Kabuslu günler,yakamı bir türlü bırakmıyor…Kavgalar,yaralamalar,devam edip gidiyor.Herkes, beni serseri gözü ile görmeye alışmış bir kez.Ne yapsam olmuyor.İmajımı çizdirmişim bir kez…Çizikler, boya ile dahi kapanmıyor.Sokak serserisi olarak damgayı yemişim…İnsanlar, benden kaçıyorlar.Kime selam versem;korkudan  başlarıyla karşılığını verip geçiyorlar yanımdan... Ben keriz değilim ya; hemen anlıyorum.

 

Bugün, savcının damından tahliye oldum.Bu aralar, sık sık  girip çıkıyorum  kodese…Bahar mevsiminin serin bir günü.Sırtımda ceketim yok.Gömleğimin üzerindeki ince kazak,bir işe yaramıyor.Ellerim buz gibi…Vücudum titriyor…Zaten iki aydır savcının damında güneşe hasret kalmışım…

 

Şehrin ortasında bulunan parka gidip dinlenmek geçti, aklımdan…Yürürken beni görenler,korkudan görmemezlikten geliyorlardı…Kimileri ise yalandan selam veriyorlardı…Ben ise kendimle cebelleşiyordum…Eski serseri arkadaşlarımın ortamında bulunmamaya karar vermekle vermemek arasında tereddütteydim…Kendime tertemiz bir sayfa açmak zorundaydım…Alkolü ve sigarayı da terk etmeye yemin etmiştim,kodesteyken.Nasıl ki etrafa korku salıyorsam,sigara ve içkiye de aynı korkuyu hissettirip,kendimden uzaklaştırmalıydım…

 

Parkın kapısı, kale kapısı gibi aksesuarlıydı….Kapıya yanaştığımda ayakkabı boyacısının:

 

-         Boyayalım abi sözleri ile irkildim…

 

Boyacı Salim’di. Yalnız yaşıyordu. Para kazandıkça;  parayı, hemen şaraba yatırırdı.Şarap şişesini,koltuğunun altına gizler,fırsat buldukça gazete kağıdına sakladığı şişeden yudumlanırdı…

 

Boyası silinmiş kunduramı, tezgahının üzerine koydum. Suratıma bile bakmadı…Ne söylediği anlaşılmaz bir şekilde,kendi kendine konuşurken;ayakkabılarımı boyamaya çalışıyordu…

 

Bir an,hafızamda başka bir şarapçı canlandı.Mahmut…O da, parkın etrafını kale surları gibi çevreleyen duvarların dibinde yatar kalkardı…En son  gördüğüm,kodese girmeden öncesine rastlıyordu…Benden bir sigara istemişti..Dayanamayıp bir paket alıp vermiştim.Yaşam,onu da azı dişlerinin rasında parçalamış,korkunç sillesini vurmakta gecikmemişti…Ailesi,çeşitli nedenlerle terk edince; yalnız kalmış ve dünyası, tükenmişti…Sonunda;Mahmut da sokakların yalnız yaşayan müdavimlerinden biri olup çıkmıştı…

 

Boyacı Salim’e :

 

-Mahmut nerede? Diye sorduğumda:

 

-         Öldü ağabey,öldü… diye yanıtladı…

 

Sahipsizlik böyleydi işte…Nerede ve nasıl öleceğin belli olmuyordu.Benim sonum da belki de Mahmut’tan farksız olacak, ya da bir kör kurşunla geberip gidecektim…

 

Parka girip oturmaktan vaz geçtim…Mahmut’un son görüntüsü;gözlerimi,tırmalıyordu adeta…

 

Rotamı geneleve çevirdim…İhtiyaçlarım, potansiyel bir güç oluşturmuştu bedenimde…Biraz sonra dokuz nolu sokağın elli beş nolu kapısındaydım…Kalabalık,aç kurtlar gibi kapıdan içeriyi dikizliyordu.Kalabalığı yarıp içeri girdim.Şakalaştığım kadın, orada oturuyordu…Beni görünce dayanamayıp boynuma sarıldı ve ağlamaya başladı…

 

-         Ulan serseri, çoktandır görünmüyordun…Yine mi savcının damındaydın, ha?Seni gidi, seni…Özlettin be, kendini…

 

Asıl söylemek istediğini gizlemişti benden…Gözlerinden okumuştum çünkü…

 

-         Nalan abla, sende bir tuhaflık var…Yoksa benim Papatyama bir şey mi oldu?

 

Papatyam dediğim, dert ortağım kadındı. Her ne kadar genelevinin tescilli yosması olmasına rağmen, bana akıl hocalığı yapmaktan çekinmezdi.Onun da sevecen bir yüreği vardı…Erkekler tarafından nasıl bu batağın içerisine düşürüldüğünü anlatırken,benim gözlerim yaşlarla dolardı…Hemcinslerime öfke kusardım…Ama nafile…Biz erkelerin geninde vardı vahşilik,kadından yararlanmak…Ne kadar dürüst olmaya çalışırsan çalış;içindeki  bastırılmış bir dürtü, seni karşı cinse şeytani heveslerle yitiyordu…

 

-Papatyan gitti serseri. Bir daha gelmeyecek…Bir manyak tarafından boğularak öldürüldü…

 

Kaskatı kesildim…Konuşamaz oldum…İlk kez hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım…

 

Genelevin kapısından dışarıya kendimi attığımda en büyük desteğimi kaybetmişçesine kendimi yalnız hissettim…Genelevi kadını dahi olsa; bir erkeğin başını yaslayacağı bir kadının eksikliği,taa yüreğimin derinliklerinde ince bir sızı gibi yanmaya başlamıştı…

 

Şehrin hoyrat sokaklarında, serserilerin cirit attığı  vahşi ortamının içerisine tekrar girerken kendimden nefret etmeye başladım…

( Serseriyim… başlıklı yazı Ayhan Sarıkaya tarafından 8.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu