Öksüz iklimlerden yetim düşler
topladım: himayesinde aşkın renklere b/öldüm sonra topladığım tüm düşleri…
Hem düşlediğimdi topladıklarım hem de
d/işlerken kaderi.
Renklerdi uzamımda asılı kubbenin
seferi yıldızı idim mademki ve de yerkürede açan bir çiçek misali:
Her çağırdığında annem, adımı:
yüzümde güller açan.
Bazense…
Paçoz yalnızlığın dik kale duvarları:
Soluduğum hüzün saydığımsa dakikaları
asırlara denk düşen o minvalde sırtlandığım yalnızlığı adeta kıymık batarcasına
yüreğimin çeperine.
İhtişamlı bir gölgem olsa bile çoktan
kovmuşken kapımda ve geçtiğim o kapısı dünya denen hanın ve de kovaladığım
sonun ve mezarımın beni çağıran izdihamı.
Öyle ya:
İzdiham yüklü iken yüreğim infilak
etmeden bir şiire rast gelip de ektiğim duygularım ve açması an meselesi her
anı dünde saklı her an ise sihirli bir minvalde beni çağıran toprak örtülü iken
iki yakam da ölü toprağı ile asla söküp atamadığım yetmedi apoletim hüznün
sarkacı.
Hibe edemediğim kadar hayallerimi.
Hınca hınç dolu iç sesim.
Maruzat bildiğim dinmeyen dönmesi
başımın bazen yıldızlar misali parladığım en çok da karanlık iken dimağımdan
taşan sözcüklerin kölesi değil de ruhum ise pul değerinde ve nakşı yalnızlığın.
Süremediğim iken de dünyanın sefasını
bir cefa m/eziyetinde kıyılan içim bense Şems’e öykünüp rüzgârla eşleştiğim
akabinde kıyama durduğum Rabbin Katına varma telaşı ve aklımı peynir ekmekle
değil de sevgiyle şiirler yemişken.
Yemin ettiğim kadar üzerine Kutsal
Kitabın.
Ve işte ve işte:
Hüzün ana kıtam paspal sözcüklerle
bezeyip de zemini.
Hazansa değişmeyen tek mevsim yetim
imgelerin bedelini ödettiği.
Nazarında insanların, tekabül ettiğim
batık teknem bense kâğıttan kayıklara binip de hayatı resmeden çöpten bir adam
gibi kimine göre çöpsüz üzüm kimine göre incir çekirdeğini doldurmayan sitemlerin
var mıydı sahiden de bir ederi?
Öznem saklı değil.
Hüznüm aşikâr.
Annemin sevgisine ihtiyaç duyduğum
kadar onun da bekleyişi aydınlığı ve şimdilerde uzağımda tutamazken elini.
Bıçkın duygular.
Bıçak sırtı iken ömür.
Biçemediğim bir kumaş misali biçemi
kalbimin biteviye tartaklayan ahvalimin dinmeyen sitayişi ve öfkesi.
Varsın sıçrasın da üstüme çamur
balçıkla sıvanmadığım kadar güneş bellediği Rabbimin ve işte köpüren deniz ve
köpüren öfkesi zalimin:
Zinhar asılı kaldığım göğün kancası.
Ziyadesiyle tapındığım Rabbin İlahi Mekânı.
Zil zurna sarhoş iken gece bense
güneşe hasret ve içimdeki yalnızlığı sonlandırsın diye yüce Huda…
İzinde umudun.
İsinde şehrin.
Dumanı üstünde bir şiire meyledip de
kendimi resmettiğim.
İtibarım.
Ziyanım ve tüm zararımsa kendime.
İlhamın peçesinde saklanmış
imgelerden kendime bir şiir inşa ettiğim aslında hayatımı kazıdığım satırlara
ve kapkaça uğrayan huzurumu yeniden bahşetsin diye Tanrım bana.
Beylik olmazken iç sesim.
Beyhude olduğunu bilsem de dinmezken
esintisi iç âlemimin.
Beti benzi atmış bir gün.
Ötekileştirdikleri onca hüzün.
Bir karnaval havasında geçerken de
ömür…
Yere kapaklandığım dizlerim de
dizelerim de yara bere içinde tutulan nutkuma eşlik ederken kalemim ve
hayallerim ve umut dilediğim Rabbin nezdinde kabul bulsun yeter ki dualarım.
Her renk bir hazine.
Karanlıksa matemin kardeşi.
Sözcükler bazen içimde kalan ukde
bazense menzilden firar eden kör kurşunlar gibi ya da bir şarapnel parçası
saplanırken de ta içime.
Öznem ve özlemim ve özverim ve ön
sözüm ile hasbıhal ettiğim aslında yalnızlığımın kanayan yarası ve hep de
söylediğim üzere:
Ben en çok yaralarımı bir de annemi
sevdim.
Geçkin güneş.
Geçimsiz rüzgâr.
Bir batında doğan gün ve gece.
Bir basamak daha yaklaşmışken
kabrime…
İzahı var ya da yok.
İdam fermanımınsa altına çoktan
atmışken imzamı.
İdrak edebildiğimden de öte.
Basireti b/ağlandığı kadar
hayallerimin bense ufukta saklı bir minvalde ansızın tebessüm edecek bilinmezin
çağıracağını da adım gibi bilirken ve adım adım yaklaştığım o meçhul sona…
Birbiri ile çelişen tüm duygularınsa
var iken bir karşılığı elbet kabul görmekten ötesi yok iken Allah katında…