ise mezar taşım
ve ihmal ettiğim kadar kendimi ikazı büyüklerimin ve işte nazarında öğütlerin
köhne bir sarnıçtan da öte içine düştüğüm kuyunun soğuk üşüten haznesi.
Mihenk taşımsa sadece sevgi bense
taşkın bir aşka meyyal.
Yüreği titreten duygularla hemhal.
Göğün müdavimi bir kırlangıç yerin
kaç kat dibinde saklı ise yüreğimin ganimeti.
Öznemle özlemimle kavrulduğum ve her
ne hikmetse sağa sola savrulduğum.
Bir avuntunun izinde.
Bir savunma mekanizması iken o kaçış
ve kanyonlarda kaybolmuş bir uçurum çiçeği: gelincik bellediğim annemin narin
yüzü ve gül mizacımla sektiğim nazenin bir çiçek olmakla iştigal bazense yıldız
kimliğimle boy ölçüştüğüm Samanyolunun neferi.
Göğün münferit havasında saklı.
Aşkın ihtişamında farklı bir meal.
Azla yetindiğim kadar azığım sevgi
kimi zaman azımsandığım vazgeçmediğim bir minvalde köküme bağlı.
Şimdimle coşkun.
Dünümle hüzünlü.
Yarına meylettiğim kadar yâdında
ömrün gel-git ömürlü.
Hazanı öğüttüm de geldim.
Aşkı serdim zemine ve kardığım özlemi
büyüttüğüm kadar da içimdeki sevgiyi ben yemin ettim kutsalımın üstüne.
Şerh düştüğüm bir ömürden arda kalan
mademki şiarımdır sevgi.
Ve işte gönül kubbemde saklı neyim
var neyim yok ayaklarına serdim annemin.
Hoşlaşan bir bakış.
Coşkun bir tufan.
İman gücünden doğan o ilham.
Rengi silik olsa bile parmak izimin
kalem tutan elimle kavradığım sonsuzluk nasıl ki Rabbin bana sunduğu bir
hazine…
Aşkın özlemle izdivacı tutuklu dilim
tutkun yüreğim ve ben estiğim kadar da mert bir neferim bir ipin ucunda asılı
kancası kopsa bile dünün yarın olmaya meyyal umudun ışığını takip ettiğim…
Benim adım umut.
Benim adım sonsuzluk.
Attığım her adıma kendi adıma da
kefilim mademki…
Münferit bir yıldız içine açan bir
gül mehtabın örtüsünü serdiğim kadar evrene gönül gözümle seferi bir hayalim
ben bir düş bir gülüş bazense bir vazgeçiş aşkın solumda başlattığı yangını da
her zerreme yaymanın verdiği huzurla Rabbime kavuşma telaşı ile yaşadığım kadar
yaşatırken içimdeki o saf yetim çocuğu dağılan duygularımsa mikado çöpleri gibi
yüreğimin dikenleri iken bir çuvaldızı da kendime batırmakla iştigal…