
Sahil boyunca uzanan yaşlı çınarlar, yılların yükünü dallarında taşıyor gibi. Bir zamanlar gölgesinde çocukların kahkahaları yükselmiş, sevgililer ellerini kenetlemişti. Ama bugün, rüzgâr yalnızca geçmişin izlerini savuruyordu. Balıkçı, sandalının kenarına yaslanmış, ağlarını düğümlerken mırıldandığı eski bir türküyle zamanın içinden geçiyordu. Gözleri denizle bütünleşmişti; kim bilir kaç dalganın gelip gittiğini, kaç hikâyeyi sessizce dinlediğini... Şule, ayaklarının altında ezilen ince kumların serinliğini hissetti. Zaman burada başka türlü akıyordu; her şey gelip geçerken, deniz aynı kalıyordu. Sahilin kıyısında, suyun dokunduğu yerlerde, geçmişin izleri hâlâ duruyor muydu?
"Deniz ne saklıyor?" diye fısıldadı.
Balıkçı başını kaldırdı, yüzüne yavaş bir tebessüm yayıldı.
"Bazı şeyleri zaman siler," dedi. "Bazı
şeyleri ise sadece biz unutmaya çalışırız."
Şule'nin kalbinde hafif bir sızı belirdi. Çünkü o da unutmaya
çalışmıştı. Ama deniz, unutmaya izin vermeyen bir aynaydı.
Rüzgâr daha sert esti. Ağaçların dalları birbirine dokunarak
hışırtılar çıkardı, sahilin serinliği gecenin ağır sessizliğini getirdi. Deniz,
bütün sırlarını içinde saklıyordu. Ama o gece, belki bir tanesini, Şule’ye
anlatacaktı. Rüzgâr, sahile dokunan bir el gibi hafifçe esiyor, kumları usulca
öteliyor, çınar ağaçlarının dallarında sessiz bir hışırtı bırakıyordu. Deniz,
maviliğini gecenin koyu tonlarına teslim etmişti; kıyıya vuran dalgalar,
uzaklardan gelen bir fısıltı gibi kayalıkları okşuyor, sonra çekilip
kayboluyordu.
Şule, taşın üzerinde oturmuş, elindeki çayın buharının geceye
karışmasını izliyordu. Çaydan yükselen sıcaklık, rüzgârın serinliğine direnmeye
çalışıyor, ama sonunda yok olup gidiyordu. Tıpkı geçmişte kaybolan anılar gibi.
Kasabanın sahili, uzun yıllardır değişmemişti. Çınarların kökleri toprağa
sıkıca tutunmuş, sahil boyunca uzanan patika, yılların ayak izlerini
saklamıştı. Ama zaman burada nasıl akıyordu? İnsanlar geçip gidiyor, dalgalar
kıyıya vuruyor, fakat sahil hâlâ buradaydı. Gözleri, az ötede ağlarını
düğümleyen yaşlı balıkçıyı buldu. O hep buradaydı. Denizle konuşan, ona
geçmişini anlatan, sırlarını okyanusun derinliklerine bırakan biriydi. Kim
bilir kaç fırtına görmüştü, kaç vedaya şahit olmuştu.
Balıkçı, Şule'nin kendisini izlediğini fark etti ve sandala
yaslanarak usulca ona seslendi.
"Deniz ne anlatıyor sana?"
Şule, kelimeleri içinde tarttı. Deniz ona gerçekten bir şey
söylüyor muydu, yoksa yalnızlığı sadece kendi içinde mi duyuyordu?
"Geçmişin izlerini saklıyor mu hala o gün ki gibi,"
dedi.
Deniz dalgaları kıyıya çarpıyor, rüzgâr geçmişi fısıldıyordu.
Ama artık, Şule dinlemeye hazır mıydı bilmiyordu.