(Bu şiir;26 Mart 2011 tarihinde,İstanbul-Ümraniye Belediyesinin açmış olduğu “7.GELENEKSEL ŞİİR,HİKÂYE,RESİM ,YARIŞMASI”nda;aralarında İskender Pala,Nurullah Genç,Vahap Akbaş gibi şair ve edebiyatçıların da bulunduğu jüri tarafından yaklaşık üç bin şiir içerisinden dördüncü seçilerek mansiyon almıştır.)A.K.
HEM GEZDİM HEM RESMETTİM ÂLEMİ YAZI İLE
1.Rü’yâ ve Işık
Ben ki: “Seyyâh-ı âlem, nedîm-i benî Âdem, Evliyâ-yı bî-riyâyım.”
Benim midir ol rü’yâ bilmezem yoksa ben mi bir zât-ı rü’yâyım…
“Şefaat…” diyecekken şaşırıp birdenbire
“Seyahat Ya…” demişim ol ulu Peygamber’e.
Bir huzurlu korkuyla uyandım, titriyordum
Bu sır dolu rü’yâyı elbette hayra yordum.
Yine de: “Var git dedim, git de ulu dergâha
Takdim et gördüğünü Şeyh Dede Abdullah’a.”
Çırpınan bir kuş gibi huzura çıktığım gün
Pîr dedi: “Anlat neydi şol rü’yâda gördüğün?”
Kesik kesik anlattım, derin derin dinledi
Şu iki kelimeyle yüreğim serinledi:
“Gez ve yaz!” Sonra sustu, taradı uzakları
Açılmadı bir daha kapanan dudakları.
Bu rü’yâyla gözümde ışıdı yılan yollar
Sular gibi kavuşan tekrar ayrılan yollar…
2.Gül Kokusu
Ben ki: “Seyyâh-ı âlem, nedîm-i benî âdem, Evliyâ-yı bî-riyâyım.”
Sanmayın gedâyım; paşalarla, beylerle yola revân olmuş Evliyâ’yım…
Eski dostum Çelebi Okçuzâde Ahmet’le
İlk Bursa’yı tanıdım meşakkatle, zahmetle.
Erzurum’u, Konya’yı, Malatya’yı, Bolu’yu
Adım adım dolaştım tekmil Anadolu’yu.
Kurtlar uluyorlarken dağlardan aşa aşa
Uzandım Rumeli’ye yanımda Ahmet Paşa.
Ahmet Paşa ki dayım, “Melek Ahmet” derlerdi
Huzur-u Hümayûn’a beni çıkaran erdi.
Beylerbeyi Murtaza Paşa ile Şam’daydım
Çöllerin ortasında bir kızıl akşamdaydım.
Gül kokusu Hicaz’a aldı götürdü beni
Bir hırka silüeti Yemen’e sürdü beni.
Döndüm dolaştım, sonra uğradım Kerbelâ’ya
Yükselen feryâtları duydum arş-ı âlâya…
3.Diyâr-ı Acem
Ben ki: “Seyyâh-ı âlem, nedîm-i benî âdem, Evliyâ-yı bî-riyâyım.”
Diyâr-ı Acem’den size ışıklar saçan yedi kandilli süreyyâyım…
Şahlar ülkesindeyim, Kazvin’de, Tebriz’deyim
Hiç yabana benzemez sayın ki ben, Biz’deyim.
Hanları, hamamları, kervansaraylarıyla
Camisi, mescidiyle, Muharrem aylarıyla…
Güneşin yükseldiği yerdeyim, Horasan’da
Burda kalplerde yaşar Hüseyin de, Hasan da.
Leylâ ile Mecnûn’u resmeder musavvirler…
Nakkaşlar, müzehhipler, minyatürler, tasvirler…
Ve zil ve şal ve dahi endamlı rakkâseler
Tıpkı İstanbul gibi… Masallar, efsâneler…
Sabah erkenden kalkıp Melek Ahmet Paşa’yı
Uyandırdım uykudan, dedim: “Gidelim dayı!”
Başladık gün doğmadan bir başka yolculuğa
Gönlümüzde İstanbul, dillerimizde dua…
4.Son Arzum
Ben ki: ”Seyyâh-ı âlem, nedîm-i benî âdem, Evliyâ-yı bî-riyâyım”
Dört asır önceki göklerden kürre-i arza inen ziyâ-yı bîpervâyım…
Yağmurlarda, rüzgârda, ayazda, kışta, karda
Tam kırk yıl at koşturdum bu bitmeyen yollarda.
Mekke’yi, Medine’yi, Kafkasları dolaştım
Asya’dan Avrupa’ya binlerce mil yol aştım.
Yaş yetmişe dayandı, Mısır’dan dönüyordum
Yokladım ateşimi usulca, sönüyordum…
Yollardan bir yol çıktı karşıma uzun, ince
Gerçek yol bu, anladım; İstanbul’a gelince.
Öyle bir yoldaydım ki çırılçıplak ve tektim
Ne paşa ne vezirle, kendimle gidecektim.
Cümle İstanbullular her nasılsa duymuşlar
Götürüp el üstünde yol ağzına koymuşlar.
İşte, o yol ağzına konduğum günden beri
Hâlâ kimseler bilmez çekip gittiğim yeri…
Ben ki: “Seyyâh-ı âlem, nedîm-i benî âdem, Evliyâ-yı bî-riyâyım.”
Şimdi sizden ihlâsla Fâtihâ bekleyen bir fenâ-yı ehl-i inzivâyım…”
Ahmet KÖKEN