O İlginç Olayı Hiç Unutamıyorum

O İlginç Olayı Hiç Unutamıyorum

 

Askerliğimden bir küçük anı:

Ortaokuldayken bir yıl kaybettim. O dönem ÖKK olmadığı için çift dikiş olmuştum. O dönem anarşi dönemiydi ve okullarda sürekli sağ-sol kavgaları yaşanıyordu ve okullar boykot ediliyordu.

Lise yıllarımda da anarşi ülkeyi beşik gibi sallıyordu. Can ve mal emniyeti yoktu. Zor bela lise sona kadar geldim. Ankara Aydınlıkevler Ticaret Lisesinin son sınıfındaydım ve iki dersten bütünlemeye kalmıştım. Fakat askerlik çağımın geldiğini hiç aklıma getirmemiştim. Arkadaşlar, askerlik konusunu açınca askerlik şubeme gitmeye karar verdim. Kırıkkale’nin Keskin İlçesi askerlik şubesine gittim. Yoklama kaçağı olduğumu söylediler ve Mart 13’e sülüsümü verdiler.

Acemi birliğim Isparta 40 Piyade Alayı’ydı. 1980 yılında 12 Eylül darbesi yapılmış; ancak biz acemilerin sonradan haberi olmuştu. Yaklaşık üç ay 106’lık havan eğitimi aldıktan sonra sekiz hemşehrim ile birlikte gönüllü olarak Kıbrıs’a dağıtım olmak istediğimizi söyledik ve Mersin Taşucu’ndan feribotlara binerek Kıbrıs’a gittik. Gece vakti Magosa’ya geldik. Alay meydanına toplandık ve subaylar isimleri okudu ve her ismi okunan, gösterilen alanda toplandılar. Beni de havancılar arasına kattılar. Ve ben hemşehrilerimden ayrılmış, yalnız kalmıştım,

Usta birliğimde kısa bir süre piyade eğitimi aldım, sonra havancı olduğum için Yeşil Hat kısmında bulunan Havan takımına gönderildim. Ankaralı Asteğmen Ahmet Kelek komutanımız, havan takımına sürgün geldiğimi, Ankaralı S-3 istihbarat Subayı Ekrem Akiz’in istihbarat yazıcısı olduğumu öğrenmişti. Ahmet Kelek komutanım beni bu sebeple takım yazıcısı yapmıştı.

Kıbrıs’ın iklimi çok değişkendi. Bir anda rüzgâr çıkar, yağmur yağar, sonra güneş açardı. Geceleri rüzgârlı olurdu hep. Benim torunum (bizden sonra gelen askerlere torun deniliyor) Erzurumlu Abdülkerim ile kendime 02-04 nöbeti yazdım. Yağmurluğu-muzu üzerimize geçirdik; fırtına, soğuk ve yoğun yağmur dinmek bilmiyordu. Yeşil Hat kritik bir bölgeydi, nöbet mahallimizi aşamazdık. Havan takımımıza bir km uzaklıkta bir ormanlık ve yol önünde bir de pınar vardı. Su içtik, Topak Tepe ve Tınaz Tepe etrafında dolaşarak nöbetimize devam ediyorduk.

Ben Havan tevcihini iki saniye geç yaptığım için Ahmet Kelek Komutanımız beni Topak Tepe’ye ileri gözleyici olarak görev-lendirmişti. Nöbetimiz devam ederken, birden Takım komutanımızın kaldığı ev üzerinde sürekli yanıp-sönen ışıklar gördüm. Abdülkerim’e ışıkları gösterdim. Henüz çömez olduğu için ister istemez irkildi. İşin aslına bakarsanız benim de nutkum tutulmuştu. Çünkü bu bölge hakkında çok esrarengiz hikâyeler dinlemiştik usta askerlerden. “Acaba Rumlar, komutanın binasına mı giriyorlar” diye endişeleniyordum. Yağmura, rüzgâra aldırmadan hızlı adımlarla bir km’lik yolu adımladık. Tınaz Tepe’ye bakıyoruz ama herhangi bir ışık göremiyoruz. Sonra oradan uzaklaşıp, nöbete devam ediyor, geriye dönüp baktığımız-da ışıkların tekrar yanıp söndüğünü görüyorduk. Bu durum dört-beş defa tekrar etti. Komutana durumu bildirmekten başka çare yoktu. Tekrar komutan binasına geldik ve kapıyı çaldık. Ufak-tefek boyuyla kapıyı açtı ve “ne var, ne oldu?” diye sordu. Dedim ki; “komutanım, Tınaz Tepe’de garip ışıklar görüyoruz, baktık ama kimseyi göremedik” dedim. Komutan; “Tepe’ye çık-tınız mı?” diye sordu. “Hayır komutanım, çıkmadık ama ışıklar sürekli yanıp sönüyor, buraya gelince ışıklar kayboluyor” dedim. Komutanımız bir an ne diyeceğini şaşırdı; duvarda asılı duran Tomson marka silahını aldı, hızla elbisesini giyindi, miğferini taktı ve Abdülkerim’e dönerek; “hemen alarm ver, koş…” dedi. Abdülkerim, eğitim alanının ortasında bulunan çanı tüm gücüyle çalmaya başladı. Yaklaşık iki dakika içinde takım iştima oldu.

Komutanımız bizi avcı koluna ayırarak Tınaz Tepe’ye çıkardı. Süngüleri takmıştık, çalı, ağaç, kaya ne varsa her yeri süngü-müzle yokladık. Tepe üzerinde yirmi dakika kadar keşif yaptık. Komutanımız gece görüş dürbünüyle Kiracılar Köyü’ne bakma-ya başladı ve şöyle söylüyordu: “O ışıkları yakan, Rumlar olmalı. Kiracılar Köyü buraya iki kilometre mesafede. Mutlaka onlar olmalı…” Ancak komutanımız umduğunu bulamadı ve takıma tepeden inmeyi emretti. Sonra bana döndü; “sen hayal mi görüyorsun? Sen ne biçim askersin” deyip, bana okkalı bir tokat patlattı. Dedim ki; “komutanım, Abdülkerim ile birlikte gördük o ışıkları. Hayal değildi gördüğümüz. Buraya geldiğimizde ışıklar kayboluyordu” dedim. Komutan, askerleri kapısının önünde topladı; “bu gece uyku yok. Rumlar gelmiş olabilir” dedi. Takım içinde birkaç cezalı dedemiz vardı (1959’a 1,2,3 tertip gelenler bizden önce geldikleri için onlara dede denirdi. Ben ise 1960’a 3'ün devre kaybı olarak gelmiştim. Onların torunu oluyordum) Sevdiğim bir Mersinli dede ile Urfalı dede bir an üzerimizden geçen elektrik tellerinden kıvılcımlar çıktığını gördü ve “komutanım, o ışıklar elektrik tellerinden çıkıyor bakın” dedi. Komutan başını kaldırdı ve rüzgârın etkisiyle elektrik tellerinin birbirine çarpması sonucunda çıktığını gördü. Böylece, hem komutanımız hem takım rahat bir nefes aldık.

Uykusu bölünen askerler olarak hemen yemekhaneye gittik. Yemekhane görevlisi bir güzel çay demledi, ekmek, peynir ne bulduysak açlığımızı giderdik. Bu anımı hiç unutamıyorum.

 

 

 


( O İlginç Olayı Hiç Unutamıyorum başlıklı yazı Halit Durucan tarafından 8.01.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu