
Çölün uçsuz bucaksız kumları arasında,
Bir kuyu sessizce bekliyordu aramızda.
Oraya atıldı Yusuf, ihanetin acı gölgesinde,
Karanlık bir yalnızlığın tam ortasında.
Gözlerinde umut, dizlerinde çölün ağırlığı,
Kuyunun dibinde yankılanan sessizlik…
“Karanlık nerde?” dedi çöl, rüzgarla,
Ve Yusuf, sessizce cevap verdi: “İçlerinde.”
İhanetin gölgeleri uzaklaştı bir an geçince,
Kumlar arasında kayboldu zaman geçerken.
Yusuf sabırla bekledi, gönlünde bir ilahi sesle,
Çölün yanmış nefesinde, kuyunun soğuk taşında…
Ve bir gün, yıldızların nurunda bir fısıltı doğdu,
Kuyu çölün ortasında yeşermeye başladı cennet.
Kumlar aralandı sabırla, Yaratana bağlı bir an,
Yeni bir vaha filizlendi ıssızlıkta...
Yusuf kalktı, elini uzattı o sonsuzluğa,
Kumlar savruldu bir ses: “Gel,” dedi, “Bu kuyu umudun kaynağıdır.”
Ve Yusuf’u çekti zalimlerin en merhametlisi kuyudan.
Yıllar geçti ve zaman durdu…
Gölgeler geldi; gözlerinde pişmanlık ve uykusuz akşamlar,
Yusuf onları karşıladı — affetti, kucakladı, birlikte yürüdüler.
Çölde mevsim değişirken ebediyen ve yavaşça,
Kuyu bir nehrin başlangıcı oluverdi ani ışıkta,
Yüzlerinde huzur, karanlıkta artık ışık vardı,
İlahi bir kurtuluşun destanıydı o an…
Ve Yusuf, sabrı ve teslimiyetiyle,
Çölde açan bir güle dönüştü mazilerde,
Kuyu artık yalnızlığın değil dirilişin mekanıydı,
Ve çöldeki yürüyüş yeni bir sona kavuştu
Umutla, sevgiyle, aydınlıkla birlikte…