Öğle namazını kılan cemaat, camiden çıkarken, cami avlusunun köşesinde bir grup insan koyu bir muhabbete dalmıştı. Grup arasında dikkati çeken iri yarı, üniformalı adam, semt karakolu amiri komiser Zeki sorulara cevap vermeye çalışıyordu: 

"Komiserim Allah aşkına söyleyin, bu vatan bölünmez değil mi?"

"Efendiler, merak etmeyin bizler olduğumuz müddetçe bölünmez."

"Bu sene hacca gideceğim ama korkuyorum Zeki bey."

"Rahat ol efendim, rahat ol, hacca da gidersin, Şam'a da gidersiniz, isterseniz Tayland'a bile gidersiniz. Bizler olduğumuz müddetçe bu vatan bölünmez diyorum ya, eşkıya'nın eninde sonunda işi bitecektir."

Komiser Zeki'nin muhabbet ettiği üç yaşlı adam aldıkları cevap karşısında çok mutlu olmuştu. Üçü de komiser Zeki'nin koca eline, öyle bir saygı ve sevgiyle sarıldı ki, komiser Zeki müsaade etse elini dahi öpeceklerdi. Fakat komiser Zeki böyle birşeye müsaade etmezdi. Kendisinden yaşça büyük olan bu adamlara el öptürmezdi. Dini bütün, ihlas sahibi bir insan olarak, bunu yapamazdı.

"Efendiler bana müsaade, hayırlı günler." 

 Komiser Zeki zorla da olsa gülümseyerek selam verdi..Gülerken sanki acı çekmişti. 

Cami avlusundan çıkarak, çarşı ortasında yürümeye başladı. Üç adam da  komiser Zeki'nin arkasında ona hayranlıkla bakıyordu. Komiser Zeki çarşı içinde yürürken, göz ucuylu da çevresini, esnafları izliyordu. Birçok insanın selamını alırken, karşılığında selam da veriyordu. Bir manav'ın önündeki vitrinde kiraz kasasını görünce durdu. Nisan ayının son günleri olmasına rağmen kiraz, erik piyasaya çıkmıştı. Büyükçe ve iri taneli kirazlar gerçekten parlıyordu. 

Manavın içinde oturan tezgahtar, komiser Zeki'yi görünce bir anda yerinden fırladı ve içtiği şarap bardağını farkettirmeden, bir kasanın altına soktu. Bir asker gibi koşarak komiser Zeki'nin karşısına dikildi. Esas duruşta bir dalkavuk gibi onu selamladı. 

"Buyrun amirim hoşgeldiniz, bir emriniz mi var?"
Onu adeta törenle karşılayan  manav, ağzından yayılan alkol kokusunu da frenlemeye çaba gösterdi. Babacan bir tavırla manava bakan komiser Zeki gülümsedi:

"Şaban efendi, ne güzel kiraz bunlar, yüce rabbim bu nimetleri insanlar için yaratıyor, ama kim kıymetini biliyor, öyle değil mi, hainler, teröristler, soyguncular, bu nimetlerin farkında olsa, Allahtan korksa, bütün bu felaketler olur mu, neyse nerenin kirazı bu Şaban efendi?" 

Manav Şaban umulmayacak bir hızla cevap verdi:

"Amirim Napolyon kirazı, daha bugün halden aldım, ne kadar arzu edersiniz?" dediğinde, komiser Zeki'nin gülen yüzü bir anda asıldı ve ters ters baktı. Manav Şaban'ın aklı bir anda başına geldi ama iş işten de geçmişti. Komiser Zeki kızgınlıkla, hiddetle konuşuyordu:

"Şaban efendi ne Napolyon'u, bu bizim memleketin kirazı değil mi he, elalemin gavurlarının, üstelik bizim düşmanlarımızın isimlerini niçin kullanıyorsunuz, bugün Napolyon, yarın Sezar, öbür gün Hitler diyerek sebzemizi, meyvemizi gavurlaştıracaksınız. Bu Allahtan reva mıdır, bu nasıl vatan sevgisi, üstelik esnaf olarak vatandaşa örnek olmanız gerekmiyor mu?" 

Manav Şaban şok geçirmişti. Daha geçen kış portakala Washington dedi diye komiser Zeki, portakal poşetini az kalsın kafasına indiriyordu..Üstelik bu yaptığı ikinci hata olmuştu. Kafası kıyak olmasaydı, bu hatayı belki yapmazdı. Yalakalığını ikiye katlayan manav Şaban,  adeta yalvarıyordu:

"Özür dilerim komiserim vallahi dilim sürçtü, eski alışkanlık işte, Bursa'nın kirazı bu, zaten kiraz nerden çıkar amirim."  Komiser Zeki'nin asık suratı biraz düzeldi:

"Neyse madem öyle bir kilo kiraz ver bakayım, erik de güzelmiş, bir kilo da ondan ver." dedikten sonra bu kez eriğin nereden geldiğini sordu. Manav şaban kirazı tartarken cevapladı.
"Kayseri eriği komiserim" 

 Biraz düşünen komiser Zeki tekrar sordu:

"Şaban efendi hayret vallahi, Kayseri'den pastırma, sucuk çıktığını duydum da eriği ilk kez duyuyorum. 

Manav korku içinde eriği küçük bir poşete koyarken, yaramaz bir çocuk gibi mahçup bir edayla konuşuyordu..

"Olmaz mı komiserim, erik asıl oradan çıkar, eskiler bilir, hıyar nasıl Çengelköy'den çıkarsa, bu da öyle birşey işte efendim."

"Neyse neyse Şaban efendi elmalar da fena değil gibi, biraz da ondan alsam mı acaba?"

Manav kiraz ve eriği poşete koyarken titriyordu. 

"Tavsiye etmem komiserim biliyorsunuz bu elmalar hep çürük çıkar, aslında hiç satmak istemediğim meyve, hep zarar ediyorum." 

"Yahu çok doğru söylüyorsun Şaban efendi. Bu elmalar neden çürük çıkıyor bir türlü anlayamıyorum. Hayret birşey yahu neyse."

 Elini cebine sokarken, sertçe sordu:

"Borcumuz ne kadar Şaban efendi?"

Manav Şaban sarhoşluğunun verdiği duygusallıkla adeta ağlıyordu:

"Ne borcu amirim, sizler bizler için gecenizi gündüzünüze katıyorsunuz, devletimizden para alınır mı?" 

Komiser Zeki elini cebinden çıkarttıktan sonra şefkatle manav Şaban'a güldü. 

"Aslında Şaban bey bana biraz ters geliyor bu durum. Ama haklısın devletimizin olanakları kısıtlı, keşke herkes senin gibi olsa, devlet, vatandaş el ele verse, düzlüğe çıksak olmaz mı? Bana müsaade sana hayırlı işler, Allah bol kazançlar versin." 

Poşeti alan komiser Zeki çarşı içinde yürürken bu kez bir kasap dükkanının önünde durdu. Komiser Zeki'nin kalın sesini duyan kasap Osman'ın tüyleri diken diken oldu. 

"Osman efendi hayırlı işler, yarım kilo köftelik kıyma rica edecektim. Geçen hafta verdiğin kıyma güzeldi, aynısından verirsen iyi olur."

Asık suratlı kasap'ın suratı iyice asıldı. Karşısında duran pehlivan endamında, üstelik üniformalı bu adama ne diyeceğini şaşırdı. Kısa bir süre de kendine geldi....

"Şey yani şey komiserim, biraz bekleyin hazırlayayım bari" 

Hızlı bir şekilde buzdolabını açıp, eti keserken, içinden de sayısız küfürleri saydırdı. Kıymayı hazırlayıp poşete koyan kasap Osman'ın suratı bir ölünün yüzü gibi olmuştu. Elini cebine atan komiser Zeki, serçe sordu...

"Borcumuz ne kadar Osman efendi?" 

Kasap aynı asık suratla, adeta içi kan ağlayarak her zamanki cevabını verdi:

"Komiserim, karakolumuza alınan kıymanın borcu mu olur?" 

 Komiser Zeki mutlulukla gülümsedi:
"Vallahi olmuyor Osman bey ama ince düşüncenizden dolayı teşekkür ederim. Bir daha ki sefer telafisi olur inşallah, haydi hayırlı işler, bol kazançlar, bol müşteriler."

Çarşının kaldırımlarında  koca ayağı ile ses çıkartırcasına,  kendisinden çok emin bir şekilde karakola doğru yürürken gülümsüyordu.. 

Karakolun içine adımlarını attığında bekçibaşı onu karşıladı. 

"Gomserim hoşgeldiniz, verin poşetleri, yorulmuşsunuzdur."  

Makam koltuğuna oturan Komiser Zeki bir sigara yaktı. Kapı çalındığında bekçibaşı içeri girdi. 

"Evet gomserim, gene köfte mi yapayım, ne emredersiniz?" 

Bekçinin sorusu ile kısa bir süre düşündü.Kafasını biraz salladı..

"Evet evet Kemal, köfte yap bakalım, yalnız maydonoz da koy içine, genişte bir çoban salatası olsun. He bir de nezarethane de kimse var mı?"

"Evet gomserim, hırsız çocuk var, kuruyemişçiyi soyan var ya, sabahleyin iki falakadan geçirdik ama herhalde ilk işi olacak ki, hiç iş vermedi. 

"Nasıl üzülüyorum Kemal bu çocuklar bu yaşta suç işliyor, vallahi billahi yazık günah Kemal bunlara, daha geçen hafta 23 nisanı kutlamıştık biliyorsun. Neyse Kemal fazla ezmeyin çocuğu, akşam üstü bir falakadan daha geçirin, birazda elektrik verirsiniz, sabahta mahkemeye çıkartsınlar, tamam mı Kemal, az dövün fazla dövmeyin, hepimizin çoluk çocuğu var."

"Tamam gomserim, dediğinizi yaparız. Namussuzum o kadar gomserle çalıştım, sizin gibi yufka yüreklisini görmedim, helal olsun size gomserim." 



BÖLÜM SONU
( Çürük Elma başlıklı yazı Şenol Durmuş tarafından 17.10.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu