Hira’ya Çıkarken
Rüya mı gerçek mi bilmiyorum…
Nur dağına çıkıyoruz seninle. Hira’ya…
Hayat yolculuğuna çıkıyor gibi.
Gökyüzü mavi, güneş gülümsüyor bize.
Sadece biz değil sanki bütün insanlar çıkıyor Hira’ya…
Dilleri farklı, renkleri farklı ama amaçları aynı, aşkları aynı…
İşte kardeşlerimiz bizim onlar.
Ülkeleri, coğrafyaları farklı da olsa kardeşimiz…
Belki de herkes kendi Hira’sına çıkıyor.
İnsanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaran Vahy’in inmeye başladığı yere.
Vahyin doğduğu yere çıkıyor.
Cebrail ile Hz. Muhammed (sav)’in ilk kez buluştuğu yere…
Nur dağında Hira Mağarasına…
Güneş yakıcı sıcağıyla hala gülümsüyor.
Ben terliyorum o dik yokuşta.
Tıpkı hayat yokuşu gibi zorlu…
Önce iman, önce istek, önce irade, önce emek, önce çaba, önce adım, önce ter ve
önce niyet lazım varmak için.
Bizde ve herkeste hepsi var.
Sanki kaybedeni olmayan bir yarış gibi.
O zorlu yokuşta, o yakıcı sıcakta sen terlemiyorsun, bazen
nefesimiz kesilse de yoruldum demiyorsun.
Öyle ya Allah aşkıyla yananları, Muhammed aşkıyla yananları yakıcı güneş ne
yapsın?
Ter ne yapsın?
Yorgunluk ne yapsın?
Adım adım çıkıyoruz Hira’mıza.
Biz yokuş çıkarken inenlerle karşılaşıyoruz yolda.
Yol veriyoruz bir birimize…
Nurlanmış yüzleri, ışık saçan tebessümleri, serinlik veren selamları eşliğinde
çıkıyoruz Hira’ya…
Gökyüzü mavi, güneş gülümsüyor, yüzün gülümsüyor, insanlar gülümsüyor.
Hira’sına
çıkan herkes gülümsüyor.
Nur dağının zirvesine çıkıyoruz büyük bir aşkla…
Ve kollarımızı açıyoruz iki yana, hayır kucaklamıyoruz bir birimizi…
Cebel-i Nur’u kucaklıyoruz, Hiray’ı kucaklıyoruz.
Vahy’e, Hz
Muhammed’e şahitlik eden taşları kucaklıyoruz.
Mekke’yi kucaklıyoruz.
Mekke kanatlarımızın altında.
Mekke bakışlarımızın altında…
Mescid-i Haram ise tam
karşımızda…
Vahyin serinliği gibi bir rüzgâr esiyor.
Vahyin diriltici soluğunu teneffüs eder gibi soluyoruz havayı…
Nur dağının zirvesi kalabalık, pazarlar kurulmuş
oraya bile.
Dünyada olduğumuzu unutmayalım diye
Kimi alışveriş yapıyor, kimi ayakta, kimi oturuyor, kimi namaz kılıyor, kimi
dua ediyor, kimi gözyaşı döküyor…
Hiç yaşanmayan farklı duygular kaplıyor yüzleri.
Hira’ya varmak için zirveden biraz aşağı inmeli.
Ve iniyoruz biraz aşağı.
Zirvenin etrafı uçurum…
Küçük bir tökezlemede, az biraz dikkatsizlikte kendini
uçurumun kenarında bulabilirsin.
Vahyin alanından çıkan herkes o uçurumdan yuvarlanacağı hatırlatmak için belki.
Adımlara dikkat etmelisin diyorsun bana.
Bende sana diyorum;
‘bastığın, tutunduğun yere dikkat et’ diye.
Tuttuğun ip vahyin kopmak bilmeyen ipi olsun.
Tuttuğun el Hz. Muhammed’in eli
olsun.
Bunlara tutunmazsan, bastığın yere sağlam basmazsan, uçurumlara yuvarlanırsın,
kaybolur gidersin…
Kalabalık içinde ilerliyoruz dar bir yere geliyoruz, teker teker geçiyoruz Hir’anın olduğu yere.
Sanki mahşere teker teker çıkıyor gibi…
Sen buradan geçebilir misin diyorsun o dar mağaradan geçerken Hira’ya.
Ben
hemen geçiyorum peşinden.
Ve sanki mahşer…
Tıklım tıklım atacak bir adım yer dahi yok
Hira’nın tam önündeki az bir alanda.
İnsanlar adeta birbirini eziyor Vahy’in insanlığı diriltmeye başladığı yerde.
Ey Peygamberim! Ümmetin getirdiğin mesaja ne kadar da uzak kalmış…
Kur’an’dan ne kadar ayrı düşmüş.
Senin yolundan, senin ahlakından ne kadar ayrı
düşmüş…
Derin düşüncelere dalıyoruz.
Ve bekliyoruz
mahşer kalabalığında…
Bir yol bulup Hira’nın tam üst tarafına çıkıyoruz.
Tehlikeyi göze alarak.
Ben
uçurumun kenarından yukarı çıkarken sen çok korkuyorsun.
Sonra sende çıkıyorsun büyük bir korkuyla.
Uçurumdan aşağı bakınca korkuyorsun çünkü.
Ya Kur’an ipinden tutunamayıp aşağı
düşersem diye, Ya Muhammedin elinden tutunamayıp uçurumlarda kaybolursam diye
korkuyorsun.
Ve bir kenara diz çöküp ağlıyorsun…
Sonra yüzünü Kabe’ye dönüyorsun.
Orada vahye tutunup dimdik ayakta
duruyorsun secde ediyorsun Allah’a…
“Biz Allah’a kulluk için geldik yine O’na döneceğiz” ayetini yeniden
hatırlatıyorsun…
Gökyüzü masmavi, güneş gülümsüyor.
Yüzün tekrar gülümsüyor.
Oturuyoruz Hira’da, karşımızda Kabe…
Zaman dursun, hafif Hira rüzgârı serinliğinde gün hiç bitmesin istiyorum…
Her can ölümü tadacak fermanı gibi; her çıkan da inecek elbet…
Hira dinginliğini, Hira esintisini, Hira müjdesini alıp bizde iniyoruz artık
yavaş yavaş…
Yavaş yavaş diyorum.
Çünkü çıkması kadar inmesi de zordur.
İnerken, tutmalısın
hızını…
Kendini adımlarını tutmalısın…
Tıpkı Dünya hayatının aldatıcı süsü karşısında kendimizi tutacağımız gibi…
Hira’sına çıkan iniyor birer birer ve yavaş
yavaş…
Şehre iniyor herkes.
Hayata iniyor.
Üstüne vahyin kokusu sinmiş, Kur’an’ın diriltici mesajını solumuş bir halde.
Hira’da yeniden doğmuş gibi iniyoruz.
Gökyüzü mavi, güneş gülümsüyor…
Yüzün?
Yüzünü göremiyorum.
Benim yüzümde ise hüzün…
Rüya mı gerçek mi? Bilmiyorum…