M. NİHAT
MALKOÇ
Dil köklü bir iletişim aracıdır.
Aynı dili konuşan kişiler bu emsalsiz vasıtayla birbirlerini anlarlar. Harfler
seslerin simgeleridir. Bunlar milletten millete değişse de dilin anlam ve önemi
bütün milletlerde üst düzeydedir. Dil sayesinde geçmişin maddî ve manevî
birikimlerini bugüne aktarabiliyoruz.
Bugüne kadar pek çok dil tanımı yapılmıştır. Bu tanımlar, tanımı yapan
kişinin ufkuyla sınırlıdır. Bunlar içerisinde en geniş dil tanımı şudur: “Dil
insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta; kendi kanunları
içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve
onun ortak malı olan sosyal bir müessese; bin yıllar boyunca gelişerek meydana
gelmiş bir sosyal kurum; seslerden örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda
atılmış bir gizli antlaşmalar sistemidir.”
Dilin bu geniş tanımı üzerinde
ciltler dolusu kitaplar yazsak azdır. Aslında bu tanımın her bir cümlesi
üzerine bile bir kitap yazılabilir. Yani o kadar mühim bir araçtır dil… Bir
dilin seslerinin karşılığı olan harfler topluluğuna “alfabe” diyoruz. Türkler
tarih boyunca onlarca alfabe kullanmışlardır. Bunlar arasında en önemlileri
Göktürk, Uygur, Arap ve Latin alfabeleridir. Özellikle Cumhuriyetten evvel altı
yüz yılı aşkın bir zaman boyunca kullanılan Arap alfabesiyle milyonlarca cilt
kitap yazılmıştır. Fakat bu kitaplar Latin alfabesinin kabul edilişiyle
birlikte kütüphanelerin tozlu raflarında derin uykulara dalmıştır. Bugünkü
nesil bu kıymetli kitapları okumaktan ve anlamaktan çok uzaktır.
Milli kültürü, dini, dili, sanatı
olmayan milletler kısa zamanda yıkılıp yok olmaya mahkûmdur. Modern teknoloji
ve kozmopolit değerler, insanları bir arada tutmaya muktedir değildir. Dil,
milletleri birbirine bağlayan çimentodur. Dil aynı coğrafyayı, aynı tarihi ve
aynı kültürü paylaşan insanları birbirine bağlayan çelikten bir bağdır. Bütün
bağlar kopsa da dil bağıyla birbirine bağlanan toplumlar ve fertler asla
birbirinden kopmazlar.
Son yıllarda Türkiye’de “Yabancı
dille eğitim yapılsın mı yapılmasın mı?” tartışması sürüp gitmektedir. Yabancı
dil öğrenmekle yabancı dille eğitim yapmak ayrı konulardır. Öncelikle bunu
ayırt etmek, sapla samanı birbirine karıştırmamak gerekir. Uzun yıllardan beri
bir kısım liselerde(Anadolu ve Fen Liseleri) yabancı dil ağırlıklı eğitim
verilmektedir. Hatta bir zamanlar bu okullarda diğer dersler de yabancı dille
verilmekteydi. Fakat ne öğretmenler söz konusu dersleri yeterince verebilmekte,
ne de öğrenciler verilenleri alabilmekteydi. Bunun yanlış olduğu tez anlaşıldı ve
mevcut uygulamadan vazgeçildi. Bizler yabancı dil öğrenmenin önemine inanmakla
birlikte, yabancı dille eğitimi sömürge milletlerin onursuzca davranışı olarak
görmekteyiz. Şayet Türkçe eğitim dili olmaktan çıkarılırsa yarın bu millet bir buz
dağı gibi eriyip çözülebilir. Bu da değerlerimizin erozyona uğraması neticesini
doğurur.
Bizler millet olarak büyüklüğümüzün
farkında değiliz. Bu millet bir zamanlar üç kıtada bayrak dalgalandırmış,
onlarca milleti aynı çatı altında huzur ve refah içerisinde yaşatmıştır.
Üstelik bunu yaparken bugünkü ABD gibi şiddete ve hileye başvurmamıştır. Bu
büyük milletin dili de, dini de kendisine yetecek düzeydedir. Bugün yapılan
araştırmalara göre dilimizde 15 bin yabancı kelime bulunurken, diğer dillerde
ise 12 bin Türkçe kelime var. Bizler her işte aşırıya gitmeye meyilli bir
milletiz. Bir zamanlar dilde özleştirme çalışmaları yapıldı. Nerde bir Arapça
ve Farsça kökenli kelime varsa dilden çıkarıldı. Yerlerine nerden çıktığı belli
olmayan uyduruk kelimeler getirildi. Fakat sağduyulu milletimiz bu kelimeleri
benimsemedi, kullanmadı. Onun içindir ki bu beyhude gayretler sonuç vermedi.
Bir zamanlar Arapça ve Farsçadan
alınan kelimeler zamanla değişerek Türkçeye yerleşti. Atatürk’ün dediği gibi
“Ketebe Arap’ın; kâtip, mektup bizimdir.” Bunları değiştirip belirsiz ve ucube
bir dil meydana getirme gayretleri, bu milletin birlik ve beraberliğine kurşun
sıkmaktan farksızdır. Aslında bir zamanlar Atatürk de yanlış yönlendirilerek bu
hataya düşürülmüştür. Türkçeyi kuşa döndürmeye, onun kolunu kanadını kırmaya
niyetli kişiler, Atatürk’ün gücünden yararlanmayı denemişlerdir. Fakat Atatürk
bu oyunu bozmuştur.
Türkçe millî birliğimizin ve
bütünlüğümüzün vazgeçilmez teminatıdır. Bu teminat ortadan kaldırılıp yok
edilirse diğer birlik unsurları çorap söküğü gibi gelir, milleti millet yapan
değişmez unsurlar kaybolur gider. Bu ülkenin millî birliğini ve beraberliğini
korumak istiyorsak dilimize, bizleri kenetleyen zengin Türkçemize sahip
çıkmalıyız. Bu hususta en büyük görev öğretmenlere ve ailelere düşmektedir.
Öğretmenler ve aileler çocukların ne yediğine, ne içtiğine karıştıkları kadar,
ne konuştuğuna, nasıl konuştuğuna da karışmalıdır. Çünkü bu büyük şer
taarruzuna karşı ancak ortak hareket ederek durabiliriz. Bu konuda Atatürk’ün
şu sözü bize yol göstermektedir: “Ülkesini yüksek bağımsızlığını korumasını
bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Dil, fertler arasındaki duygu, düşünce
ve inanç birliğini tesis eder, toplumsal yapımızı şekillendirir. Dağınık
toplumlar ancak dillerini koruyarak kenetlenir, tekrar güçlü bir millet olurlar.
Milletler ancak dil sayesinde öz benliklerini koruyabilmektedirler. Kuşaklar
arasındaki en sağlam köprü dildir. Bu köprü bizi geleceğe bağlar. Dedeyle
torunu birbirlerine yaklaştıran, aynı kapta toplanıp çoğalmalarını sağlayan
esas unsur dille taşınan maddî ve manevî medeniyettir. Dil bizim yumuşak
karnımızdır. Onun içindir ki millî hassasiyetlerimizle uğraşmak isteyenler, işe
dili yozlaştırmakla başlamaktadırlar. Bunun ucu kültür emperyalizmine kadar
uzanmaktadır. Kültür emperyalizmi ilk icraatına duygularımızı ve irademizi
esaret altına almakla başlamaktadır. Yani kale bir anlamda içten fethedilmektedir.
Bugünkü savaşların sessizce ve kansızca gerekleşmesi bu yüzdendir.
Bilindiği gibi son yıllarda Türkçeye Batı dillerinden,
özellikle İngilizceden binlerce kelime girmiştir. Bu değişim ve istila her
geçen gün artarak devam etmektedir. Türkçe, İngilizcenin çöplüğüne dönmüştür. Sokaklarda
dolaşırken çok kez yüzümüz kızarıyor. Adeta sömürge bir devlette yaşayanların
ezikliğini iliklerimize kadar hissetmekteyiz. Bizler Avrupa’nın hem
teknolojisine, hem de kültürüne açık pazar olmuşuz. Bu sahada gümrük kapılarımızı
ardına kadar açmışız. Bunun neticesinde ne yazık ki öz yurdumuzda garip ve
parya durumuna düşmüşüz. Sırf bu yüzden bağımsızlığımız bile tehlikeye
girmiştir.
Bizler Batının teknolojisini isimleriyle beraber almışız.
Kelimelerin önemli bir bölümü teknolojiyle birlikte elini kolunu sallaya
sallaya geldi. Oysa buna hiç ihtiyacımız
yoktu. Bizim dilimiz sondan eklemeli bir dildir. Binlerce ek ve kök vardır bu
dilde. Bunları kullanarak “bilgisayar” örneğinde olduğu gibi yeni kelimeler türetebilirdik.
Fakat ne yazık ki öyle yapmadık. Ticarethanelerimize yabancı isimler koyma
hususunda birbirlerimizle yarıştık. Bu durum karşısında halk da beklenen
tepkiyi göstermedi. Aksine ecnebi kültüre dört elle sarıldılar. Böylelikle
varlık sebebimiz olan Türkçemiz büyük bir yara aldı.
Türk dünyasının birliğini imkânsız hale getirmek isteyen
Ruslar, Türk dünyasında “Dilde birlik, fikirde birlik, iş’te birlik”, kurmak
isteyen Gaspıralı İsmail Bey’in mezarını bile yok ettiler. Bu emsalsiz Türk
büyüğünün mezarına bile tahammül edemediler. Kırgız’ı, Kazak’ı, Özbek’i,
Türkmen’i, Azeri’yi farklı milletler gibi göstermeye çalıştılar. Bu yüzden
beklenen Türk birliği bir türlü gerçekleştirilemedi. Türkiye bu hususta
beklenen cesur ve kararlı adımları atamadı. Bu ülkelerin bağımsızlığı sözde
kaldı.
Bizler, savaşlarda zor şartlarda kazandığımız zaferleri
masa başlarında hilelerle kaybettik. Artık elimizde bir Türkçemiz ve küçülmüş
bir coğrafyamız kaldı. Onların kaybolmasına asla rıza göstermeyeceğiz. Bu dili
kanımıza, canımıza bedel sayıp koruyacağız. Onların elimizden kayıp gitmesine
asla seyirci kalmayacağız. Zira dil giderse vatan da gider.
Geçen zaman Türkçenin aleyhine işliyor. Günümüzde
milletimizi cendereye alan dil ve kültür sömürgeciliğinin önüne geçecek
Karamanoğlu Mehmet Bey gibi kararlı ve cesur insanlara ihtiyaç vardır. O,
bundan yüzyıllar önce dilin gidişatını beğenmemiş, bunun üzerine şu sert
fermanı yayınlamıştır: “Bugünden geru divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve
meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.”(13 Mayıs 1277) Bu fermandan
sonra her yerde Türkçe konuşulmaya başlanmıştır. Bugün Türkçenin
itibarını iade edecek kararlı idarecileri mumla arıyoruz. Bu çağın Karamanoğlu
Mehmet’ini hasretle bekliyoruz.