İnsanlar, sadece bağırıyorlar, hiçbir şeyi veya hiçkimseyi düşünmeden, kendi canları için ağlıyorlar. Korku ve acı vücutlarının her bir yanını sarmış, şakaklarında atıyor. Zaman yok, mekan yok. Düşünmek için zamanları yok, belki de yakında hiçbir zamanları kalmayacak.. Kimileri çoktan teslim olmuş bekliyor, kimileriyse hala bir mücadele peşinde, kaçmak istiyor. Hayatlarında asla kaybetmeyeceği, daima yanında bulunduracakları sandıkları paraları, malları artık yok. Dün küsüp bir daha barışmayacakları arkadaşları hayatta yok. Belki hatıraları var ama ruhları yok. Ebediyen Tanrı'da kalmak üzere...
Bundan yaklaşık bir buçuk yıl önce, 6 Şubat 2023 tarihinde "Asrın Felaketi" olarak geçen yani yeraltında bir asır yıl boyunca biriken gaz, en sonunda bir doğal afetle patlak verdi. Gaz o kadar büyüktü ve birikmişti ki, bunu ancak iki büyük depremle boşaltabildi. Sanıldı, sadece sanıldı fakat bu daha başlangıçtı. Ardı ardına gelecek olan artçılar her yüreği derinden korkutmaya hazırdı. Bu şiddetli bir o kadar da korkunç artçılar yaklaşık bir yıl daha devam etti, kimi zaman azalarak kimi zamansa artarak. İnsanlar korku içinde yaşamaya devam etti ve bir süre daha devam edecekti. Ürkütücü gerçek ise; Bu deprem yalnızca bir bölgeyi değil, on bir bölgeyi etkilemişti. Yani büyüklüğü o kadar genişti ki, yakınında ki on bir bölgenin fay hattını oynatmaya yetmişti.
Düşünün, bir tarafınızda belki de asla eskisi gibi olmayacak olan şehriniz, bir tarafınızda ise bir daha asla göremeyeceğiniz, kaybettiğiniz dostlarınız ve anılar. Belki de hala hayatta olan aileniz veya siz!? Fakat eninde sonunda terkedilmesi gereken harap bir şehir olarak kalacak anılarınızı, gerçekten terketmek zorundasınız. Bu, kimisi için yeni bir hayat, kimisi içinse bütün umutların sonu. Orada yaşayan bütün umutlar için son yol.
Sorun Neredeydi, Suç Kimde/Kimlerdeydi?
Normal şartlarda bir bina/yapı yapılırken binanın maddi ihtiyaçları veya görünüşünden ziyade güvenliği göz önünde bulundurulur. İnsanlar daha çok para versin diye değil, insanlar kendini güvende hissetsin, ilk başta canları güvende olsun sonra malları emin yerlerde olsun diye yapılır. Kendi kişisel fantezilerini veya nefsini doyurmak için değil, müşterinin memnuniyetini doyurmak için yapılır bu yapılar. Öyleki gözleri değil, mantığı konuşturmalıdır bu yapılar. Sırf masraftan kaçınmak için binalar inşa edilirken, deniz tuzu kullanılması buna örnek gösterilebilir.
Ne Yapılmalı?
Yılların öncesinden kalma onlarca yapı'nın üzerinde hala barınılıyor. Ve bu yapılar yıkılmamasına rağmen en az otuz yıldır yerini koruyor. Ve buna kimse bir sesini çıkarmıyor. Yıkılması, daha sağlam yapılar yapılması gerekirken barınılmaya devam ediyor ve bir çok can ve mal kaybına sebep oluyor. Bir çok yapısı yıkılan, onlarca hatta binlerce canın ölümüne sebep olan mütahitler hala ortada geziyor. Ve yapılarını yapıp satmaya devam ediyorlar, biz ve bizim gibi insanlar ise almaya dünden hazırız tabiki. Bedeline milyarlar, trilyonlar veriliyor, karşılığında ise binlerce canın sonuna ortak oluyor..
Şöyle bir gerçek varki, sahtekarlık ve dolandırıcılık her yerde var, vardı, var olmaya da devam edecek. Fakat bunu önleyecek olan yine çevre yine çevre. Eğer biz insanlar bir kez olsun zevklerimize göre değil de mantığımıza göre hareket etmeyi, her tepki ve harekete karşı en başta tecrübeli ve bilinçli olmayı öğrenirsek. Can ve mal güvenliği için her türlü masraf ve maddi sıkıntıdan çekinmezsek sorun kalmaz diye düşünüyorum.
Kültür Buna Ne Diyor?
"Ne yapalım yani? Allah'tan gelen bir şey nasılsa. Olursa olur, yapacak bir şey yok bir de onun işine mi karışalım!? Maalesef ülkemizin bir kesiminde hatta birden çok kesiminde böyle bir zihniyet ve düşünce tarzı mevcut. İnsanlar kendi canlarının ve başkalarının canlarının güvende olmasını yalnızca yaratıcıya teslim olarak sağlayacağını düşünüyor. İnsan acizdir, eğer kaderinde "ölmek" varsa tabiki tez vakitte ölür. Kaderinde "yaşamak" varsa mücadeleye devam eder. Fakat öleceğini bile bile yaşıyorsa ve yaşamayı bırakmayacağını gerektiğinin bilincindeyse, nasıl yaşayacağını da kendi karar verebilir.
Evet yıllarca aklımıza bu zihniyet yansıtıldı "Herşey Allah'tandır, onun işine karışılmaz! " Peki doğrusu neydi? "Elinden geleni yap, gerisi Allah'a kalmıştır" Neden elimizden geleni yapmayıp yaratıcıya teslim oluyoruz? Neden bütün gücümüzü göstermeden her şeyi yaratıcıdan diliyoruz, neden bunu yapacak gücümüz varken bunu göstermiyoruz?
Çünkü korkağız. Kendi gücümüzü gösteremeyecek kadar, hayatımızı koruyamayacak kadar, gururumuzu yediremeyecek kadar korkağız. Herşey bittiğinde, kaos sona erdiğinde tek yaptığımız şey gitmişlerin ardından yas tutmak. İnsan hayatında elbet hata yapar, birçok şey yaşar ve yaptıklarından pişman olduğu için bundan ders alır ve bir dahaki sefere yapmaz, en azından yapmamaya çalışır. Eğer biz bu zamana kadar yaptıklarımızdan pişman olsaydık zevkimize değil de yapılarımıza güvenirdik. Biz yaptıklarımızdan değil, yalnızca yaşadıklarımızdan pişman oluyoruz. O da o anlık ciddi bir tehdit oluşturduğu için. Hayatımızı tecrübemize yada bilincimize göre değil, menfaatlerimize ve nefsimize göre yaşıyoruz ve yaşamaya da devam edeceğiz..
Sözlerim neticesinde şunu ortaya koymak isterim; İnsan, iyiliği de kendine yapar, kötülüğü de. Yaşadığı sürece ne kadar çabalıyorsa çabalasın, kaderinde ne yazıyorsa öyle doğar, yaşar ve ölür. Fakat nasıl hayatını iyi veya kötü geçirmek, onun elindeyse, kaderini çizmek de onun elindedir. Çünkü deprem geliyorum demez, takvada her şeyin oluşu yalnızca Allah'a aittir. Önlem almak, kendini korumak ise aciz kullarına aittir. Felaket deprem değil, insanlar ve korkaklıklarıdır.
Saygılar
Rüya Uzun