Kendimle Sohbet

Hayat bazen eski bir plak gibidir. Aynı
cümleyi hep aynı çizikte döndürür: “Yine yenildin.” Biz, kırık dökük
kahramanlarıyız kendi hikâyemizin. Sırtımızda takvimlerden sarkan paslı
çiviler, cebimizde ertelenmiş sevinçler. Yine de yürürüz. Çünkü toprağın
altındaki tohum bile, karanlıktan utanmaz. O bilir ki karanlık, büyümenin ilk
yurdudur.
Ezilirsin, ezildin de.
Yelkenin yırtılır, rüzgârın dili susar.
Gökyüzü küser, deniz kabuk kapar. Ama unutma: En büyük dalgalar, en derin
denizlerin suskunluğundan doğar. Sen, içindeki denizi hâlâ taşıyorsun.
Düşersin, düştün de.
Bir şehir kadar ağır düşersin bazen, bütün
sokak lambalarının bir anda sönmesi gibi. Ama yıldızlar, elektriğe bağlı
değildir. Kaldığın yerden bakmayı öğren: Karanlık, yalnızca ışığın dinlenmeye
çekildiği zamandır.
Yenilirsin, yenildin de.
Kırık aynalarda parçalanır suretin,
kendini tanıyamazsın. Ama bil ki, kırık aynalar en çok ışığı çoğaltır. Parça
parça da olsan, çoğalabilirsin.
Hayat
diyor ki:
“Ezil, düş, yenil… Ama ne olur, yaşamaktan
vazgeçme.” Çünkü dünya, bir gün yeniden doğmak isteyenlerin hatrına dönüyor. Ne
kadar kaybolmuş olursan ol, kendini aramaktan hiç vazgeçme. Belki kırık
saatlerin zamanında bulursun yolunu. Belki en karanlık cümlenin sonunda gelir
sabah. Ama muhakkak gelir. Sen, bir kez daha ayağa kalkarsın.
Bazen gece, gözlerini inadına açık tutar
insanın. Karanlık, yalnızca gökyüzüne değil, içinin odalarına da çöker.
Perdeler kapalıdır, sokak lambaları yetersiz. İşte o an, gövdene ağır bir taş
gibi oturur hayatın ağırlığı. Ama yine de bilirsin: karanlığın en koyu anı,
şafaktan hemen öncedir. Hayat, bir eski kitap gibi; sayfalarının arasında kuru
yapraklar, solmuş fotoğraflar, kırık heceler. Okudukça canın yanar belki, ama
yine de çevirmelisin sayfaları. Çünkü bir sonraki satırda, belki de bir
tebessüm vardır, çiçek kokusu gibi ansızın gelen. Ben umudu, paslı bir çivi
gibi çakıyorum yüreğimin tahtasına. Çünkü öğrendim ki, hiçbir yara sonsuz
kanamaz. Kabuk bağlar, bazen iz bırakır, ama sızısı azalır ve her sabah, güneş
yeniden doğar.
Hayat bazen, açık denizde alabora olan bir
sandal gibi savurur insanı. Sular üstüne kapanır, nefesin tükenir. Ama sonra
beklenmedik bir dalga, seni yine yüzeye atar. İşte o anda anlarsın: batmak ile
yüzmek arasındaki mesafe, yalnızca bir nefes kadardır. Her zorluk, kolaylığa
gebedir ve kolaylık, içindeki küçücük bir çatlağa sızan yeni bir zorluk
olabilir. Ama döngü sürer. Hayat, uçurumun kıyısında dans etmeyi öğretir sana.
Düşmemek için değil, düşsen bile yeniden ayağa kalkmayı bil diye. Pes etmemek,
en önemlisi bu. Belki de insan olmanın en onurlu biçimi bu. Çünkü umut, paslı
anahtarların açtığı gizli kapılarda saklı. Çünkü dünya dönüyor, içimizdeki
gezegenler de öyle. Her dönüş, başka bir başlangıçtır çünkü. Gecenin koynunda
bile yıldızlar çakıyor, farkında mısın? İşte bu yüzden, ne yaşarsak yaşayalım,
yeniden başlamak için hep bir neden var.
Ey kendim
unutma: Hayat, acıyla örülmüş bir halının üstüne serpilmiş inci taneleri gibi.
Acı varsa, umut da var. Düş varsa, gerçek de var. İnsan varsa, yeniden başlama
ihtimali hep var.
(
Kendimle Sohbet başlıklı yazı
MESUT ÇİFTCİ tarafından
10.07.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.