Her sabah,
son gün doğuşum olup olmadığını bilmeden uyanıyorum.
Her sabah çocuklarıma gülümsemelerini söylüyorum,
askerler kapıyı çalsa bile,
çünkü kahkahalarının da çalınmasını istemiyorum.
Her gün benden bir şey alıyorlar.
Benim toprağım. Benim evim. Benim onurum.
Özgürlüğüm.
Her gün çocuklarımın önünde beni kırıyorlar.
böylece oğlum erkekliğin ne demek olduğunu öğrenmeden önce ,
aşağılanmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenecek.
Böylece kızım babasının kollarında güvende hissetmeden önce ,
kan akarken görsün.
Bizi dövdüler,
aç bıraktılar, kafese koydular.
Başımızın üstündeki çatıyı alıp adına da,
"adalet" diyorlar. “
Zeytin ağaçlarımızı yakıyorlar .
Ve buna "güvenlik" diyorlar. “
Elimize zincirler takıp ,
adına da "huzur" diyorlar. “
Sanki biz.
denizlerine susamışlar,
kalacağız burada.
Zeytin ve incir ağaçlarının kaybolmuş gölgesine,
gözümüzü dört açarak.
Hamura maya atılır gibi ağaçlar dikerek yeni yeni.
Sinirlerimiz buzlar içinde ,
ama yüreklerimiz cehennemler gibi.
Biz.
eritiriz taşları yanınca içimiz.
Gitmeyiz ama,
gitmeyiz taş çatlasa.
Ve esirgemeyiz hasisler gibi taptaze kanımızı.
Bir geçmişimiz var bizim burada.
Bir bugünümüz var
ve geleceğimiz .
Sanki biz,
Burada, göğüslerimizin üzerinde
bir duvar gibi uzanıp kalacağız.
Gırtlağınıza saplanmış bir cam parçası gibi burada.
Dikenleri yontulmamış bir yabani incir gibi,
bir ateş,
bir alev fırtınası gibi,
gözlerinize bata bata burada.
Aç.
Çıplak.
Güvensiz ve tedirgin.
Türküler söyleyerek.
Sinirli sokakları doldurarak gösterilerle ,
ve zindanları gururla.
Yeni çocuklar yaparak birbiri ardından,
öfkeli nesiller gibi .
Yeni çocuklar.
redfer