
Ben ki,
ateşle oynayan bir geceydim,
gözlerim mehtabın kızıl parıltısı.
Bu aşk bir cinayetti;
ellerinle boğduğun, sütlerinle…
Sen,
kanatlarını kırdığım bir melektin.
Her dokunuşun bir ihanetti,
her busen bir hançer yarası…
Bazen bir cellat oldum, bazen bir mazlum;
gecenin karanlık labirentinde kaybolurken…
Şimdi sen,
zamanın kum saatinde donmuş bir anısın.
Kalbin; şehvetin ve nefretin kızıl çiçeklerle dolu bir ruh kapanı…
Artık sen bir suç ortağı, bir katilsin;
o eski beni öldüren…
Küflü duvara asılı, unutulmuş bir fotoğrafsın…
Sözlerin;
kana bulanmış bir aşk mektubu:
ne masum, ne de pişman…
Şiirin damarlarında dolaşan bir şüphesin:
mısralarım birer delil; suskun ve ürpertici.
Işıklar sızıyor gözlerinin perdeleri arasından,
her gölgen bir hesaplaşma, her sesin bir tehdit…
Karanlığa kanat çırpan sen,
teninde bir cinayetin ağırlığıyla,
o şarkıyı hâlâ mırıldanıyorsun;
cinayetinin farkında değil,
varlığımdan bihaber seyreden yıldızlar…
Oysa sen bir aşk;
bir hançerin keskin yüzü.
Sana her temas bir yara, her ayrılık bir son.
Ve bu sükûtta kaldırımlar kanıyor şimdi;
düşmüş meleklerin son çığlıklarıyla…
Kimse sen olmadı,
kimse ben olamadı…
Aynı yolda gitsek de, sana giden yol;
hep aynı yere çıkan bir tuzaktı…
Sen;
karanlığın sevdalısı, katil bir kabus…
Ben;
bir kurban kadar masum, bir katil kadar kötü…
Aşkla ve sevkle boğdun silüetleri mi birer birer.
Artık ne sen varsın, ne ben;
sadece el ele cinayetlerin ve şiirin cesedi kaldı geriye…