Zaralı Şampiyon Hoca, sabah her zamankinden daha sessizdi.
Masasının üzerinde bir defter, yanında soğumuş bir kahve duruyordu.
Buharı çoktan çekilmişti; tıpkı geceyle birlikte sönmüş bir düşünce gibi.
Odaya kalemin ucundan sızan hafif bir yorgunluk sinmişti.
Şiir, onun için bir yazı değil bir mücadeleydi.
Her kelime bir kas gibi çalışmalı, her dize alın teriyle yoğrulmalıydı.
Çünkü o, şiiri masa başında değil, kalbinin en derin yerinde yaşardı.
Yıllar önce bir dostu ona,
“Hocam, sen kelimeleri terle yıkıyorsun,” demişti.
O günden sonra bu cümle zihninde yankılanıp durdu.
Gerçekten de öyleydi.
Yazmak onun için bir antrenmandı.
Kâğıda her dokunuşta ruhu esner, düşünceleri şekil alır,
kalemiyle duygularını güçlendirirdi.
Bazen gecenin tam ortasında kalkar,
aynadaki buğulu cama dokunur,
kendi yorgun yansımasına bakar,
“Bir satırı daha kaldırabilir miyim?” derdi.
Şiir onun gözünde bir yük değil, bir dirençti.
Kalemini tutarken bile sanki bir ağırlık kaldırır gibi sıkar,
her kelimeyi, kaslarına işlerdi.
Çünkü kelimeler kolay doğmazdı;
her biri sancıyla, sabırla ve biraz da terle gelirdi dünyaya.
Bir gün bir dostu sordu:
“Hocam, neden her şiirinde savaş var?”
Gülümsedi.
“Çünkü ben şiiri dövüşmeden yazamıyorum,” dedi.
“Kelimelerle kavga etmeden ruhun sesi çıkmaz.”
Her mısrasında biraz geçmişi, biraz pişmanlığı,
ve biraz da umudu saklıydı.
Ama hiçbir zaman yenilgi yazmazdı.
Çünkü Zaralı Şampiyon, yenilse bile
ayağa kalkmanın şiirini bilirdi.
Onun dizelerinde ter,
sadece yorgunluğun değil, azmin de kokusuydu.
O gece defterini kapatmadan önce bir cümle yazdı.
Bu kez uzun düşünmedi; içinden geldiği gibi bıraktı kâğıda:
“Şiir bazen kasla değil, kalple kaldırılır.”
Kalemini kenara koydu.
Derin bir nefes aldı.
Yüzünde yorgun ama huzurlu bir ifade vardı.
Çünkü biliyordu ki, kelimeler terle yazıldığında
anlam daha gerçek, duygu daha diri olurdu.
Ve şiir o an yeniden doğdu;
sanki terle yazılmış bir dua gibi.
İsmail Gökkuş
(devam edecek)