Gün geçtikçe ümidimi kesiyorum gençlikten!
Nedenini sorarsanız size sayfa sayfa anlatabilirim. Okurken "Sen de genç değil misin?" düşüncesi aklınıza gelebilir, lakin konumuz benimle alakalı değil.
Geçen gün arabada radyoyu açtım ve Türk müziğinin yanlış batılılaşmayı bile bıraktığını gördüm. "Kitap okumak en iyisi," dedim. Adı sanı duyulmamış Ödül sahibi olmuş, edebiyat eleştirmenlerinin "yılın kitabı" diye nitelendirdiği, güzellikleriyle övülen kitaplara göz gezdirdim. Bir dilin katili nasıl olunur, gözlerimle gördüm. İçim sıkıldı, "Bir kahve içelim," dedim. Dünya kahveleri, yeni tatlar, yeni lezzetler dedim. Yirmili yaşlardaki gencin deyimiyle "barista" Türk kahvesini yaparken yakmış.
Popüler kültür için havlayanlar sırf okuyormuş gibi görünsündiye, sinek vızıltısını yazıya aktaran kitapları alan. "Benim damak zevkim var," diyebilmek için telaffuzu en basit kahveyi alan gençleri gördüm. Dedim ya, konunun benimle alakası yok.
Şimdi takkeyi önümüze koyup düşünme vakti!
Bu saydıklarım en basit örnekler olmasına rağmen biz, toplumdaki bu çürümeyi daha önce neden fark edemedik? Ebeveyn mi olmadık, yoksa toplum mu?
Alman edebiyatından Goethe’nin deyimiyle:
"Herkes kapısının önünü süpürürse, her semt temiz olur."
Şimdi diyeceksiniz ki, "Ne alaka?" Haklı olabilirsiniz kendinize göre. Ama ben bunu metafor olarak alıyorum. "Kapınızın önü" çocuğunuz olsun ve çocuğunuzu temiz, güzel yetiştirin. Çünkü her güzel, güzeli okur.
Bu söze karşı çıkıp "Biz, toplumun güzellik algılarını yaşatmak istemiyoruz, bu algıyı değiştirmek istiyoruz," diyenler çıkabilir. Haklıdırlar da. Ama haklı olsa bile, bir toplumun kültürel emperyalizmin etkisiyle yok olmasına izin vermemeli.
Diyeceğim şu:
Evet, biz gençleri eleştiriyoruz, ama eleştirmeden önce kendi değerlerimizi ve toplum bilincimizi eleştirelim. Şayet hapimiz biliyoruz ki balık bastan kokuyor.
Yeri geldiğinde toplumumuzla gurur duyuyoruz. Peki, toplum çürürken toplum nerede?