Kırık Aynalar


Kırık Aynalar

 

Hayat, bazen kendi içinde kırılan aynalar gibi olurdu. Şehrin sokaklarında yürürken, karşısına çıkan yüzlerde, pencerelerde, gölgelerde binlerce küçük yarık, çatlak ve kırık parça görünürdü. İnsanlar, bu kırık aynaların içinde kendilerini arar, bazen bulur, bazen kaçırırdı. Genç bir kadın, ismi Lale, her sabah şehrin eski parkındaki tahta bankta oturur, etrafında dönen hayatı izlerdi. Çocukların düşlerindeki umut ışıkları, yaşlıların gözlerindeki sessiz veda, sevgililerin ellerinde sıkıca tuttuğu kırılgan bağlar... Hepsi birbirine karışır, karmaşık bir şiir gibi dökülürdü zamana.

Lale kendi hayatını düşünürdü; bir yandan dağılmış pek çok kırık aynanın içinde kendine ait keskin ve bulanık parçalar vardı. Bu parçalar, yaşadığı acılar, sevinçler, umutsuzluklar ve en çok da hatırlamak istemediği anılarla doluydu. Ama o gün, farklı bir şey hissetti. Şehrin en eski sokağında, tozlu bir dükkânın vitrininde asılı duran kırık bir aynaya bakarken, aynanın ona fısıldadığını fark etti:

"Hayat sadece görülen değil, hissedilen gerçeklerin toplamıdır. Kırık parçalar, bütünü tamamlayan küçük parçacıklardır. Cesaretin varsa, onları birleştir ve kendini gör."

O andan itibaren Lale, kırık parçaları toplamaya başladı. İlk başta, yaralı ve korkak parçalar… Her biri ayrı ayrı acı ve pişmanlık taşıyordu. Ama onların arasındaki ince çizgileri izledikçe, aslında parçaların birbirine geçen bir hikâyeyi oluşturduğunu gördü. Her parçada büyüyen bir cesaret, her çatlakta bir dayanıklılık vardı. Her gün yeni parçalar buldukça, Lalenin iç dünyasında da bir dönüşüm başladı. Kendi hayatının tam anlamıyla bir bütün olmadığını, kırık ve eksik parçaların onu insan yapan, ona derinlik ve anlam katan yönler olduğunu anladı.

Ve böylece, kırık aynaların dünyasında yürürken, aslında ne kadar güçlü, ne kadar özgür olduğunu fark etti. Kendini kabul ettikçe, hayatın kirli camlarının ardındaki ışığı, yeniden ve daha parlak görmeye başladı. Lale, kırık aynaların labirentinde yürürken, içindeki parçaların birbiriyle nasıl uyum sağladığını daha iyi anlamaya başladı. Kimi parçalar acıyla, kimi parçalar umutla parlıyordu. O parçaların tümü, onun kendi hayatının bir yansımasıydı; dağınık ve eksik gibi görünseler de, bir araya geldiklerinde anlamlı ve bütüncül bir görüntü oluşturuyorlardı.

O gün parkta, usulca yanına yaklaşan yaşlı bir adamla karşılaştı. Adamın gözlerinde, şehrin tüm kırık aynalarını birleştiren derin bir huzur vardı. Lale, çekinmeden ona yaklaştı ve sessizce sordu:

“Bu hayatın kırık parçalarını bir araya getirmek mümkün mü? Gerçekten bütün olabilir miyiz?”

Adam hafifçe gülümsedi ve dedi ki:

“Bütünlük, kırıkların üstünde yükselir. Parçaların bir araya gelmesi, yıpranmış ruhlara dokunan bir şiirdir. Kendi içindeki çatlakları kabul edip, onlarla barıştığında, gerçek bütünlüğe ulaşırsın.”

Lale, adamın sözleri üzerinde uzun uzun düşündü. O andan itibaren, kırık parçaları sadece toplamayı değil, onlarla barışmayı da öğrendi. Kendi iç savaşlarını, kayıplarını ve sevinçlerini kabul etmek, hayatın kendisiydi. Ve hayat, tüm kusurlarıyla, Laleye en gerçek haliyle gülümsedi. Lale, adamın sözlerinin ağırlığını kalbinde hissederek, parkın sessizliğinde derin bir nefes aldı. Gözlerini kapatıp, hayatının o kırık mozaik taşlarını bir kez daha gözden geçirdi. Her biri ayrı bir hikâyeydi; kayıplar, umutlar, pişmanlıklar ve an be an yaşanmış anılar.

Bir zamanlar unuttuğu ama şimdi parça parça hatırladığı küçük anlar canlandı zihninde: İlk basta kırılan çocukluğunun saf gülüşü, yitip giden arkadaşlıkların ardındaki sessiz veda, gecenin karanlığında kendiyle yaptığı mücadeleler... Hepsi, aynı kristalin yüzeyindeki çatlaklardı; ayrı ve farklı ama birlikte bütünlüğü oluşturuyorlardı. Lale, genç yaşına rağmen, zamana karşı savaşan bir yolcuydu. Her kırık ayna parçasını eline aldıkça, o parçanın ne anlatmak istediğini dinlemeye başladı. Sadece görmek değil, anlamaya çalışmaktı önemli olan.

Yürürken, şehrin sessiz caddelerinde, kendi iç sokağındaki yankıları takip etti. Her adımı, kendine biraz daha yaklaşmanın, kendini biraz daha tanımanın yolu oldu. Hayatın kıyısındaki o kırılgan aynalarda artık korkmuyordu; çünkü anlamıştı ki, kırılmak aslında varlığının en gerçek hâliydi. Gökyüzü, hafif bir serinlikle gün batımına hazırlanırken, Lale artık şehrin yalnız ve kırık aynalar diyarında kendine sımsıkı sarılmayı öğrenmişti. Kendi bütünlüğünü, kusurlarındaki güzellikte bulmuştu. Ve hayat, onunla birlikte örülen bu mozaikle, sonsuzluğa doğru sessizce yol aldı, vesselam.

Mehmet Aluç

 


( Kırık Aynalar başlıklı yazı kul mehmet tarafından 2.11.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu