Destansı güzellik dolu tablo ki kanatsız düşmüş,
Gözlerde mehtap, dudakta kor halinde bir öpüş…
Ah Zaman! Tırnaklarınla yonttuğun mabedimde,
Her duam, her haykırışım nihayetinde bir yalanmış!
Gözyaşı sarayında gezinen bir hülyasın,
Ah o yüz ki vaktiyle cennet bahçesiydi!
Şimdi hasretle örülmüş
bir tül örtmüş narin tenini,
Her gülüşünde bir efkâr,
her sözün bitmeyen bir hasretmiş…
Ben ki aşkın acemi çırağıydım,
Usta olmadan istedim seni yüreğimde…
Lakin gözlerinin her bakışı, her nefreti,
Çaldı kalbimden o son masum ezgiyi!
Ey Nilüfer! Ey varoluşun sırrı!
Aç ki yapraklarından
yayılsın ebediyetten bir nefes…
Ta ki Zaman, o yaşlı şeytan
dokundukça tir tir titresin:
"Bu aşk, gerçektir
bu hakikattir!" diye.
Şimdi her gece... O tablodaki kadın fısıldar:
"Edebiyat küllerinde ağlama artık!
İşte, avucumda ayrılık bıçağı -
Al ve bitir bu ıstırabı…
Yoksa her gece kâbusun olup
ruhuna işleyen bir küf gibi yayılacağım karanlığa…