Serbest Kürsü / Söyleşi

Eklenme Tarihi : 22.05.2010
Okunma Sayısı : 2980
Yorum Sayısı : 0
ÜSTAD ŞAİR M. NİHAT MALKOÇ İLE ŞİİR ÜZERİNE BİR KONUŞMA…

Konuşan: Fazıl KUL

Fazıl Kul: Üstadım okuyucularımıza kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

M. Nihat Malkoç:

Trabzon’un küçük ve denizden ayrı düşmüş bir ilçesi olan Köprübaşı’nın Gündoğan Köyü’nde dünyaya geldim. Beş kardeşin en küçüğüyüm. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım köyümde geçti. İlkokulu Güneşli Köyü’nde, orta ve liseyi Köprübaşı Lisesi’nde okudum. Karadeniz coğrafyasının dik yamaçlarından ve fındıklıklardan yürüyerek sabah akşam gider gelirdik okula. Gidiş geliş sayarsak günde 10 km yol yürürdük. Fakat yine de yorulmazdık.

1988 yılında KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümüne girdim. Dershane eğitimi almadım hiç… Zaten dershaneler de yeni başlamıştı o yıllarda. Yaşadığım ilçede dershane filan da yoktu. Olsa da bizim ona yetecek maddi gücümüz bulunmuyordu. Onun için o imkandan yararlanamadım. O yıllarda iyi bir hukukçu olmaktı hedefim. Fakat çok az bir puanla farkıyla uzak düştüm bu hedefimden. Hazır öğretmenliği kazanmışken, risk alıp bir sene kaybetmeyi düşünmedim doğrusu. Zaten edebiyata da küçükten beri bambaşka bir sevgim ve meylim de vardı. Kitapları ve okumayı çok seviyordum. Kazandığım bölüm de buna imkan sağlıyordu. Onun için kaydoldum hemen.

Üniversiteyi 1992’de bitirdikten sonra ilk olarak Gümüşhane Lisesi’ne atandım. Orada beş yıl çalıştım. Bu arada askere gittim. Tuzla’da üç ay temel eğitim gördükten sonra Kara Kuvvetleri Lisan Okulu’nda askerî öğretmen olarak vatan hizmetini gördüm. Orada yabancı üst düzey subayların da içinde bulunduğu askerlere Türkçe dersi verdim. Askerden döndükten sonra Akçaabat Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nde iki yıl görev yaptım. Girdiğim yurtdışı sınavını kazanarak Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’a gittim. Orada üç yıl boyunca İlahiyat Lisesi ve Mahdumkulu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde, TÖMER’de Türkçe dersleri okuttum. Ata vatanımızda gezip görmediğim yer kalmadı. Bu, ufkumu besleyen kaynak oldu. Dönüşte Derecik İlköğretim Okulu’nda yurtiçi görevime başladım. Burada iki yıl çalıştıktan sonra Trabzon Lisesi’ne geçiş yaptım. 2005 yılından beri bu okulda görev yapmaktayım.

Bugüne kadar birçok yerel gazetede köşe yazıları yazdım. Yazdığım yazıların sayısı bini çoktan geçmiştir. Biri Trabzon’da(Hizmet), biri Gümüşhane’de(Kuşakkaya) olmak üzere hâlâ iki yerel gazetede birden yazmaktayım. Uzun yıllardan beri dergilerde de yazı ve şiir çalışmalarım yayınlandı. Bu yayın organlarından Türk Edebiyatı, Nida, Somuncu Baba, Kubbealtı Akademi, Ayvakti, Kardelen, Yeşilay, Gülistan, Değirmen, Cümle, Kümbet, Sükût, Yeni Pulahane, Genç, Dilhane, Tekne, Yedi İklim, Mortaka, Mavi-Yeşil, Herfene, Türk Dili, Bizim Çocuk, Çınar, Bizim Azerbaycan, Anadolu’nun Sesi, Üniversitelinin Sesi, Türkiye, Bizim Okul, Şenliğin Sesi, İnsanlığa Çağrı, Yeni Sesleniş, Sızıntı, Beyaz Gemi, Gençliğin Sesi ilk aklıma gelenlerdir. Türksesi, Demokrat Gümüşhane, Kuşakkaya, Ortadoğu, Yeni Mesaj, Hergün, Candaş, Edebiyat, Bolu Üçtepe, Akçaabat Yeni Haber, Karadeniz Olay, Hizmet gibi gazetelerde yıllardan beri deneme, makale, fıkra ve şiirler yazmaktayım. Bir zamanlar “Bizim Okul” isimli kültür, sanat ve edebiyat dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yaptım. Kültürel organizasyonların çoğunda aktif olarak görev aldım. Bunların yayında sanal ortamda da pek çok seçkin sitede yazı ve şiirlerim yayınlanmaktadır. Tam bir kitap kurduyum. Kitapları için özel ev alacak kadar kitap tutkunuyum. Zira on binin üzerinde kitabım var. Evime her ay onlarca dergi girer. Evliyim, iki kızım, bir oğlum var.

Bugüne kadar, içinde TRT’nin de bulunduğu birçok televizyon ve radyo programına konuşmacı olarak katıldım. Türkiye Yeşilay Kurumu Gönüllüsüyüm… Karadeniz Yazarlar Birliği Kurucu Üyesiyim. Türkiye Yazarlar Birliği ile Edebiyat-Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği(ESKADER) üyesiyim. Daha birçok gönüllü kültürel kuruluşa destek olmaktayım.
Fazıl Kul: Bildiğim kadarıyla bugüne kadar birçok yarışmadan ödüller kazandınız. Bunlardan bahseder misiniz?
M. Nihat Malkoç:

Bugüne kadar katıldığım şiir, makale, deneme ve hikaye yarışmalarında otuzun üzerinde ödül aldım. Bunlar arasında Trabzon Belediyesi – “İnsan ve Çevreye Saygının Önemi” Konulu Kompozisyon Yarışması – Birincilik Ödülü, “Sevgi, Barış ve Kardeşlik” Konulu Şiir Yarışması(1999 Yılı) – Birincilik Ödülü, Akçaabat Belediyesi “Vatan Sevgisi” Konulu Şiir Yarışması(1999 Yılı)-Birincilik Ödülü, “Bir Sevdadır Akçaabat” Konulu Şiir Yarışması(2005 Yılı)-Birincilik Ödülü, “Köprübaşı” Konulu Şiir Yarışması-Birincilik Ödülü, “Beşköy Sel Felaketi” Konulu Şiir Yarışması-Birincilik Ödülü, Mersin Yenice Belediyesi- “İnsan Sevgisi” Konulu Şiir Yarışması- Birincilik Ödülü, . Kapadokya Şairler ve Yazarlar Derneği ile Ürgüp FM Tarafından Düzenlenen 2009 Yılı 4. Kapadokya “Aşk” Konulu Şiir Yazma Yarışması Türkiye Birinciliği Ödülü, Çorlu Kültür ve Sanat Derneği (Türkiye’m Konulu) 3. Geleneksel Şiir Yarışması Türkiye Birinciliği Ödülü, Fikirder-Şehit ve Şehadet Konulu Şiir Yarışması Türkiye Birinciliği Ödülü, Kapadokya Şiir Yarışması-İkincilik Ödülü, “Avlarlı Efe’de İlahî Aşk” Konulu Makale Yarışması- Türkiye İkiciliği Ödülü, Zeynepder Gazze Konulu Şiir Yazma Yarışması Türkiye İkinciliği Ödülü, Kartal Belediyesi ve Zeytin Dalı Kültür Sanat ve Dayanışma Grubu Çanakkale Konulu Şiir Yarışması-Üçüncülük Ödülü, Zile Belediyesi-Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği 2008 Yılı Mustafa Necati Sepetçioğlu Hikaye Yarışması Türkiye Üçüncülüğü Ödülü, Nevşehir Hacıbektaş Belediyesi ‘İncinsen de İncitme’ Temalı Şiir Yarışması(Serbest Ölçü) Türkiye Üçüncülüğü Ödülü, Ümraniye Belediyesi Mevlana Konulu Şiir Yarışması- Mansiyon Ödülü, . “Tarihte İnsan Hakları Uygulamaları ve Günümüz Sorunlarına Etkileri” Konulu Makale Yazma Yarışması(MAZLUMDER) Mansiyon Ödülü, Niksar Kaymakamlığı-Niksar Belediyesi-Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Cahit Külebi “Memleketime Bakış” Şiir Yarışması Mansiyon Ödülü…” öncelikli olarak sayılabilir Şiir, deneme, makale ve hikaye dallarındaki bu ödüller otuzlu rakamları aşıyor. Bunların ayrıntısına girmek istemiyorum.

Fazıl Kul: Eserleriniz henüz kitaplaşmadı ama birçok kitapta şiir, deneme, makale ve hikayelerinize yer verilmiş. Eserlerinize yer veren kitaplardan bahseder misiniz?
M. Nihat Malkoç:

Şiirlerimi bugüne kadar belli bir kitapta toplamadım. Fakat şiir, deneme, makale ve hikayelerimin birçok kitapta yayınlandığını söyleyebilirim. Eserlerimin yayınlandığı kitaplar arasında şunları sayabiliriz: “Şiirli Değnek”-Komisyon, “Yedi Tepe Gece Gündüz İstanbul”-Ümraniye Belediyesi Yayını, “Geçmişten Günümüze Trabzon Şairleri”–Hazırlayan: Murat Yüksel, “Dünyanın Bütün Çiçekleri(Öğretmen Şiirleri Antolojisi)”-Mustafa Özçelik, “Çanakkale Şehitleri Şiir Antolojisi”-Hazırlayan: Meryem Şahin, “Şiirlerle Çanakkale Kahramanı Havranlı Kocaseyit”-Havran Kaymakamlığı Yayınları, “Ben Öğretmenim Çocuklar-Öğretmen Hikâyeleri Antolojisi”-Mustafa Özçelik, “İnsan Sevgisi Şiirleri”- Komisyon-Mersin Yenice Belediyesi Yayınları, “Milli Mücadele’de Çanakkale’nin Esrarı ve Nusret Mayın Gemisi”-İdris Yavuz- Esra Yavuz, “Dön Kendine”-Komisyon-Ümraniye Belediyesi Kültür Yayınları, “Şairlerin Dilinden Trabzon”-Murat Yüksel, “Yunus ve Gönül Diliyle Karaman”-Hikmet Elitaş, “Özgürlük Şiirleri”-Mersin Yenice Belediyesi Yayınları, “Düşkondu”-Ümraniye Belediyesi Kültür Yayınları, “Bir Gönüdaşın Ölümü”-Mustafa Yazıcı, “Trabzon Bâb-ı Âlisi”-Mustafa Yazıcı, “Bir Şiirdir Trabzon”(Osmanlı’dan Günümüze Trabzon Şiir Antolojisi)-Mehmet Akif Bal, Aşk Şiirleri Seçkisi-Çorlu Sanat Derneği Yayını…

Fazıl Kul: Şiir ne zamandan beri vardır? Edebiyat içindeki yeri nedir hocam?
M. Nihat Malkoç:

Hz. Adem’le dünya macerası başlayan insanoğlunun duygularını ifade etme ihtiyacı da o zaman baş göstermiştir. Şiirin bilinmeyen tarihini ta oraya kadar indirebiliriz. Fakat bahsettiğimiz şey, bugünkü anlamda olgun bir şiir değildir. Neticede duyguların bir çeşit dışa yansımasıdır. İnsan nesli bugüne kadar geçen serüveni içinde duygu, bilgi ve görgü bakımından olgunlaştıkça şiir de onunla paralel olarak olgunlaşmıştır. İster iptidai, ister modern olsun; şiirin her çağda ve her toplumda varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Zira şiir, kişinin kendini ifade etme şeklidir. Üstelik özün özüdür şiir… Bir ihtiyaçtır aynı zamanda…

Şiirin köklerini çok derinlerde aramak gerekir. Cahiliye Arap toplumlarına baktığımızda onlarda da şiirin başköşede olduğunu, büyük itibar gördüğünü görürüz. Onun içindir ki yüce kitabımızın da şiirsel bir belagati vardır. Çünkü o zamanki toplumun genlerinde bu özellikler vardı. Hatta son Peygamber olarak gönderilen Resulullah’ı da şair olarak görenler vardı içlerinde… Fakat Allah onlara cevap vermekte gecikmiyordu: “Cinlenmiş bir şair için biz tanrılarımızı mı terk edeceğiz, derlerdi. Hayır, o (ne şairdi, ne de mecnun). O, gerçeği getirmiş ve peygamberleri de doğrulamıştı” (es-Saffat, 37/36-37)

624 sene boyunca dünyaya adaletle nizam veren Osmanlı’da şiir çok önemli yerdedir. Öyle ki Osmanlı padişahları, şairleri koruyup onlara her türlü maddi ve manevi destekte bulunmuşlardır. Bunun ötesinde Osmanlı şairlerinin çoğu şairdir. Şiirdeki mahlası “Muhibbi” olan Kanunî’nin kocaman bir Divan’ı vardır. 2. Murad(Muradî), Fatih Sultan Mehmed(Avnî), 2. Bayezid(Adlî), Yavuz Sultan Selim(Selimî), 3. Mehmed(Adnî), 1. Ahmed(Bahtî), 3. Selim(İlhamî), 2. Mahmud(Adlî), 3. Mustafa(Cihangir) gibi padişahlar aynı zamanda ciddi Divan şairleridir. Bu da gösteriyor ki şiir Osmanlı’da büyük ilgi ve itibar görmüştür.

Şiir, yüzyıllardan beri edebiyatın tahtına oturan ve bu tahtı hiçbir zaman diğer edebî türlere kaptırmayan bir estetik oluşumdur. Bu tür, edebiyatla adeta özdeşleşmiştir. Bu sadece bizde değil, bütün dünya edebiyatlarında da böyledir. Şiir deyince bütün akan sular durur.

Şiir modern zamanlara yenilmeyen bir türdür. Dünya değiştikçe şiir de değişiyor, yenileşiyor ama değerinden hiçbir şey kaybetmiyor. Şiire ilgi dün olduğu gibi bugün de var. Hatta internetin icadıyla şiirin etki alanı alabildiğine genişlemiştir. Hayatında şiir yazmayan insan yok gibidir. Herkes ömrünün bir döneminde şiirsel bir şeyler karalamıştır muhakkak… Bugün internet ortamında binlerce şiir sitesi mevcuttur. Bu sanal ortamlarda birçok kişi kalem(pardon klavye) oynatmaktadır. Bunların ne kadar şiir olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Fakat sonuçta hemen herkes şiire bir şekilde hizmet etmek istiyor.

Edebiyat bahçesinin solmayan gülüdür şiir.. O, bütün alımlılığıyla gönül bahçelerini süslüyor. Şair duyguların tercümanıdır. Onlar, gözleri kapalıyken de gören insanlardır. Sevdiğini kaybeden bir aşığın iç çekişleri, bir annenin evladına duyduğu tarifi kelimelere sığmayan sevgi, bir askerin vatan için yüreğinde besleyip büyüttüğü sevgi ve muhabbet; şairin ruhunda filizlenir, vakti gelince şiir olup çıkar. Bir çocuğun geleceğe dair umutlarını, bir aşığın kavuşma arzularını, göklerin sonsuzluğunu, denizlerin enginliğini, dualardaki samimiyeti, en iyi şair bilir ve en iyi o ifade eder. Şiir okuru da bu duygulara ortak olur; ‘ Şair tam da benim gibi düşünmüş’ der. Kitlelerin duygularına tercüman olduğu kadar büyür şair… Fakat hissiyatı alelade ifade edenler bodur ağaçlar gibi yerlerinde kalakalırlar.

Edebiyat uzun asırlardan beri şiirin büyüsünden nemalanmaktadır. Zira edebiyatın geniş kitlelerce sevilmesini sağlayan türlerin başında gelir şiir… Şiir olmasaydı edebiyat bu noktada olur muydu acaba? Hiç sanmıyorum… Keza şiir edebiyatı bir ana şefkatiyle besliyor.

Şarkta yani Doğuda şairlerin bol olması buradaki insanların ruh derinliğinden kaynaklanır. Onlar köklü bir medeniyetin izlerini ruhlarına nakış nakış işleyerek yarınlara taşımışlardır. Bu aslında şarkın övünülecek yanıdır. Batı, hayata daha realist açıdan baktığı için şiir orada bizdeki kadar itibar görmemiştir. Fakat bu demek değildir ki Batı şiiri geridir.

Şiir, hayatımıza renk ve ahenk katarak ruhlarımızda bahar esintisi oluşturuyor. Bu esintiye kapılan insanoğlu, şiiri sürükleye sürükleye modern zamanlara başarıyla taşımıştır.

Fazıl Kul: Üstadım, "şiirin başarısı ve güzelliği biraz da okuyucudan ileri gelir" diyenler var. Bu konuda siz neler düşünüyorsunuz?

M. Nihat Malkoç:

Şiirin müşterisi okuyucudur. Siz duygusal bir üretim yaparsınız, okuyucu onu alır okur; ya beğenir, ya da beğenmez. Fakat okuyucunun beğendiği şiir güzeldir, beğenmediği kötüdür kanaati sağlıklı bir şey değildir. Öte yandan sizin yazdığınız şiir okuyucunun muhayyilesinin genişliği kadardır. Şiir okuru nasibine düşeni alır mısralardan…

Şiirleri derinleştiren ve zenginleştirenler bilinçli okuyuculardır. Okur şiiri tamamlayan son tashihçi gibidir. O, şiire bambaşka bir anlam zenginliği katar. Şiir ancak ruh ve mana derinliği olan okurların yüreklerinde büyür, gelişir, serpilir. Aslında iyi bir şiir okuru iyi şairle kötü şairi çok iyi tanır ve iyi olanın elinden tutar; kötü olanı ise görmezden gelir.

Şiirden anlamak için dilci, edebiyatçı veya şair olmak gerekmez. Bu, ruhla alakalı bir durumdur. Ruhların aynalarının sırları dökülmemişse gerçek şiir o aynadan bütün ihtişamıyla yansır. Günümüz modern şiirinde anlam, imge yorganıyla iyice örtüldüğü için okurlara daha çok iş düşmektedir. İmge yoğunluğu olan şiirleri anlamlandırmaya çalışan okurun işi çok da kolay olmasa da, onun şiirden alacağı haz, tembel okurunkiyle asla kıyaslanamaz. Zira şiir deşildikçe iç güzelliğini cömertçe sergiler. Gizler açıldıkça şiirdeki esrar perdesi kalkar.

Bilinçli okurla şiir aynı frekanslarda hareket eder durur. ‘Okur kolay anlasın, fazla zahmet çekmesin’ diye şiiri basitleştirmek şiire ihanettir. Zira şiir basitliğe düşünce derinliğini, yoğunluğunu ve özünü kaybeder. Şair basitleşmemeli, okur şairin ruh ve duygu mertebesini anlayacak düzeye gelme gayreti içerisinde olmalıdır. Bilinmelidir ki şiir, duygu ve düşüncelerin yoğunlaştırılmış halidir. Behçet Necatigil’in şu sözleri şiir-okur ilişkisini ne güzel ifade ediyor: “Modern şiirin biraz da okuyucu tarafından doldurulması gerekli boşluklar taşıdığını bilmeyen, böyle bir şiir tecrübesinden geçmemiş kimselere bu tür şiirler biraz katıdır, kapalıdır, kabul ediyorum. Ama, şiirin ilk bakışta çapraşık ve bilmeceli görünmesi, onun çözülemeyeceği anlamına gelmez. Ön planla geri plan arasında bağlar, belirli motif, örgüt ve atkıları varsa, her şiir, bir kumaş gibi iplik iplik açılabilir.”

Fazıl Kul: Şiiri tanımlayanlar olduğu gibi, şiirin tanımlanamaz olduğunu söyleyenler de var. Şiir sizce neden tanımlanamıyor?Sizce şiir nedir?

M. Nihat Malkoç:

Şiiri tanımlamak zor değil aslında. Herkes kendince bir tanım getirebilir şiire; nitekim getirmiştir de… Fakat bu tanımlar kişinin şiire bakışını yansıtır sadece. Yani şiirin mutlak bir tanımı yoktur, olamaz da, olmamalıdır da… Mesela büyük İslam bilgini İbn-i Haldun “Şiir, istiare ve belli vasıflar temeline dayanan, vezin ve kafiye bakımından birbirine eşit olan parçalara bölünmüş, her parçası kendi başına önündeki ve sonundaki parçalara muhtaç olmadan maksadı anlatan ve kendine mahsus Arap üslubu üzere terkip edilen belagatli sözdür.” diyor meşhur eseri olan Mukaddimesi’nde… Öte yandan Fransız şair Mallarme “Şiir kelimeler dinidir.” diyerek radikal bir görüşle çıkıyor ortaya. Bu görüşler kendilerini bağlıyor.

Şiiri tarif etmek körün fili tarifinden farklı değil. Şiiri tanımlayanlar; bilgisi, görgüsü kadar tanımlar ancak… Fakat hepsinin bir dayanağı vardır; ama iddiaları mutlak doğru değildir. Onun içindir ki bu tanımlamalar bağlayıcı değil, aksine şiiri bir yönüyle sınırlayıcıdır. Zira şiiri tanımlamak ona hudut çizmektir, bu haddizatında gerekli de değildir.

Bana göre “Şiir, sınırlı kelimelerle sınırsız manayı yakalamaktır. Şiir, duyguların kalp prizmasından yansıyan halidir. Şiir, kelimelerin renkli dünyasına yapılan esrarengiz yolculuktur. Şiir, az sözle çok şey anlatma sanatıdır. Şiir çetin bir dil işçiliğidir. Şiir, farkındalık oluşturma bilincinin müşahhas ifadesidir. Şiir, ruh sahrasında vaha bulma gayretidir. Şiir; ruhumuzu kemiren bunalımları, kelimelerin sırtına yükleyerek hafiflemektir. Şiir, anlamla ahengin kusursuz uyumudur. Şiir, hatıraların yangınından arta kalanları toplamaktır. Şiir, ruhun karanlıklarına doğan dolunaydır. Şiir, sabır ağacının tatlı meyvesidir. Şiir, hakikat gemisinde hayal avcılığıdır. Şiir, insanın kendi ruhuyla söyleşmesidir. Şiir hayatın ilk ve son basamağıdır. Şiir ruhun büyük uyanışıdır. Şiir, boy veren duyguların hasadıdır. Şiir, doyumsuz sevdaları ölümsüz mısralarda yeniden diriltmektir. Şiir, ölümsüz sevdaları bayraklaştırmaktır. Şiir, kadife duyguların kelimelerden taşmasıdır. Şiir, özgürlüğün söze dökülmüş halidir. Şiir, kelimelerden kusursuz duygu şatoları yapmaktır. Şiir, hissiyat ırmağına gönül tasımızı daldırarak ruh kabımızı doldurmaktır. Şiir, sevdalarla kavgaları aynı mısraya sığdırabilmektir. Şiir, kelimelerle sıkı dostluklar kurmaktır. Şiir, duyguların sağanak halidir. Şiir, yürek yaralarını sağaltan bir merhemdir. Şiir, Nemrut’un ateşine gül yağmurları yağdırmaktır. Şiir, ilahî aşk yolunda kahırları bal eylemektir. Şiir, sözlerin yangınıdır. ”

Fazıl Kul: Şiir kelimesi nereden geliyor? Hangi manaları içine alıyor?

M. Nihat Malkoç:

Arapça bir kelimedir şiir… “Bilme, tanıma, anlama” olarak açabiliriz bu kelimenin anlam bohçasını… TDK Sözlüğünde “Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan edebî anlatım biçimi, manzume, nazım, koşuk…” ifadeleri kullanılıyor şiir için…

Şirin manası şairin duygu ve düşünce dünyasıyla ilgili olarak değişebilir. Bu hususta inanç ve kanaatlerin de mühim etkisi vardır. Mesela “Son Sultanü’ş-Şuara” olarak tavsif edilen Üstad Necip Fazıl, şiir ve sanat için “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış; /Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...” beytini söyleyerek şiirin içeriğiyle ilgili kanaatini dile getirir. Öte yandan Cahit Sıtkı’ya göre, “Kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır.” şiir… Sembolizmin bizdeki en büyük temsilcisi Ahmet Haşim’in anlayışına göre “Şair ne bir hakikat habercisi, ne bir belâgatli insan, ne de bir kanun yapıcıdır. Şairin lisanı; nesir gibi anlaşılmak için değil fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, ortaklaşa bir dildir.” Tanpınar’a göre şiiri önemli kılan “Kelimelerin takibinden doğan ritim, ahenk v.s. vasıtalarla alelâde lisanla ifadesi kabil olmayan derunî haletlerimizi, heyecanlarımızı, istiğraklarımızı, neşe ve kederimizi ifade eden ve bu suretle bizde bedii alâka dediğimiz büyüyü tesis eden bir sanat olmasıdır....” Bu bakış açılarını ve şiir anlayışlarını çoğaltabiliriz. Demek ki şiirin manası, şairin dünya ve eşya algısına göre değişiklik gösteriyor. Şairin hissiyatı, şiirinin rengini belirliyor; o renk kelimelere yansıyor.

Fazıl Kul: Şiirin kendisine göre bir yapısı ve unsurları var mıdır? Bir nazım ne zaman "şiir" hüviyeti kazanır?

M. Nihat Malkoç:

Şiirin kendine mahsus bir yapısı vardır. “Ölçülü ve kafiyeli ne söylersen şiir olur” anlayışına sahip olanlar yanılıyor. Şiirde yapı derken aklımıza şiirin şekil özellikleri geliyor öncelikle... Bir kere şiir, mısraların kümelenmesinden meydana geliyor. O kümelenmenin şekli, şiirin şeklini de belirliyor. Bu bazen beyit, bazen dörtlük, bazen de bent olarak karşımıza çıkıyor. Geleneksel edebiyatlarımızdan olan Divan edebiyatı beyit, halk edebiyatı dörtlük nazım birimine dayanıyor. Bu iki güçlü edebiyat sahasının kendine mahsus kuralları vardır. Halk edebiyatının heceye, Divan edebiyatının aruza dayanması mutlak kurallardandır.

Açıkça bilinmelidir ki ölçülü ve kafiyeli yazılan her manzume şiir değildir. Bir mısra kümesinin şiir olabilmesi için ölçü ve kafiyeden daha önemli unsurlar da gerekir. Anlam derinliği ve imgesi olmayan ölçülü, kafiyeli mısra kümelerine şiir değil de ancak manzume diyebiliriz. Şiir, içinde mana derinliği ve imge büyüsü olan bambaşka bir sanat dalıdır.

Fazıl Kul: Şiirde şekil ve kalıp konusunda neler söylemek istersiniz?

M. Nihat Malkoç:

Şiire ‘mevzun ve mukaffalı söz’ denirdi eskiden… Bu ne demektir? ‘Şiir, ölçülü ve kafiyeli söz kümeleridir’ demek… Bu tanım, şiiri baştan sınırlıyor. Yani bu tanımın dışında yazılanları şiir saymıyorlar; serbest tarzda yazılmış şiirleri Molla Kasım misali edebiyatın çöp sepetine atıyorlar. Oysa şiirde şekil ve kalıp mutlak unsurlardan değildir. Şair bunlara takılıp kalmamalıdır. Şiir ille de belli bir şekil ve kalıp üzere söylenecek diye bağlayıcı bir şart yoktur. Divan ve Halk şiirinde şekil ve kalıp çok önemlidir. Fakat günümüzde şiirde şekil ve kalıptan çok; şiirin ruha tesir edip etmediği, gönül telini titretip titretmediği, özgün olup olmadığı, mevcut şiir zincirine yeni halkalar ekleyip eklemediği daha önemlidir. Şiir vardır heceyle, şiir vardır aruzla, şiir vardır serbest yazıldığında güzeldir. Güzellik anlayışını belli bir ölçü ve kalıba sokarak şartları zorlamak, şiirin alanını daraltmaktan başka bir şey değildir. Şiirde ölçü ve kafiyeyi olmazsa olmaz gören Necip Fazıl’ın şiirlerine kötü diyemeyeceğiniz gibi, serbest tarzda yazdığı şiirlerle gönüllerimizi dirilten “Diriliş Şairi” Sezai Karakoç’un şiirlerine de kötü diyemezsiniz. Demek ki içerik çok kere şeklin önüne geçebiliyor.

Az kelimeyle çok şey anlatmaktır şiir; kelimeleri yerli yerinde, tasarruflu kullanmaktır. Bunu sağlayabilirseniz ister belli bir kalıba bağlı kalın, isterseniz serbest hareket edin; neticede mühim olan ortaya çıkaracağınız üründür. Bir şairin hem heceyle şiir yazması, hem de serbest şiir tarzını kullanması mümkündür. Şahsen ben heceyi de, nostalji olsun diye aruzu da, serbest tarzı da kullanıyorum. Şiir hangi formda geleceğini haber veriyor öncelikle… Şiirin doğum sancıları bunu bize hissettiriyor. İç sesimiz; ‘bu şiir heceyle, bu şiir serbest yazılacak’ diyor bize. Bundan sonra bize düşen o iç sese tabi olmaktır. ‘Şiirde öz mü, şekil mi önemlidir’ tartışmaları içerisinde şiirin ruhunu bir kenara itme tehlikesi saklıdır şüphesiz....

Fazıl Kul: Şiir ve taklit konusundaki görüşlerinizi de öğrenmek istiyorum Hocam… Bu konuda neler söylersiniz?

M. Nihat Malkoç:

Taklitler hiçbir zaman orijinali kadar mükemmel olamaz. Onun içindir ki birçok üründe ‘Taklitlerinden sakınınız’ yazar. Şiir, taklidi kaldırmayan meşakkatli bir türdür. Taklit dizeler şiir müsveddesidir. Çağdaş Arap şiirinin en önemli temsilcisi kabul edilen Suriyeli Adonis’in dediği gibi “Şiir, tanımı gereğince taklit edi¬lemez. Ancak kötü şairler taklit eder”

Şiirde esinlenme bir yere kadar kabul edilebilir ama işin boyutu taklide varırsa bu hiçbir şekilde kabul edilemez. Şair, taklide bulaşırsa kendini bitirir; kendi ipini kendi çeker. Çünkü şiir, söylenmeyeni söylemektir. Mevlana’nın dediği gibi ‘yeni şeyler söylemek lazım.’ İşin başlangıç aşamasında birilerinin yazdıklarından yola çıkılabilir. Fakat bir noktadan sonra buna ‘dur’ demeli ve benliğini bulmalıdır şair… Edebiyatta intihal meselesi dün olduğu gibi bugün de yaşanmakta ve konuşulmaktadır. Taklidin ileri boyutu da bir çeşit intihaldir.

Edebiyatımızın en önemli devirleri kabul edilen Servet-i Fünun ve Fecriâti’de de Fransız şiiri taklit edilmiştir. Fakat o zamanlar bizde modern şiir geleneği yoktu. Onun için şair ve yazarların bu tavrı çok da eleştirilmemiştir. Fakat bu dönemler uzun sürmemiştir.

Alıntıyla çalıntı birbirine karıştırılmamalıdır. Şiirde esinlenmeyi taklit noktasına getirenler, gönül hırsızlarıdır. Onlar başkalarının imge taşlarıyla şiir binası inşa etmektedirler. Nasıl ki taşıma su ile değirmen dönmezse, öyle de taşıma imgeyle şair olunmaz; böyle biline!

Geçmişte birçok şair, taklit suçlamasıyla karşı karşıya kalmıştır. Nazım Hikmet’in Mayakovski’nin şiirini taklit ettiğini söyleyenler ve onu suçlayanlar olmuştur. İlhan Berk, Cahit Sıtkı, Cemal Süreya ve Ahmet Muhip Dranas da şiirde taklitçilikle suçlanan şairlerdir. Fakat bu iddialar belli ki öznel bakış açılarının yansımasıdır. Bu tartışmalar bugün de vardır.

Şair özgün olmak zorundadır. Şair özgün olmayacaksa ne diye çıkar şiir pazarına? Şairlik bir iddiadır. ‘Şair’ diye ortaya çıktıysan bir iddian var demektir. Bunu da yazdıklarınla ispatlamak zorundasın. Geçmiş şairleri bir papağan misali tekrarlayan şair müsveddelerine bu ülkenin hiç mi hiç ihtiyacı yoktur. Şair, milletin önünde yürüyen bir söz büyücüsü ve ufukların ardına yol alan bir kılavuzdur. Şiirleri birçok dergide yayınlanan kişilerin şair olduğuna hükmetmek bir yanılgıdır. Bugün dergilerde ismi hiç gözükmeyen, kendi kabuklarına çekilerek şiir tezgahlarında özgün dizeler üreten nice usta şairler vardır. Dergilerde boy göstermek usta şair olmanın ölçüsü değildir. Bu biraz da popüler olmayla ve çevre kazanmayla ilgilidir. Şiir piyasasında bu anlamda taşların çok da yerine oturduğu söylenemez. Bazen ahbap-çavuş ilişkisi durumları sıkça yaşanmaktadır bu pazarda da…

Fazıl Kul: Üstadım, bir de ‘bir-iki şiir yazdım’ veya ‘bir-iki şiirim yayımlandı’ diye kendilerine hemencecik şair sıfatı verenler var. Bunlar hakkında neler demek istersiniz?

M. Nihat Malkoç:

Olgun insan haddini ve lafını bilen insandır. Kişinin kendini bilmesi kadar kemal olamaz. Birkaç şiir yazıp da kendini üstat saflarında görenler saman alevi gibi sönmeye mahkumdurlar. Zira şiir uzun bir süreçtir. Şairlik çetin bir dil işçiliğidir. Bu, bir ömür devam eden ağır bir iştir. Bunu bilerek bu yola revan olmak gerekir. Şiir, malzemesi kelimeler olan derin bir sanattır. Bu sahada kalem oynatanların, yazdıkları birkaç şiirle ahkam kesmesi doğru değildir. Bu durum tek kanatla uçmaya çalışan mağrur bir kuşun durumundan daha beterdir.

Şiir sabır ve tahammül ister. İnce bir iştir şiir… Kuyumcu titizliği ve sabrı gerektirir. Yahya Kemal’in ömrü boyunca şiirlerini bir kitap haline getirmemesi, bir kısım şiirlerinin tamamlanmasını on yıllara yayması şiirde titizliğin önemine işaret eden müşahhas örneklerdir.

Şiir yazan kişilere ‘şair’ sıfatını aslında millet verir. İsminin altına şair yazmakla, damgalara, mühürlere ‘şair’ yazmakla şair olunmuyor. Geçmişte Servet-i Fünun dergisinde binlerce şair şiir yazmışsa da bugün bu edebiyatın temsilcileri olarak Tevfik Fikret ve Cenap Şahabeddin hafızalara kazınmıştır. Öteki şairler dergilerin tozlu sayfalarında unutulmuştur.

Çabuk parlayanlar çabuk sönerler. Şairin kalıcı olabilmesi için sağlam bir şiir altyapısı olmalıdır. Şiirsel altyapısı olmayanlar müteşairdirler. Yani bu zavallılar kendilerini şair zannederler; kendi yalanlarına bir süre sonra kendileri de inanmaya başlarlar. Bunlara kızmaktan çok, acımak lazımdır. Bugün ülkemizdeki şair kalabalığı müteşairlerin mantar gibi türemesinden kaynaklanmaktadır. Günümüzdeki puslu şiir ortamında gerçek şairlerle müteşairleri ayırmak hiç de kolay bir şey değildir. Müteşairler kör egolarını tatmin etmekle meşguldürler. Onların şiire hizmetleri yoktur; onlar gerçek şiirin ve şairin düşmanıdırlar.

Fazıl Kul: Üstadım, “şiir ve dil" konusunda da bir şeyler söylemek ister misiniz?

M. Nihat Malkoç:

Şiir az sözle çok şey anlatma sanatıdır. Şiirde kelimeler çoğunlukla mecaz ve yan anlamlarda kullanılırlar. Şiir, kelimelerin rafine edilmiş halidir. İmgelerle yoğrulan dil, bambaşka bir renk ve ahenk kazanır. Kelimelerin sırtına tonlarca duygu yükü yüklemektir şiir; şair ise bu ağırlığı kaldırabilen bir duygu hamalıdır. Sözcükler yürek potasında eriyerek şiire dönüşür. Şairler kelimelerle güçlü duvarlar örerler, emsalsiz söz binaları dikerler.

Daha evvel belirttiğim gibi ‘şiir çetin bir dil işçiliğidir’ bence... Gerçek şairler dile en çok hizmet eden ve dilin anlam dağarcığını zenginleştiren insanlardır. Onlar, yaşamlarını dile hizmet etmekle, dili bir kuyumcu titizliğiyle işlemekle geçirirler. Neticede verdikleri eser altın kıymetindedir. Fakat o şiir altınının değerini ancak söz ve his sarrafları bilebilir.

“Bu dil ağzımda annemin sütüdür” der Yahya Kemal… Dil o kadar önemlidir onun için… Kimin için önemli değildir ki dil?... O, bizim ifade kudretimizin merdivenidir. O merdivenden çıkarak masmavi gökleri delen söz kulelerine tırmanırız. Şairler rengarenk mısralarında dili kanatlandırmışlardır. Dil onların en büyük sırdaşı ve yoldaşıdır.

Şiirin kendine özgü bir dili vardır. Günlük hayatta dertlerimizi, neşelerimizi, düşüncelerimizi anlattığımız kelimeler, şiirde bambaşka bir büyüye bürünürler. Günlük hayattaki dilin sığlığı şiirde bambaşka bir derinlik kazanır. Bütün malzemesi dil ve duygu olan şiir, kelimelerin ayağını yerden keser. Şiirde adeta kanatlanır kelimeler…Zira şiir dilinde kelimeler şairin hayal süzgecinden süzülerek bütün kirleri atılır ve kabalıkları törpülenir. Şiir dili yürek dilidir. O dil, damıtılmış saf duygularımızın tercümanıdır; yürek aynasıdır.

Şiir, dilin çürüyen yanlarına merhem olur. Şair, tabir caizse hastalanan, komaya giren kelimeleri iyileştiren doktordur. Gerçek şiirlerde kelimelerin ayaklarının yerden kesildiğini, masmavi göklere uçuştuğunu hissedersiniz. Bu kelimelerin istiğrak(kendinden geçme) halidir.

Şiir dilinde halktan kopmak, fildişi kuleler inşa etmek doğru değildir. Bunda da orta yolu bulmak lazım. Zira fildişi kulelerimizde yalnız kalırız. Rus yazar Tolstoy’un şiir ve dil konusundaki şu çarpıcı görüşleri dikkate şayandır: “Fırsatçıların her zaman kullandıkları bir yöntem vardır. Halkın kullanmadığı, dile yerleşmemiş kelimeleri kullanarak, gerektiğinde icat ederek halkın gözünde kendisini yüceltmek... Bu, ‘halk, anlamadığına inanır’ mantığıdır ve çoğu zaman başarılı olur. Kitleler, bilmedikleri kelimelerin ardından sürüklenirler. Bu arada sanat da tükenmeye yüz tutar. Ortodoks kilisesinin sapık fikirlerinin, ağır bir dille düzenlenerek halka benimsetilmesi bu yöntemin en çarpıcı örneklerindendir.”

Unutmamak gerekir ki hammaddesi duygu olan şiir, hissiyatın süzgeçten geçirilmiş, kabası alınmış, dilin en naif halidir. Şairler dili zenginleştiren dil sihirbazlarıdır. Onların elinde dil, bütün hünerlerini gösterir. Şairler dili en verimli kullanan söz cambazlarıdır.

Fazıl Kul: Şiirin temel unsurları arasında imge de var mıdır? Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

M. Nihat Malkoç:

“Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, hayal, hülya… Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj…”(TDK Sözlüğü) olarak tanımlanıyor imge… Şiirdeki imgeyi, sözcüklerin sınırlarını zorlamak olarak da ifade edilebiliriz kanaatimce… Zira imgelerle sözcüklere, sınırları zorlayan anlamlar yüklüyoruz. Kelimelerin günlük kullanımlarının çok dışına çıkıyoruz imgelerde. Bir çeşit ‘yeniden adlandırma ve anlamlandırma’ da diyebiliriz imgeye… Kelimelerin doğal sınırları zorlayarak yeni anlamlar doğurması… Sözcüklerin çağrışım sınırlarının zorlanması…

Türk şiirine modern anlamda imge İkinci Yeni’yle girmiştir. Çok daha öncesine gidersek Divan edebiyatındaki kalıplaşmış ifadeler olan mazmunları da imge sayabiliriz. İmgeye ‘öznel yorum’ da diyebiliriz. Zira imgelerde öznellik esastır. Şairler dilin imkanlarını ‘imge’ adı altında zorlarlar. Bu, tutarlı ve ölçülü yapıldığında şüphesiz ki dile hizmettir.

Şiirin olmazsa olmazlarından biridir imge… Şairi farklı ve özgün kılandır imge… Kelimelerin sihrinin farkına varmaktır bir anlamda. İmgesiz şiir, tuzsuz yemeğe benzer; karnınız doyar ama yediğinizden zevk alamazsınız. İmge okur-şair ve hissiyat arasında kurulan gönül köprüsüdür. Bu köprünün direklerinin sağlam olması, imgelerin ayağının yere sağlam basmasıyla mümkündür; aksi halde kelimelerle kurulan bu gönül köprüsü üstünüze çöker. Kelimelerin enkazında kala kalırsınız. Sonuçta uzanacak bir yardım eli beklersiniz.

“İmgesiz sanat olmaz, şiir ise hiç olmaz” diyen Alexander Potebnya’ya hak verenler olduğu gibi, onu bu tezinde aşırı bulanlar da vardır. Bence şiiri sadece imgeden ibaret görmek de bir nevi deli saçmasıdır. İmgeler anlamla, hayallerle bütünleşerek bir ahenk oluşturursa sağlıklı şiir doğar; aksi halde şiir ‘düşük’ olur; ‘prematüre’ olur. Bu durum şiirden uzaklaşmak tehlikesiyle karşı karşıya bırakır bizi. Şiirin gül yüzü çiçek bozuğuna döner. Bunu önlemek için imgeleri, tohumu toprağa atar gibi atmamalıyız, titizlenip kılı kırk yarmalıyız.

Kelimelerin tılsımıyla yeni dünyalar kurmaktır şiir… Şiirde imge çok şey olsa da, her şey değildir. Şiir; imgenin yanında, alabildiğine duygu derinliği ve soyutlamadır. Şiirde anlam soyutlandıkça derinlik ve zenginlik kazanır. Yerinde yapılan soyutlamalar şiiri kanatlandırır.

İmgeler biraz da yaşanan zamanın rengine bürünürler. Bazı zamanlarda bazı kavramlar daha bir ön plana çıkar. Bu kavramlar en hassas insanlar olan şairlerin de ruhuna sirayet eder. Bu duygu ve düşünceler ruhlarda mayalandıktan sonra imge olarak gün yüzüne çıkabilir. Bu arada zamanımızda modern yaşamın getirdiği yalnızlık fenomeni imgelere sıkça yansıyor.

Bir de imge hırsızlığı var. İmge hırsızlığı şairin ahlaksızlığı anlamına gelir. Vergi kaçırmak nasıl ahlakî bir zaafsa imge kaçırmak(imge hırsızlığı) da o derece ahlakî düşüklüktür. İmge çalan şairler üretmekte zorlanan, hissiyat kabızlığı yaşayan sözde şairlerdir. İmgeler bizim olmalıdır. Zamanımızda imge aşıranların sabırları taşırdığı gözden kaçmıyor.

Günümüzde herkes kendisini şiir yazmak mecburiyetinde hissediyor. Böyle olunca yazılan şiirlerin birçoğu da (ç)alıntı oluyor. Bu durum, esinlenmenin çok ötesine gererek bütünleşme(!) aşamasına varıyor. Divan şiirinde kullanılan kalıplaşmış ifadeler olan mazmunları bütün Divan şairleri ortak kullanırdı. Bunda bir mahsur yoktu. Onu anlıyorum da günümüzde kalem oynatan sözde şairlerin imgelerinin aynı renkte olmasını anlamakta doğrusu zorlanıyorum. Aklın yolu bir olduğu gibi, imgelerin yolu da bir midir acaba?

Fazıl Kul: Bazı şairler imgede aşırıya gidiyorlar ve bunu da şiirde yenilik sayıyorlar. Anlamsız olmak, fazla kapalı semboller kullanmak konusunda nasıl bir düşünceye sahipsiniz?

M. Nihat Malkoç:

İmge, şiirde derinliği sağlayan unsurların başında gelir. Fakat imgede de aşırılığa kaçılmamalıdır. Günümüzde bu işin de suyunu çıkaranlar az değildir. Günümüz şairleri öyle imgeler kuruyorlar ki bu durum şahsen o imgelerin şairin zihninde de bir karşılığı olmadıkları kanaatine götürüyor beni. “Ben söyledim, sen nasıl anlamlandırırsan anlamlandır” demek gibi bir şey bu… Fakat bu imgelerin ayakları havada kalıyor; bir süre sonra da baş aşağı düşüyorlar. İmgeler, şairle okur arasında köprüler kuracakken uçurumlar oluşturuyor.

İmgeler özgün, benzersiz olmalıdır da deli saçması da olmamalıdır. Uçuk kaçık imgelerle kelimeleri istifleyip sonra da ‘Beni anlamıyorlar’ demek nerden baksan çelişkidir. Bu sorumsuzluk ve aşırılık Türk şiirinde imge sorununu doğurmuştur. İmgelerin iyice şahsileştirilip hayattan kopuk bir hal alması şiirin gül dökülmesi gereken yollarına mayınlar döşemiştir. Bu mayınlar şiirimizin elinin ayağının kopmasına, kötürüm bir hâl almasına sebep olabilir. İmgelerin güçlü çağrışım kudreti olursa şiire zenginlik ve mana derinliği katarlar.

İmge; bozmak değil, yeniden ifadelendirmektir. İmgeler okurun zihninde farklı çağrışımlar uyandırabilir, uyandırmalıdır da… Bu durum şiiri zenginleştirir, alabildiğine derinleştirir. Fakat özü kaybetmemek gerekir; özü kaybedince şiire geri dönmek iyice zorlaşır.

İmge, şiiri özünden koparmadan alabildiğine kişiselleştirmektir. Onun içindir ki daha evvel defalarca kullanılmış imgeleri kullanmamalı şair… Şair, kendini bir imge avcısı sayıp kelimelerin engin göklerinde kartallar gibi özgürce dolaşmalıdır. Başkası tarafından bir kez kullanılan imge eskimiş, orta malı olmuş demektir. Bu; çiğnenmiş bir lokmayı ağza alıp yeniden çiğnemek, hatta mideye indirmekten farksız, mide bulandırıcı bir şeydir.

Fazıl Kul: Şiirde çok kapalı semboller kullanmak kadar, çok açık, didaktik söyleyişler de hoş karşılanmıyor kimilerince. Aynı kişiler "asıl şiir didaktik olmayan şiirdir" diyorlar. Sizce doğru mu söylüyorlar?

M. Nihat Malkoç:

Şiirin nereye kadar kapalı, nereye kadar açık olması gerektiği hususu hep tartışıla gelmiştir bugüne kadar… Aslında bunun belli bir ölçüsü de yoktur. Bunu ayarlayacak olan şairin kendisidir. Fakat bilinmelidir ki girift bir imge dünyası oluşturanlar, şiirinin kapısını paslı kilitlerle kilitleyenlerdir. Böyle bir kapının ardındakinin kime ne faydası olabilir ki?... Bilinmelidir ki şiirde imge amaç değil, araçtır. Onu amaç olarak gören şairler yanıldıklarının farkına varamayacak kadar gaflet içindedirler. Bu, bir çeşit bakar körlüktür doğrusu...

‘Şiir bir fikrin savunucusu olmalı mıdır, olmamalı mıdır?’ sorusu da çok kurcalamıştır zihinleri… Aslında şiiri şiir yapan, ele alıp işlediği düşünce değildir. Şiirsellik çok farklı bir şeydir. Siz şiirinize bir düşünceyi yerleştirirsiniz ama o şiire baktığınızda önce düşünce görünmez, düşünce şiirselliğin gölgesinde kalır. Şayet şiirde ille de bir düşünce olacaksa bu düşünce ‘çaydaki şeker’ gibi eriyik olmalıdır. Yani çaya dışarıdan bakan değil, onu yudumlayan şekerin farkına varmalıdır. Fikir, şiirselliğin önüne geçmemelidir hiçbir zaman…

Fransız şair Mallarme ‘Şiir fikirlerle değil, sözcüklerle yazılır’ düşüncesini savunur. O, düşünceyi sözcüklerin gölgesinde bırakarak sözcüklerin uyumuna vurgu yapar.

Didaktik şiirlerde şiirsellik çok zayıftır. Çünkü düşünce duyguların önüne geçerek onları perdelemiştir. Fakat bu da bir tarzdır; belki de bir ihtiyaçtır. Buna ‘şiirden şuura varmak’ da diyebiliriz. Zira tek tip şiir ve tek tip şair oluşturma gayreti, şiiri kalıplara sokmaktır. Kalıplara soktuğumuz her şey gün gelir kalıbını zorlayarak özgürlüğe kanatlanır. Öte yandan şiirlerinde ‘İslam’ düşüncesini bayraklaştıran millî şairimiz Mehmet Akif’in yazdıklarına hangimiz kötü manzumeler diyebiliriz? Onlar da Türk şiirinin ana renklerindendir. Demek ki şiirde esas olan güzeli yakalamaktır, mutlak güzeli…

Fazıl Kul: Üstadım, bu güzel ve son derece faydalı olduğuna inandığım doyumsuz sohbetin sonuna geldik. Son olarak söylemek istediğiniz bir husus var mı?

M. Nihat Malkoç:

Şair her zaman sözü olan, yeni şeyler söyleyen insandır. Şair tekrara düştüğü noktada bitmiş demektir. Tekrar şairin felaketidir. Şairin daima bir arayış içerisinde olması gerekir. O, hayatının her safhasında yeni duygular peşinde koşmalı, bu koşusu son nefesine kadar devam etmelidir. Zira şiir sonsuz bir ummandır. O ummanda kayığını yüzdüren şair, kürek çekmekten yorulmamalıdır. Ufuk ne kadar ötede de olsa şair daima ufkun ötesini düşlemeli, geriye dönmeyi, kıyıya çıkmayı asla düşünmemelidir. Zira geri dönenler hep kaybedenlerdir.

Günümüz gençliği boş uğraşlarla zamanını zayi etmektedir. Bu gençleri şiire yöneltmeliyiz. Gençlerin şiire yönelmesi onların sığ ruhlarını derinleştirecektir. Zira şiir ruhun dirilişidir. Şiir umut denizlerinde sonsuzluğa yelken açmaktır. Çocuklarımıza şiiri sevdirmeliyiz. Onların nazarlarını aptal kutularına çivilenmekten kurtarmalıyız. Bunu da okullarda ancak Türkçe ve Edebiyat öğretmenleri başarabilir. Öğretmen arkadaşlarımız şiirin katı kurallarını ezberletmek yerine, onu sevdirmeli ve gençlerin şiir okuyup yazmasını sağlamalıdır. Zira geçmişin ve bugünün usta şairleri ilk şiir sevgilerini okul sıralarında almışlardır. Fakat günümüz müfredat programları şiiri sevdirmekten çok uzaktır. Fakat buna rağmen öğretmenlerimiz kendi çaba ve gayretleriyle şiiri gençlerimize sevdirebilir. Bunu başarabilirsek gençlerimizi kötü alışkanlıklardan da önemli ölçüde kurtarmış olacağız.

Fazıl Kul: Hocam, bu son derece güzel ve faydalı olduğuna inandığım sohbet için kıymetli vakitlerinizi bize ayırdığınızdan dolayı size çok, çok teşekkür ederim.

M. Nihat Malkoç:

Bana kendimi ifade etme imkanı verdiğiniz için asıl ben teşekkür ediyorum size. Bu konuşma ile okurlarım beni daha iyi tanıyabilme imkanına kavuşmuşlarsa ne mutlu bana… Buradan bütün şiir severlere sağlık, mutluluk ve şiir dolu günler diliyorum.
( Üstad Şair M Nihat Malkoç İle Şiir Üzerine Bir Konuşma… başlıklı yazı M.Nihat Malkoç tarafından 22.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu