Bir Devin Ölümü: Sessiz Veda
Yarın 10 Kasım. Büyük Türk
Milleti’nin Ata’sının ölümünün seneyi devriyesi. Biz Cumhuriyet çocukları Ata’mızı
Ata’mızın öğretmenlerinden öğrendik. Atatürk sevgisi ilkokul yıllarında
zihinlerimize nakşedildi. Vatan sevgisinin kutsiyetini ve bu ülkenin hangi
şartlarda kurulduğunu o çocuk yüreğimizde ve zihnimizde anlamaya çalıştık.
Yaşımız ilerledikçe Atatürk hakkında kitaplar okuduk. Bizzat Ata’mızın kaleme
aldığı Nutuk’u okuyarak hem Osmanlı dönemini hem Cumhuriyet dönemini anlamaya
çalıştık ve sonuçlar elde etmeye çalıştık. Elde ettiğimiz en somut sonuç; Ata’mızın
bizlere miras bıraktığı Cumhuriyete ve felsefesine sahip çıkmak ve ilelebet
yaşatabilmek olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selanik’te doğdu. Askeri eğitimini başarıyla tamam ladıktan sonra Osmanlı ordusunda görev aldı. 1915 yılında Çanakkale Savaşı’ndaki üs tün komutanlığıyla adını duyurdu.
Mondros Ateşkes Mütarekesi
sonrasında Anadolu’ya geçti ve 19 Mayıs 1919 yılında Milli Mücadelenin ilk
meşalesini parlattı. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu ve ülkemizin ilk
Cumhurbaşkanı oldu.
Laiklik, eğitim, hukuk, dil ve
kıyafet gibi alanlarda köklü reformlar yaparak modern Türkiye’nin temellerini
atmış oldu. Bu dünya devi, 10 Kasım 1938 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda hayata
gözlerini yumdu.
Atatürk’ün vefatı, dünya
çapında yankılanmaya başladı. Kim ne demiş, şimdi kısaca onlara değinmek
isterim:
İran Şahı Rıza Pehlevî diyor ki;
“Atatürk yalnız Türkiye’nin değil, bütün doğunun en büyük evlatlarından
biridir.” Şah Rıza, Atatürk’ün reformlarını örnek alarak İran’da modernleşme
hareketlerini başlattı, bu nedenle ölümüne derinden üzülmüş ve saygı duymuştur.
Başkent Tahran’da yas ilan etmiştir.
Yunanistan Başbakanı İoannis Metaksas; “Atatürk gibi bir insan, yüzyıllar boyunca ancak bir defa gelir…” Yu-nanistan, tarihsel düşmanlığa rağmen Atatürk’ün barış politikalarına büyük saygı duymuştur. Ölümünün ardından Yunanistan hükümeti bayrakları yarıya indirmiş ve taziye mesajı yayınlamıştır. Atatürk’ün dostluk ve barışçıl poli-tiikaları nedeniyle Venizelos da 1934 yılında Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermiştir.
Dünya basınında yankılananlar:
İtalyan Basını (Corriere della
Sera, La Stampa):
“Modern Türkiye’nin mucidi
öldü.”, “Atatürk, bir ulusun kaderini değiştiren dahi.”
İtalyan basını özellikle O’nun
Mussolini’den farklı olarak halk desteğine dayanan bir modernleşme
gerçekleştirdiğini vurguladı.
The Times (İngiltere):
“20. yüzyılın en büyük devlet
adamlarından biri.” Diyerek, Atatürk’ün ulusal bağımsızlık savaşını ve
Cumhuriyet’in kuruluşunu “imkânsızı başarmak” olarak nitelendirmiştir.
Le Temps (Fransa):
“Fransa, Atatürk’ün kaybını,
bir dostun kaybı olarak hissediyor.” Diyerek, Atatürk’ün diplomatik ustalığı ve
kültürel reformlarını övmüştür.
New York Times (ABD):
“Bir ulusu Orta Çağ
karanlığından çağdaş uygarlığın aydınlığına çıkaran lider. Diyerek özellikle
eğitim ve kadın hakları konusundaki devrimleri öne çıkarmıştır.
El-Ahram (Mısır):
“Doğu’nun büyük adamı öldü. O,
milletine çağdaş dünyanın kapılarını açtı.” Diyerek, Atatürk’ü Arap dünyasında
da güçlü bir modernleşme sembolü olarak görmüştür.
Pravda (Sovyetler Birliği):
“Atatürk, halkının bağımsızlığı
uğruna emperyalizme karşı zafer kazanan bir büyük dev rimcidir.” Diyerek,
Atatürk’ün anti-emperyalist yönüne vurgu yapmıştır.
Sonuç:
Atatürk’ün ölümü yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada “çağdaş bir ulusun kurucusunun vedası” olarak görül-müştür. Liderliğinin ardından birçok ülke, modernleşme hareketlerinde O’nu bir model olarak almış, dünya tarihin-deki yeri “barışçı devrimci lider” olarak kalmıştır.
Ve diyorum ki; Atatürk’ü ve
felsefesini anlayamayan bir kitle, çakma yazar ve çizerleriyle çürümüş, Batı’ya
ümit bağlamış, aslında yıkılmış ama resmiyette adı olan Osmanlı Devleti’ne
methiyeler düzmektedir. Özellikle bu kitle, dinden beslenen bir takım yobaz takımıdır.
Bu kitle, hilafeti din olarak algılamakta, hilafetin kaldırılmasını dinsizlik
olarak, harf devrimini de “dile ihanet” olarak anlatmaktadır. Daha başka
sebeplerle Atatürk’e “deccal”, “kâfir” ve “gayrimeşru” diyerek tarihin en
aşağılık iftirasını atarak milletimizin gözünden ve gönlünden düşürmeye
çalışıyorlar.
Atatürk, bu güruhun aslında aydınlığa kör bakan, bilimi ve aklı reddeden, dünyevi o-laylara tamamen din gözlüğüyle bakan kitle olduğunu biliyordu. Türk Milleti’nin dinini molla, şeyh, şıh ve bir takım tarikatların anlatısıyla öğrenil-mesini istemiyordu ve bu nedenle kendi bütçesiyle Kutsal Kitabımız Kuran’ı dönemin büyük din adamı Elmalılı Hamdi Yazır’a çevirisini ve tefsirini yaptırmıştır. Böylece; hurafe dinciliğini, din adamı sınıfını/ruhbanlığı ortadan kaldırarak Türk Milleti’nin dinini gerçek kaynağından öğrenmesini sağlamıştır. Ancak, Atatürk’ün vefatından sonra İngiliz menşeili tarikatçılık, tekrar hortlatılmış, tarikatçı kitlelerden nemalanan bir takım siyasilerin de himayesiyle hurafeci din sınıfı, karanlık hücrelerinin duvarlarını rahatlıkla örmeye devam etmektedir. Ne acıdır ki; bu karanlık dini yapılar hem sosyal hayatımızda, hem kamusal alanda aktif rol alıyorlar…
Başta Gazi Mustafa Kemal'e, silah arkadaşlarına ve tüm şehitlerimize rahmet diliyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun...