‘’Burada herkes kırk yaşında.
işte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
işte şu begonya, işte yalnızlık
işte su damlacıkları, alnımda kollarımda
işte yok oluşumdan doğan kent
hiçbir yere taşmıyorum, kendime sızıyorum yalnız
Ne çıkar siz
bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.’’(Alıntı)
Bir b/ölü iki idim öncesinde
Ölü sevici aşklar çeşmesinde saklı tekdüze bir
damla
Çıkamadığım kadar düze
Arifesinde seyyah yolculuğun
Zımba gibi kadın derlerdi yalnızlığın
Kan tutmuş zaaflarına
Ölüm idi öncem
Yoksul idi güncem
Metazori bir iklime aş eren
Aşkın duayeni hangi şairdi kim bilir?
Kırkladığı kadar dizeleri
Kıtlıktan çıkarmışçasına yazdığına kefil
Ötesi berisi olmayan gerçekleri
Hem hatmeden
Aralıksız hatim indiren bir hoca
Ölüm öncesi
Doğum sonrası
Kayıp mısraların tefrikası
Özdeş iken aşka hazan
Öykündüğü kimse muhatabı
Olmadığı kadar
Sızan kanında saklı kinin izi
Haşmetli bir yolculuk
Gıyabında tüten
Sevi dilinde umut
Umut yerine karanlık
Baş veren delici bir fidan
Uzamında yolculuğun
Kök salan bir derviş misali
Meylettiği şu hüzünlü gün
Göğün ördüğü
Bir ters bir düz iken figan
Delirmeye ramak kala
Devreden rüyam
Dünden kalan
Yarına sarkan bin bir v/eda
Huzurun inceden sesi
Hükmedene sevdalı hazan
Dökülen yaprak misali
Hem titrek hem savurgan
Kölesi evrenin değil mi ki sevgi