Üzüntü, insan ruhunun derinliklerinde kök salan, zaman zaman nefesimizi bile daraltan amansız bir illettir. Sessizce yaklaşır, içimizde bir gölge gibi yer edinir ve en parlak anlarımızın bile üzerine ince bir sis perdesi çeker. Her şeyin nedeni gibi görünür kimi zaman; güçsüzlüğümüzün, kırılganlığımızın, uykusuz gecelerimizin ve içe dönük sessizliklerimizin ardındaki görünmez eldir.
Acılarımızı sürekli deşen, yaralarımıza dokundukça kanatan insanlarla aynı ortamı paylaşmak ise ruhun yorgunluğunu katbekat artırır. Böyle insanlar, farkında olarak ya da olmayarak içimizdeki dengeyi bozar; varlıkları, iyileşme çabamızı sekteye uğratan bir yük gibi omuzlarımıza çöker. Ruhsal huzurumuzu zayıflatır, kalbimizin döndüğü o sessiz iyileşme köşesini gölgeler.
Oysa insanın sağlığı yalnızca bedende değil, ruhun dinginliğinde saklıdır. Bu yüzden, bize iyi gelmeyen kalabalıklardan uzak durmak, acıyı çoğaltan sesleri susturmak ve iç dünyamızı korumak bir lüks değil, bir ihtiyaçtır. Üzüntünün karanlık çukuruna daha fazla sürüklenmemek için, kendimize iyi gelen insanları, iyi gelen sözleri ve iyi gelen sessizlikleri seçmek gerekir.kimi zaman iyileşmek, yalnızca doğru ortamı bulmakla başlar.
Yazarın
Önceki Yazısı