Yaşlı kadın, divandan dışarıyı süzüp duruyordu. Şu anda köyde horozların ötüşlerinden başka sinek vızıltısı bile duyulmuyordu. Sineklerin çıkma saatlerine daha vardı. Hele bir güneşin ışınları, bahçedeki hayvan b.klarının üzerlerine sinsinler, canları sıkıldıklarında da yabani bir domuz gibi pencerenin aralıklarından içeriye kamakazi dalışlarına başlayacaklardı nasıl olsa. Bayram namazı bitmek üzereydi. Güneş, köyün tepelerinden aheste aheste süzülerek etrafa gülücükler saçmaya başlamıştı bile…Bu yıl ramazan, ağustos sıcaklarına gelmesine rağmen bir gün dahi orucunu ve namazını sektirmemişti. Ufak tefek bahçe işleri ve ahırdaki kara kızın bakımı derken günler geçip gitmiş, orucun nasıl tükenip gittiğini fark edememişti.

Masanın üzerindeki tatlı tepsisine göz gezdirdi. Baklavayı kat kat açmıştı. Yetmiş dilim. Bir tanesi, bir kişiyi rahatça doyurabilirdi. Damadı ve oğulları geleceklerdi nasıl olsa; tatlı onlara feda olsundu. Gençlik yıllarından bu zamana dek vaz geçemediği bir alışkanlıktı. Annesinden öyle görmüştü çünkü. Eh artık; bunca zamandır içinde kor gibi yanan hasretlik bitecekti. Bayram günleri, onun için dünyaya yeni gelmiş gibiydi. Gözyaşları içerisinde mutluluğa selam vermek gibi bir fenomen…Kızlardan ve oğullarından torunlar, arı vızıltısı gibi etrafında uğuldayacaklardı. Yalnızlık korkusu, birkaç günlüğüne de olsa rafa kalkacaktı. “Gerçi herifimle dertleşip duruyoh ama; torunların yeri bambaşka” diye gizli bir sevinç kapladı yüreğini. Ununu eleyip, eleği ipe asalı yıllar olmuştu. Maziye daldı gitti; neydi o günler. Kocasıyla tek vücut, yuvarlandığı ateşli saatler. Yer ve zaman mefhumunu gözetmeden topaç gibi birlikte döndüğü anlar…Dili olsa da söyleseydi; ormandaki gürgen ağaçları, tarladaki ekin yığınlarının içleri. Patos makinesinin haznesi, ahırdaki yem çuvallarının üzerleri…

Şimdi hep mazi oldu mazi, diye iç geçirdi. Yine de gocunmuyordu maziyi andıkça. “Günlerimi dolu dolu geçirdim, ataşlı kocam İbiş’in sayesinde” diye yutkundu. İbiş’imin ilikleri kurudu ama varsın olsun, onun varlığı benim için büyük bir nimet, bu yaştan sonra ne yapacam ben şeyi, meyi; bizler devrimizi tamamladık artık diye kendi kendine teselli verdi.

Televizyonun üzerindeki kulaklı saate göz gezdirdi. Televizyon çalışıyor olmasına rağmen saatin tik takları, kulaklarını yaladı. Gençlik yıllarında gecenin bilmem kaçında tütün kırmaya gittiklerinde saatin kulakları, filinki gibi kalkıp iner; zangır zandır öterdi. Şimdi o da ötmez oldu. Kulaklar, istirahata çekileli yıllar olmuştu.

             Caminin önünde beliren kalabalık, bayram namazının bittiğine işaretti. Arı, oğul vermiş gibi kalabalık yumak halindeydi. Bir süre öyle kalakaldı yumak, sonra da; her bir tarafa dağılmaya başladı ve bitim noktası olan evlerin avlularına dek sürdü…

Bahçeye çıkıp kırk beş yıllık eşi İbiş’i karşılamak istedi. Bir kez olsun, ona saygısızlık yapmamış, bufalalar gibi bön bön gelişini izlememişti. Kurban olurdu onun için. Zaten yıllarca saçını süpürge etmemiş miydi, onu uğruna.

Bahçeden, evin üst tarafındaki dünürlerine doğru baktı. Dünürü Şadiye’nin silueti belirli belirsiz pencereden yansıyordu. O da, benim gibi damatlarını ve oğullarını bekliyor olmalı, diye düşündü. Her bayram gelişinde bir birlerine söylemeseler dahi, gizledikleri duygularını çok iyi tahmin edebiliyorlardı. Bayramlar geldiğinde biraz küs gibi durmak adet haline gelmişti; “Benim oğlum, beni bırakıp öncelikle dünürüme gidiyor ya valla içim kan ağlıyor. “ Aynı düşünceler, her iki dünür için de geçerliydi. Bu yüzden gelinlerine içten içe intizar edip duruyorlardı ama yüzlerine bir kötü kelam dahi edemiyorlardı.

                                                          ***

                Selim, bu sefer iddialıydı; " Ulan karının kölesi oldum be! On yıldır evliyim, her sene peşinden koşturup duruyom. İlle de benim anamın, babamın bayramını kutlayacağız, sonra da seninkileri, demez mi. Sanki benimkiler, ağaç kovuğundan çıktılar. Kendilerinki ise melake canım! Bu sefer; ona bir oyun oynayam da görsün."

Minibüs, köyün altında stop etti. Minibüsten inenler, sevinç içerisinde analarının babalarının ellerini öpmeye koşuşturdular.

Selim elindeki plastik topu, zıplata zıplata çocukları ile oynamaya başladı.

-Herif, bırak şimdi topla oynamayı, görenler de deli, hala çocuk akıllı diyecekler dedi karısı Hacer. Hacer, cin gibiydi. Kendi anası babası için canını budaktan esirgemezdi. Kocası  Selim’i de öyle şartlandırmıştı. Tek ayağının üzerinde bir ton laf söylerdi. Bunun yarım tonu, kesinlikle hayal dünyasındaki yalanlardı. Selim’in ağzı sanki fermuarla kapalıydı, onun yanında. Arada bir adamcağız, bir kelam edecek olsa fermuarını cart diye kapatırdı.

- Sen sus!

Selim, her susmasında; “Hep kabahat bende; ilk geceden avratın karşısında kedinin bacaklarını ayırmadım, insanlık bende kalsın diye sustum ama; yanlış yapmışım. Gözünün yaşına bakıp cart diye ayırmak varmış. Şimdi iş işten geçti; on dene kedinin canına okusam benim Hatce’me vız gelir tırıs gider, diye iç geçirirdi.

- İntikamım acı olacak, birazdan görürsün, gerçek  Selim’i !..
Hatçe, ne kadar bırak şu topu dese de tınlamadı. Köyün içinde oynaya oynaya eve dek yanaştı. İşte burada yol çatallaşıyordu. Aşağıya yılan gibi kavis yapan yol, kaynanasına ; diğeri ise, anacığına gidiyordu.

Topa hafiften bir tekme attı. Top, aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı.

-Hadi çocuklar, bu topu kim yakalarsa ona para verecem.

Çocukları; Halim ve Kerim, topun peşinden fırladılar. Karısı, Hacer de peşlerinden. Koşarken de; homurdanıp duruyordu.

- Allah’ın delisi, çocuklar düşüp dizlerini kıracaklar !..

Yüz metre koşucu gibi anasının babasının yanında soluğu aldı.

- Ben geldim ana!

Kız kardeşleri de birazdan ;

- Biz geldik ana, diye seslendiler.

“Enişteler, nerede? “ diyemedi. Biliyordu ki; artık onlar da kendisi gibi gerçek iradelerine kavuşmuşlardı…


( Ben Geldim Ana başlıklı yazı Ayhan Sarıkaya tarafından 25.08.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.