
GÖLGELERİN MEZARLIĞINDA 2 RUH
“Ruhlarımızı aynı gölgeye gömdük; biri sustu,
diğeri hala kanıyor.”
Kafesli bir geceye doğdum,
ay ışığı kanıyor penceremin çatlaklarından,
ve ben biliyorum...
Sen, parmak uçlarınla dokunduğun tüm boşlukta,
benden geriye kalan gölgeyi kokladın.
Kırık bir heykel gibi titriyorsun sokaklarda,
taşlar, paslı bir dua gibi fısıldıyor adımı.
Gözlerinde ölü bir kelebeğin çırpışı,
benim ilkel arzularımın kör pusulasıydı.
Kafatasları dizilmiş, çürümüş lalelerin
ortasında
her nefesin, göğsümde patlayan paslı bir volkan.
Ve sen...
her kıvılcımda biraz daha içime gömüldün.
Ayaklarımızın altında kan değil,
unutulmuş bedenlerin ölü tutkuları vardı.
Gölgeler gülmedi o gece dinlerken dolunayın denize serenatını,
biz ölü bir melodinin bozuk notalarıydık yakamozda
melodiyi ben yuttum, senin ruhun kanadı.
Buzdan bir rüyaya sarıldın neon rengi
karanlıkta,
ben seni kırık aynaların yansımalarından seyrettim.
Her yansımada çoğaldı boşluk,
ve boşluğun ortasında biz, birbirimizi yeniden sevdik.
Benim gövdem, un ufak olmuş taş duvarlardaki
yosun,
sen her çatlakta düzensiz atan kalptin.
serseri bir azazil gibi dolaştın boş sokaklarda
ruhunda ben, dudaklarında, günahın paslı tadı.
Kan lekeli perdelerden sızan ışıkta,
bir kez daha bulduk birbirimizi:
ben seni hatırladım, sen beni.
Ve biz, karanlığın karnında
birbirimizi anlamanın acıtan hazzına vardık.
Rüzgar konuştu sonra,
çürüyen taşlar titredi,
gölgeler yuttu sesini
Sadece bir yankı kaldı geriye...
ve o yankı hala soruyor bana:
“Hangimiz ölmüştü o gece?”