
Ardışık bir sayı olma ihtimalinin
verdiği o öz güven yoksa nesnesi mi cümlenin ve asık yüzünde gizli öznenin bir
o kadar girişken ve yaygaracı bir vaveyla.
Hüsran basan duvarlarında cehennemin
ve cennete dönüştürme arzusu evreni.
Aşkın atar damarına pompaladığı umuda
basan bir ayak ardında bırakacağı o iz ile şimdiden tövbe etmiş işleyeceği
günahlara.
Peşin hükümlü değil asla Tanrı ve
yeniden fırsat veriyor inanan kullarına.
Zamanın küpeştesinde yorgun çok
yorgun bir kıvılcım esir alan biteviye esir eden.
Bir kadın kadar narin belki suçlu
addedilen…
Aşk gibi iksiri içilesi ve
vazgeçmekten yana değil iken işin aslı hayatın kalbur üstü sunumunda bir tufan
belirtisi her hezeyan.
Göğün manifestosu ve hükümranlığında
Yaratanın aşkı hümayun; yarını seçenek olarak gören.
Kirli kabuslar istifli.
Kan çıkmazsa paranı veririm geri,
diyen bir satıcı da değil hayat üstüne üstük verdiğinin kat ve katını talep
ederken yolcudan.
Yoldan yola savrulan deyişler;
zamanın külliyesinde kül bırakmazken çoğu zaman.
Asrın yangını.
Aşkın en yakın tanığı.
Aşkını içinde büyüten ve kendini
öldüren nice maşuk.
Safsata kimine göre belki de hezeyan
ve yürek burkan ne çok masal.
Masallardan masal yayana masalcı.
Kambersiz düğün misali hüzün yine
hayatın baş misafiri.
Rabia’sı Ekrem’in; Ayşe’si Ali’nin…
Ne çok isim; ne çok farklı insan yine
aynı isimle denkleşen.
Denklem misali kimi hayat ve metazori
gülücükler fısıldıyor.
Gencecik bir kadın otuzların başında;
yürek yangınını henüz söndürememiş ve yolun henüz çok başında oysaki yaşıtları nelere
nelere muktedir ne çok tarakta bez bırakmışken akıllı geçinen insan yaftası göz
ucuyla süzüyorlar kadını.
Vakitlerden vakit beğenmiyor ne de
olsa sükutun ikrarına tanık.
Cebelleştiği insan lügatinde asla göz
ucuyla bakmıyor insanlara ne de olsa muteber bir mutluluk addediliyor ona göre
herkesin hayatı ve onun gözünde kim ise göze gelen asla Maşallah, demeden
geçiştirmiyor.
Elyaf yürek.
Biten batarya.
Patlamaya hazır aslında infilak eden
ne çok araz var sanrıların tüketemediği ama sancıların öldürdüğü.
İçi kıyılan bir şehir gibi kadın.
İçi kıyılan bir şiir belki de
mısraları kayıp kiminin ya kadın, kimin nesi?
Hocalık sıfatına layık görülmüş ve
pırıl pırıl bir bilim insanı oysaki ona sahip çıkan sadece İlahi Adalet.
Tırnaklarıyla kazıdığı yetmezmiş gibi
kızdırdığı insanlar da var. Mesela bölümdeki odasını paylaştığı o hin fikirli
Abbas Bey.
Adı çıkmış adamın dokuza yine de
sayısız kere reddetmiş onun çıkma tekliflerini ve neredeyse kadının adı çıkıyor
ne de olsa genç ve güzel bir kadının hele ki başarı yazıyorsa kartvizitinde,
illa ki birileri ihbar edecek uğradıkları bu yenilgiyi bizzat kadına yükleyip de…
iyi de yüklenen ne kontür ne de göreceli bir yük.
Sessizlik bir hezeyan mı?
Aşka dair bir söylence var madem…iyi
de bu kadının sevdiği adam neden çıkıp gelmez ki?
Soruların tavan yaptığı ve seçeneği
olmayan cevaplar ama illa ki cevaplanacak ucu açık sorular.
Seminerden seminere koşan ve yüzlerce
öğrencisi ile bir anne şefkati ile ilgilenen.
Maruzatı olabilir mi peki bu kadının
ya da özrü ya da özür dilemek pek mi olası hele ki söz konusu ortada olmayan
bir yanlışsa…
Günlerden bir gün.
Senelerden bir sene daha devriliyor.
İçkinin sadece adını duymuş ve tek
içeceği çay ya da su iken…
Hoş görü eksikliğinde nice insan ama
hoşa gitmek istenen.
Laf-ı güzaf belki de söylem dışı ya
da maruzat bellenen.
Bir hiciv iken o çatallı ses.
Bir yenik ve ölü imge iken şiirden
taşan.
Aşkın arka yüzü ama çok da olası
değil hani.
Hikayesi olmayan bir insan ya da
insanların hakkında masallar uydurduğu ve bölüm başkanından asistanına kadar
yüz göz olmayı sevmediği insanlar ama illa ki o sevecen yanını da esirgemeyip
insanlığını son zerresine kadar sunan…
Geceden geceye uzayan uykusuz zaman
dilimi.
Uyumadan girdiği onlarca sınav ve
gözetmenlik yaptığı yetmezmiş gibi en özel ve zor sorunlarına sahip çıktığı
nice öğrencisi ve özellikle bir köşeye itilmiş kim ise elinden tutup onu
cennete götürmeye istekli ve bilfiil yardımını da esirgemezken kim olursa olsun
rast geldiği.
Ne çok söylence.
Ne çok fısıltı.
Doçentliği an meselesi ve yabancı
diline yeni yabancı diller eklediği yine de görünmeyen bir el onu cehennem
ateşine sürüklüyor ve ihanete uğradığı onca zamanın hesabını değil sormak
sadece af diliyor Tanrıdan bilip bilmeden işlediği günahları affetsin diye.
Bir hayal gibi uzanan…
Soluksuz bir roman gibi ne zamanki
önüne bir engel çıksa.
Babasını daha çocukken kaybetmiş.
Annesinden kalan son hatırayı da
parmağında taşırken üstelik bu, bir alyans anne yadigarı ve her ne hikmetse
evli olduğunu sanıyor insanlar aslında taktığı yüzüğün sebebiyet verdiği bir
olasılık ama parmağından da çıkarmaya asla niyetli değil.
Odasını paylaştığı çalışma arkadaşı
aslında adam, kendini bilmezin önde gideni ve ne zamanki onunla baş başa kalsa
illa ki odanın kapısını açıyor.
Doçentlik tezini teslim etmiş ama
illa ki engeller çıkıyor sunum sonrası.
Göğün tembel bulutlarına göz
kırpıyor.
Aslında hayata göz kırpıyor.
Aslında aşkın asılı olduğu o kancayı
koparmak istiyor.
Adı olmayan bir kadın tıpkı çoğu
kadın gibi.
Ve nokta koymayı asla düşünmediği bir
hayatı var tıpkı her tezinde ve sunumunda bin bir emekle özene bezene sunduğu o
bilimsel raporlar.
Bir akademisyen ama o, bir kadın.
Zaafları olsa da kimseyi buna alet
etmeyen.
Bir yılbaşı gecesi çok geç saate
kadar çalışıyor ne de olsa finaller var yeni yılın ilk haftasında ve gelen tüm
davetleri reddediyor.
Hala aklı yüreğinde; hala acısı
yüreğinde.
Ve düne gidiyor yılbaşı
koridorlarında düne yolculuk yapmayı bir kez dahi istememişken.
Çok genç yaşta sevip yitirdiği
nişanlısı düşüyor aklına tıpkı senenin düşen son takvim yaprağı gibi ve geride
bıraktığı kim ise bir bir ziyarete geliyorlar koridorlarında yüreğinin.
Adı olmayan bir kadın ama adı konmuş
bir aşk.
Ve meyvesini nasıl da büyütüyor
yüreğinde ve düşlerinde. Onu yitirdikten tam altı ay sonra kollarına alıyor
sevdiği adamla olan meyvesini ve geride bıraktığı onca insan.
Bir mezar taşı ve down sendromlu
doğan bir bebek üstelik rahmetli nişanlısının ailesinin sahip çıktığı.
Gözleri dolsa bile sadece önündeki
kağıtlara düşüp kuruyor yaşı.
Bir hata addedilen kimine göre asla
anmak istemediği ve suçluluk duygusu terk ettiği bebeğinin ardından kendini
lanetli hissettiği.
Kavrulan ne ise…
Kanıksanan ne çok şey.
Yeni yılın gelmesine şunun şurasında
kaç saat kaldıysa.
Şuur altında biriken onca hezeyan ve yanlışlık
ama o, bir bilim kadını.
Dışlanan bir kadın çünkü özeline ve
sırlarına sahip çıkıyor.
Gecenin ilerleyen saatlerinde bir el
ateş sesi duyuluyor ve yeni yılın ilk günü binayı temizlemeye gelen hizmetliler
onu bulup da…
Ve tek söyledikleri:
‘’Olacak iş mi hem de senenin ilk
günü? Şimdi işin yoksa…’’
Kadın.
Ve erkek de.
Kısaca insan.
Ama en çok çocukların canı yanarken.
Özlem dolu her yürek ve imkansızın
seyrinde elem ve hüzün baş rolde ve ne çok sanrı; ne çok saklı özel hayat
üstelik kimseyi ilgilendirmeyen ama insanın hep de aklını kurcalayan…
Sahip çıkılması gereken sadece
karşımızdaki insana duyacağımız saygı ve göstereceğimiz itibar.
Özelin titrinde hep önyargı yüklenmiş
iken insanlık…
Üstelik eğitim seviyesi ne olursa
olsun yakamızı bırakmayan o merak güdüsü…
Sevgi nasıl ki özel bir duygu
saygınlık ve hassasiyet de olmalı iç cebimizde hep saklı.
Andığımız insanlar ve bu gün sana;
yarın bana, demenin de önü açıkken…