
Gitmeden önce, o karanlık son vaktin eşiğinde,
Bırak dudaklarım değsin alnına bir kez daha,
Zamanın çürüyen eli dokunmadan saatlerimize.
Bak bana, o kanlı ayın sönük ışığında
Gözlerimde bir cehennem, bir lanet yanıyor şimdi.
Orada gördüğün
bir veda değil,
Ebediyetin soğuk, sessiz uçurumudur, ey sevgilim.
Yollarımız ayrılıyor işte, bu lanetli alacakaranlıkta;
Sen kayboluyorsun karanlık diyarlara doğru,
Ben kalıyorum geride,
Bu dünyanın sararmış, hasta yaprakları arasında, yapayalnız.
Her gece, hatıran bir kuzgun gibi
Konacak kalbimin yıkık kulesine.
“Bir daha asla!” diye çığlık atacak o ses, ey güzelim,
“Hiçbir zaman!” diye inleyecek ruhumun derinlikleri.
Biliyorum tüm sevenlerin, solgun hayallerin,
Adını fısıldayacak kaybolan rüzgârlarda.
Bu ayrılık ne kısa ne fânî;
Bu, ebediyetin soğuk kollarına bir iniştir.
Gitmeden önce, sarıl bana son kez,
Taştan bir heykel gibi, mezardan çıkmışçasına.
Bırak bu an, bu dram, bu sükût,
Zamana kazınsın lanetli bir ölümsüzlükle.
Her şey çürür, her şey ölür, her şey biter
Ama o son anı ,
Bir mezar taşı gibi kalacak
Bu lanetli ruhumun karanlık şatosunda.