İçimde saklı bir kevser, hangi iklimin suyu olduğunu bilmeden, susuzluğumu dindiriyor. Yolum uzun; ayaklarım yorgun, ruhumda bir seyyahın öyküsü yankılanıyor. Hangi yüce dağın eteğinde mola versem, rüzgar fısıldıyor: "Devam et, vuslat uzak ama çağırıyor."
Bir gölge var önümde, benimle konuşan ama asla bana ait olmayan. Kendimi kovalar gibi, kendi izlerime basıyorum. Bu izler mi beni götürecek hakikatin eşiğine? Yoksa kendi ardımda bıraktıklarım mı asıl yüküm?
Bir ağacın altında duruyorum; kökleri derin, dalları gökyüzünü yırtarcasına yüksek. "Sen de böyle olmalısın," diyor bir ses. "Köklerin toprağa bağlı kalacak, ama dalların yıldızlara ulaşmalı."
Her nefeste bir kıyam, her adımda bir hicret. Gözlerim ufku tarıyor, ama aslında özümdeki enginliği arıyorum. Çünkü bilirim ki, dışarıda aranan her hakikat, içerde yankılanır.
Kainatın suskun bir aynasıyım; ne kadar bakarsam o kadar görürüm. Ama asıl mesele bakmak değil, görmek. Görmek değil, anlamak. Anlamak değil, hissetmek. Ve hissettikçe bilirim ki, bu yol bir menzil değil, bir döngü.
Her yıldız bir umut, her bulut bir öğüt. İnsan dediğin, gökyüzünde kaybolmuş bir yolcudur. Ama yine de, yeryüzüne kök salan bir ağaç gibi sabırla bekler. Bekler ki, gökler onun özüne selam dursun.
Yolculuğumun sonunda, bulduğum şey kendim miyim? Yoksa kendimi kaybettikçe hakikati mi buluyorum? Her sorunun cevabı, bir başka sorunun doğum sancısıdır. Ve her doğum, ölümün kardeşidir.
İşte bu yüzden insan, külleriyle kavrulan bir ateştir; yakar ki arınsın, söner ki yeniden doğsun. Ve bu ulvi yolculukta bilirim: Her adımda, her nefeste, Hakk'ın nefesi üzerimden eksik değildir.
ahmet nejat