
Hiçbir üslubu beğenmez oldum.
Öncelikle kendime sunduğum, esefle konuşan iç sesimi susturmak adına yaptığım
ben-merkezli telkinler sonra ne mi oldu?
Uyutulduğumun ertesiydi: yorgunluktan
sarhoş olduğum bir gündü: siz deyin bir galon ben diyeyim üç beş sürahi. Evet,
sadece ayrandı içtiğim ve bol miktarda tuzu da boca ettiğim.
Uyuşacağımı biliyordum aslında ümit
ediyordum aslında tiksindiğim ne varsa cihana dair, unutmakla mükelleftim.
Öncelikle şu yapay sarışın çiçekçi
kız. Sonra da dükkânını kundaklayan bir gözü siyah diğeri mavi olan, üzerine
ölü toprağı serpilmiş adam.
Ne yani; yalan mı söyleyeyim?
Aralıksız geliyordu dükkâna üstelik çiçekçi dükkânına geliyordu elinde demet
demet güllerle. Sonra da iki lafın belini kırmak adına arkaya geçiyorlardı.
Of. Bana ne, değil mi?
İyi de ben de yan dükkânda çalışan
bir garip tezgâhtarım. Uyutulduğum kadar uyuttuğumu bildiğim yine ben özürlü ve
biz odaklı düşler görmek adına, devasa hayallerimle evrim geçirdiğim.
Şaibeli bir patronum vardı. Her gece dükkânı
kapatmaya yakın gelir, üzerine en son satışa sunduğumuz elbiseyi gider ve
çalımla çıkar giderdi bir de söylenirdi avaz avaz:
‘’Aman, ha, kepenkleri indirmeyi
sakın unutma. Allah muhafaza, delinin biri dükkânın camını çerçevesini indirir.
Ona göre, anladın mı ciciş?’’
İyi hoştu da, bu eklediği sıfat bana
asla uymuyordu. Ne de olsa ciddi bir havam vardı ama bu ciddiyetle bula bula bu
işi bulmuştum. O da annemin zoruyla.
‘’Kızım, aman ha. Sen, sen ol, ağır
sat kendini ama yeri geldi de mi…’’
Devam etmesini arzu etmesem de ve
bazen sözünü kessem de bilirdim bir sonraki cümlesini.
‘’Belli mi olur, şöyle boylu poslu
bir müşteri gelir de…’’
Sanki ben manken görünümlü bir
laleydim de…
Yine de; adabı muaşeret kurallarına
uygun olmasa da; aile içindeki lakabım idi lale. Ve ciddiyet özürlü
akrabalarımız aralıksız kafa bulurlardı benimle.
Aman ne ayıp! Şimdi yakıştı mı bana,
bu kafa bulmak tabiri?
Neyse, efendim, ben yine de arz
edeyim.
Annem ve diğerleri ve de tüm mahalle
esnafı. Sözüm ona kendi işimi kuracaktım ama nerede?
Bir araştırma yaptım ve akabinde
vazgeçtim kendi işimin patronu olmaktan yine de hayretle izlerdim ben yaştaki
insanların bu iş teşebbüslerini. Alın işte, silikonlu Remziye Teyze sonra da Çat
kapı Halil Abi ha tabii bir de büfeci Metin.
Metin, canım kankam: gerçi bir kızla
bir erkek kanka olamaz tabirine binaen bizler kafa arkadaşlardık.
Of, dilim sürçtü yine. Annem duymasın
ne de olsa İstanbul kadını: şimdi oldu mu bu amirane deyimler hem ne derler
arkamdan?
Aman, millet zaten diyeceğini diyor.
‘’Kız, lale, ne o hal öyle? Hiç mi
etek giymezsin?’’
‘’Malum çalışırken eğilip
doğruluyorum. Ayıp olur…’’dememe kalmadan…
‘’Sen bu kafayla evde kalırsın.’’
Ne yani, pantolon giyen kızlar
gelinlik giyemez diye bir kural mı var?
‘’Pardon, ne dedin canım. Ay, telefondaydım
da.’’
Ufak at da civcivler yesin. Hem ne o
öyle? Haftada beş gün saç renginle oynuyorsun. Yakında kel kalacaksın.
‘’Sahi, değiştirsen şu saçının
rengini. Bak, yeşil moda bu sonbahar. Tıpkı yapraklar gibi.’’
Akıllım, mevsim mademki sonbahar: tüm
yapraklar sararmadı mı?
‘’İnşallah, Sebahat Abla, İnşallah.’’
‘’Ne ablası ayol. Sanki çocuksun da…
Teyzem gibi görünüyorsun ama hadi
neyse…
‘’Saygımdan Sebahat, saygımdan.’’
‘’O zaman Sebahat Hanımefendi
diyeceksin, şeker.
Hanımlık kim sen kim?
‘’Ne dedin sen?’’
‘’Ben kaçtım.’’
‘’Seni densiz. Misafir gelen benim,
sen dediğine bak.’’
Olaysız gün mü geçer. Ben uyusam
şöyle aralıksız yirmi dört saat sonra da uyansan yeni bir dünyaya.
Nasıl da paspal bir hayatım var. Ben
böyle olacak insan mıydım?
Ah, gözü kör olası Safiye. Hep o
çeldi aklımı. Okuyup da ne olacakmışım da? Fena mı, altın bileziğim olurdu.
Bozdurur bozdurur harcardım!
Mademki bozduracak altınım ve
diplomam yoktu ben de bozabildiğim kadar aklımı ve içimi bozardım ve aklıma
koyduğumu da yaparım hani ki yaptım da.
Büfeci Metin’le dertleşmenin tam
zamanıydı üstelik mevsime de uygun.
Adam yine at etinden yapılma
sucukları ile en içli türküleri söyleyip bayat ekmeklerle tost yapma telaşındaydı.
Bakalım kimi zehirleyecekti bu gün?
‘’Selam, Metin.’’
‘’Ooo, kimler gelmiş kimler. Ne haber
gülüm?’’
‘’Helal sana: lalelikten transfer
olduğum yeni bir çiçek. Fena değilmiş yine de sen eskisi gibi lale demeye devam
et. Hem İstanbul’un da sembolü.’’
‘’Vay, benim şair yürekli arkadaşım.
Gel kurul başköşeye de karnını doyur şöyle en afilisinden.’’
‘’Eyvallah, aç değilim. Lakin bir
konu hakkında konuşmaya geldim.’’
‘’Öt bakalım.’’
‘’Bu gece boş musun?’’ dememle
afalladı bizimkisi ve burkup bıyığını.
‘’Hop, dedik arkadaş. Biz de racon
keseriz icabında hele ki mevzubahis arkadaşımız ise. Söyle nedir derdin gider
kemiklerini kırarım kim arkadaşımın kalbini kırdıysa.’’
‘’Yok, be dostum. Yanlış anladın.
Demem o ki; gidip kafaları çekelim.’’dememle kahkaha nöbetine girdi bizimki.
‘’Ya birader, alkole karşı değil
misin sen?’’
‘’Elbette, lakin şöyle serilmek
istiyorum masalara ve günlerce unutmak ve uyumak.’’
‘’İşte orada dur. Benim anamın uyku
ilacı var. Öyle güzel kafa yapıyor ki yanlış anlama. Aralıksız on beş saat
uyursun. Ama rüya görmeyeceğinin de garantisini veremem gerçi uyandığında az
buçuk asabi oluyor anam ama bir demlik çay içti mi nasıl da uysallaşıyor.’’
İşte yine toslamıştım duvara. Görünen
o ki; benim plan işe yaramamıştı.
‘’Başka çaresi yok mu? Hani şöyle
unutsam tüm eşi dostu, akrabayı ve onca derdi. Çok şey mi istedim?’’
‘’Sen Yakup Abimin bana emanetisin.
Sonra nasıl hesap veririm ahrette babana ve Tanrı’ya? İstersen açılalım
tekneyle sen de boğaz havası alırsın. İstanbul’un havası adamı nasıl çarpar,
bilmez misin?’’
Demli çay içip uykumun daha da
kaçacağının garantisini vermişti bizim köftehor.
Tası tarağı toplayıp kalkma
zamanıydı.
‘’Hadi, görüşürüz. Dükkânı boş
bıraktım. Kendine mukayyet ol.’’
Israr etmekte fayda yoktu zaten kim
anlardı ki derdimi?
Sadece uzak kalmak istiyordum. Sadece
unutmak. Yoksa on beş gün izin alıp güneye mi kaçsaydım? İyi de millet tatil
beldesinde rahat durmaz ki. Sabahlara kadar vur patlasın çal oynasın.
Dükkâna yollanmışken annem aradı
telefondan. Bakalım bu akşamın menüsü ne olacaktı da ben de iş dönüşü kim bilir
neler alacaktım?
‘’Efendim, anne?’’
‘’Ah, kızım, bir bilsen bir bilsen.’’
Merak etmiştim.
‘’Hayırdır, anne?’’
‘’Teyzen evleniyor yine.’’
‘’Daha beş ay olmadı mı altıncı
kocasını toprağa vereli?’’
‘’Yok, yok, o, dördüncü kocasıydı.
Altıncı koca aldattı ya teyzeni, komşusu ile.’’
Bu komşulara da hiç güven olmuyor ya!
‘’E, ne yapayım ben? İzin alıp senle
mi geleyim?’’
‘’Kız, olacak iş mi? Hem kıskanır
kocasını senden. Bilirsin hiç haz etmez senden.’’
Ah, ben!
‘’Ne yani, çelenk mi göndermem
lazım?’’
‘’Ne çelengi kız?’’
‘’Kadın, bu halde kesin bu kocasının
da başını yer.’’
‘’Tövbe, de deli kız. Demem o ki; iki
günlüğüne Antalya’ya gidiyorum. Ev sana emanet.’’
Yaşasın, fırsat çıkmıştı işte.
‘’Olur, anne.’’
‘’A, itiraz etmedin kız. Seni bilmesem…
tövbe, tövbe.’’
‘’Ne diye itiraz edeyim. Sonuçta
senin kardeşin gerçi öz kardeşin değil ama… hem akrabalık hakkı ne özeldir
dinimizde.’’
‘’Şimdi bana felsefi konuşmalar yapıp
aklımı karıştırma. Sen gelmeden çıkmış olurum. Kuru fasulye yaptım dolapta.
Gelirken de ayran al. Karnını doyurmadan geçmesin günün sonra halden
düşersin.’’
Annem yine saçmalamıştı lakin ayran
fikri fena değildi hani.
‘’Sen, yine de fazla içme ayranı.
Sonra uyanamıyorsun sabaha. Ya da en iyisi sen ayran yerine meyve suyu al.’’
Başlamıştı annem saçmalamaya. Kuru fasulyenin
yanında meyve suyu mu içilirdi?
‘’Nasıl istersen anne. Sen merak etme
beni. Hem benden de selam söyleme.’’
‘’Seni, densiz: o senin teyzen.’’
İyi de demin öyle demiyordun ki
anacım.
‘’Söyle o zaman.’’
‘’Ne söyleyeyim?’’
‘’Ne istersen.’’
‘’Bu arada, mahalleyi hırsızlar
bastı. Kapıyı kilitlemeden uyuma ve asla tanımadığın insanlara da kapıyı açma.
Çengeli tak, alarmı kur.’’
‘’Anne, biz de kapı alarmı yok ki.’’
‘’Sahi, yok muydu?’’
Annemin nörolojiye gitmesinin
vaktinin geldiği idi bu unutkanlığı yine de moralini bozmak istemedim.
‘’Hadi, kızım, öptüm seni. Ben ineyim
otobüsten ararım seni.’’
İçim içime sığmıyordu.
‘’İyi yolculuklar anne.’’
Ben konuşa durayım annemle dükkâna
varmıştım bile ve kapıda bir not buldum patronumdan.
‘’Üç gün yoğum. Şehir dışına
gidiyorum. Dükkân sana emanet.’’
İşte tam da vaktiydi iş dönüşü
yapacaklarımın da ilk hamlesi.
Keyfim yerinde ve kepenkleri de
indirmenin verdiği memnuniyetle marketin yolunu tuttum.
İki şişe hatta dört şişe aile boyu
ayran ve bol miktarda da… ilaç alacağımı sandınız değil mi? Ben canımı sokakta
bulmadım. Ve poşetleri sırtladığım gibi gittim eve.
Ev mis gibi yemek kokuyordu ve kapıya
iliştirilmiş bir not.
‘’Eve kargo gelecek. Söylemeyi
unuttum. Kapıyı açarsın ve teslim alırsın paketi. Annen.’’
Eh, be kadın. Hem kapıyı kimseye açma
diyorsun hem de…
İş başa düşmüştü.
Bir güzel sofrayı kurdum ve keşke
olmayan kapı alarmını da kursaydım. Güldüm kendi kendime. Süper bir sofra beni
bekliyordu ve aralıksız uyuyacağım mutlu gün ve geceler.
Patronumu ve yapay sarışın çiçekçi
kızı da rüyamda görmemeyi umarak oturdum sofraya.
Televizyonu da açtım mı hatta sesini
de fazla açmadan yoksa kapıyı nasıl duyardım?
Hayatımda yediğim en güzel yemekti,
diyemeyeceğim lakin uykum öylesine gelmişti ki. Kalan üçüncü şişeyi içmeye
yeltensem de midemde yer kalmamıştı.
Yatma vaktiydi.
Aslında çok de büyük bir şölen
olmamıştı kendimce kutladığım tek kişilik partim ama görünen o ki birkaç gün
kafamı dinleyecektim.
Cep telefonumun şarjı bitmişti ve
asla da yeltenmedim şarj etmeye aslında kapıyı zincirlemek de geçmedi aklımdan
aslında yatağıma gidene kadar yere yığılıp uyumayacağım ne malumdu, dememe
kalmadı ki…
İnanılmaz bir gürültü vardı rüyamda
bire bir rüyamın gürültü kirliliğine kurban gittiği. Ya müziği açık unutmuştum
ya da kıyamet kopuyordu yine de gözümün tekini açmaya dahi yeltenmeden… ve bir
gölgenin varlığını hissettim yine bir elin de üzerimde dolaştığını ve ardından
bir ses duydum.
‘’Naci, delirdin mi? Bırak kızı da ne
var ne yok dolduralım torbaya sonra da yakalanmadan gidelim.’’
‘’Olacak iş mi Hüseyin? Sen demir
kapıyı matkapla kes ve ev halkı uyanmasın. Sahi, bu kız ne içmiş ki?’’
‘’Ne içtiyse içti. Ses etme de
uyanmadan gidelim. Yapma, dedim sana. Elini çek kızın üstünden. Bırak da
yakalanırsak sadece hırsızlıktan içeri girelim. Zaten sabıkamız var.’’
‘’Aman, bence de. Hem bu kız yemiş de
kokutmuş ortalığı?’’
‘’Zıkkımın kökünü be adam. Belli
işte, mideyi bozmuş. Bak sen de kızla bozdun. Çabuk tut elini, anladın mı?’’
‘’Baba, sen misin? Annem nasıl baba?
Ellerine sağlık. Çok fazla yeme, baba. Sonra dokunur midene.’’
‘’Ne diyor ki bu?’’
‘’Adamı deli etme. Sen mi çözeceksin
kızın iç dünyasını. Bırak kimle isterse konuşsun. Yoksa bizimle konuşacak
birazdan. Biz de hapsi boylayacağız.’’
‘’Seni, yedi kocalı Hürmüz seni. Ne olurdu
ben de gelseydim annemle? Fena mı nikâh şahidi olurdum. Sen zaten bu kocayla da
oturmazsın. İflah olmaz bir aç gözlüsün sen, teyze. Ne vardı beni burada
bırakacak. Bak, çelenk de göndermeme izin vermedi annem. Ben de cenazeye
gönderirim. Bak görürsün sen, teyzelerin sultanı Hürmüz.’’
‘’Hala konuşuyor.’’
‘’Ben gidiyorum. Sen otur, rüya
analizi yap.’’
‘’Az bekle. Kızın kolundaki saati
gördün mü?’’
‘’Bırak da uyanmadan gidelim. Hem o
saat çakma tıpkı senin çakma bir hırsız olduğun gibi.’’
‘’Masada yemek kalmış. Hadi ısıtalım
da yiyelim.’’
‘’İstersen iç güvey gir sen bu eve.
Bol bol yemek yer rüya analizi yaparsın.’’
‘’Ya, bir kaşık yesem. Bak ayran da
varmış hem de koca şişe.’’
‘’Uyuyor mu?’’
‘’Hem de fosur fosur.’’
‘’İyi bari. Bir tabak da bana koy.
Ayran da içeriz. Uyanana kadar karnımızı doyuralım bari. Hem sabaha kadar da aç
aç çalışılmaz.’’
‘’Yaşşa sen. A, iki şişe imiş ayran.
Hem de yayık ayran. Oh, mis gibi. Kim yaptıysa eline sağlık.’’
‘’Çok içme uyku yapar. Çok da yeme
gaz yapar. Hop, birader, duymaz mısın?’’
‘’Azıcık kestirsem. Gözlerimden uyku
akıyor. Pişt, duymuyor musun? A, uyuya kalmış. Ben de koyayım başımı şu masaya.
Ay, nasıl da içim geçti. Acaba tatlı var mıydı dolapta? Neyse onu da uyanınca
yerim.’’
***
‘’Yemek saati. Kuzey yakası, birinci
koğuş. Mahkûmlar, yemek saati. Sıraya girin ve gürültü yapmadan alın
yemeklerinizi.’’
‘’Ne var menüde bu gün? Ne gülüyorsun
be adam? Ne var diye sorduk sadece? Yoksa?’’
‘’En sevdiğinizden. Tam da ağzınıza
layık.’’