Ahizeyi
yavaşça yerine koydu. Suçlu bir çocuk gibi ayakları titremeye, vücut kimyası
yavaş yavaş bozulmaya başladı. Yandaki koltuğa yavaşça oturdu. Geriye yaslanıp,
derin bir nefes aldı. Karşısında oturan hanımı, televizyon seyretmeye devam
ediyordu. Yeni başlayan aşk dizilerinden birinin kriterini yapıyordu. Diğer
taraftan da kulak misafiri olduğu konuşmaların kendisinde yarattığı rehavetle;
- Biricik anacığım, seni de çok özlemiştim, dedi. Hemen ardından, kocasına
bakmadan;
- Annem, başka bir şeyler dedi mi, niye gelecekmiş? O da
biliyordu; anasının bir derdi olduğunu…
- Beli ağrıyormuş, bacakları da şişmiş, yürümekte zorlanıyormuş. Nerden
bulduysa; Haymana’da bir üfürükçü mü nedir sahte bir doktor varmış, onun
adresini almış, ona götürecekmişim, öyle tembihledi!
- Hııı, ben çocukken, eşekten düşmüştü. O gündür bugündür, hala beli ağrıyor,
dedi hanımı. Filimin akışına kendisini öyle kaptırmıştı ki; kocasının
sıkıntıdan yüzünde beliren boncuk boncuk terlerin farkında bile değildi.
Hıdır, kaynanasından öyle korkuyor, öyle tırsıyordu ki; Azrail onun yanında
yunmuş yıkanmış, sütten çıkmış kaşık gibiydi…Yalandan; Türkçelerini bilmediği
iki üç Arapça dualarla cinleri, şeytanları, Azrail’i başından savabilirdi ama;
kaynanasına gelince işler sarpa sarardı valla…Şimdiden eli ayağı birbirine
karıştı, pusulasını şaşırdı.
Kastamonu’dan kaynanasını getirecek otobüsü Ankara terminaline varmadan; Gimat
kavşağında karşılamak için hazırlıklarını yaptı. Evden ayrılmadan;
- Gimattaki toptancılardan su almayı ihmal etme. Çeşme suyu çorak gibi kokuyor,
diye tembihledi eşi Hayriye.Hıdır, dalgın bir şekilde:
-Olur, dedi.
Trafik, her zamanki gibi yoğundu. Bugün ise, diğer günlerden daha farklıydı.
Acı acı ortalığı yırtan siren sesi, arabalardan kenara çekilmelerini ikaz
ediyordu. Gaza yüklendi; iki hamleyle yüksek olmayan kaldırma arabasını
zıplattı. Kuralcı bir yapısı vardı. Kanunlara, nizamlara karşı her zaman riayet
ederdi. Bunca yıl boşuna mürekkep yalamamıştı. Önünden köpek geçse; arabasını
yavaşlatır, hayvan rahatsız olmasın diye korna bile çalmazdı.
Saatine baktı. Otobüsün geliş zamanı yaklaşıyordu. Direksiyonu yumruklamaya
başladı, can sıkıntısından. İki arada bir derede kalmıştı. Otobüse yetişemezse
cehennemde yanar gibi yanacak, zebanilerin hışmına uğramaya gerek kalmayacaktı;
kaynanası, hepsine bedel olacaktı. Gimat’ tan suyu almadan eve dönmüş olsa,
hanımın öfkesi de cabasıydı artık.
- Ulan bunca yıldır, iki karpuzu bir koltukta taşımayı beceremedin!
Şimdi trafik kazasının da sırası mıydı, nereden
çıktı bu hengame? Diye hırıldadı.
Sağındaki solundaki arabalara göz gezdirdi. Herkes de aynı ruh hali. Kimileri
hırslarından sigaralarını, kimileri de direksiyonlarını kemiriyorlardı.
Bazıları da vardı ki; el kol hareketleriyle tarumar olan trafiği düzeltmeye
çalışıyorlardı.
Bir kez daha baktı saatine. Eyvah! Otobüs, geldi gelecekti. Hemen kendine bir
çıkış noktası aradı. Kaynanasına yetişemeyecekti nasıl olsa. En iyisi mi
hanımın dediğini yerine getirmeliydi. Havada, karada, batakta, çatakta en
önemlisi de yatakta her zaman ona ihtiyacı vardı. Kaynanasından oklava yemeye
çoktan razıydı ama; hanımın yüzünü ekşitip sırtını dönmesine asla gönlü razı
olmazdı.
- Tamam, dedi kendi kendine.Trafik de açılmıştı.
Toptancılara döndü. Koli koli su dolu pet şişeleri Fort Transite yükledi.
Oradan otobüslerin yolcu indirdikleri, Gimat kavşağına yıldırım hızıyla
yöneldi.
Kısa boylu, eni boyu birbirine dek kadın siluetini uzaktan görünce rahatladı.
- Oh be, Allah’ın sevdiği kulluymuşum ki; otobüs de geç
gelmiş! Diye buruk bir sevinçle parmaklarını şaplattı.
İlerden sola manevra yapıp, kaynanasının önünde durdu.
- Beş dakkadır bekleyip duruyom, damat! Nerelerdesin ha?
Mazeretini bir çırpıda aktardı. İşin içinde kızının
istekleri olunca; yumuşadı. Ellerini beline dayadı,şöyle
bir geriye doğru gerildi:
- Otobüsün lastiği balon etti. Onun için geç kaldık.
Hıdır, şimdi daha da rahatladı.
- Allah’ım dualarımı kabul ettiğin için sana
minnettarım!..diye belli belirsiz fısıldadı.
Kaynanasının elini öptü, yalandan boynuna sarıldı. Kaynanasının gururunu
okşamasını da çok iyi becerirdi.
- Anacığım, seni çok özlemişim valla!
Yel mi attı, sel mi attı, derdin dermanın nedir diyemedi.
Hepsini de telefonda sıkı sıkıya tembihlemişti kaynanası.
- Saol evlat! Ben de sizleri…
- Ulan bir kez de “seni” diyemiyon, hınzır kaynana diye
geçirdi içinden.
Arabayı, sitenin içinde stop edip, kaynanasının inmesine
yardım etti.
- Ufff bacaklarım! Vay belimmm! Diye inledi kaynanası.
-Sırtıma alam anacığım, sana gurban olsun bu garip Hıdır!
Kaynanasının gözleri, çakmak çakmak oldu, hiddetlendi
- Neren garipmiş damattt! Aslan gibi anan var yanında.
Sürc- i lisan ettiğini son anda farkına varan Hıdır:
- Sıpalığıma bağışla anam benim. Bazen unutuyom ne
dediğimi. He ya aslan gibi sen varsın arkamda değil mi! Ana kız, hasret
gidermeler, hoş sohbetler devam etti, salonda. Hıdır, el pençe divan kaynanasının
karşında olanları izliyordu. Analı kızlı hasret gidermeler, nihayete erince;
kaynana elindeki kağıt parçasını uzattı:
- Damat, Haymana da bu adrese götürecen beni. Adamın
elinden uçan kuş kurtulmuyormuş. Dohtorlardan daha gavim dohtormuş. Çıkık,
gırıh işlerinden eyce anarmış. Tamam mı?
“Ne çıkıhcısı, gırhcısı ana!” diyecek oldu son anda kendini frenledi. Boş boğaz
olmanın bedelini çok ödemişti bu zamana dek. Ketum ağızlı olmakta her zaman
fayda vardı.
- Peki, anacığım!
Karısı oradan hopladı:
- Hazır gitmişken kaplıcaya da gireriz. Benim de,
bacaklarım sızlanmaya başladı.
Kaynanası, kızının bu lafı üzerine oturduğu koltuktan:
- Gül gibi kızımı ne hale getirdin. Sünepe memur emeklisi,
diye mırıldandı.
Hıdır, konuşulanları duymamış gibi:
- Çok güzel baktım, Hayriye’mi de mi, anacığım!
- Hoşşşttt damat, atı gıçından yemlemeyi çok da iyi
beceriyon.
Çıkıkçı(!) adam, eşiyle birlikte gelen hastaları muayene
etmeye devam ediyordu.
- Sıradaki gelsin!
Kaynanası, kızıyla birlikte muayene odasına girdiler.
-Ananın sırtını aç kızım, şöyle; yüzüstü yatsın masaya.
Sırtının ağrıyan yerlerinde cam bardak bastırdı,
vakumlayıp çekti. Bacaklarının şişen yerlerini eliyle inceledi. Bir sürü lokman
hekim ilaçlarından yazdı.
- Bunları uygula, 21 gün sonra turp gibi olursun.
- Saol dohdor bey, gelmişken gaplıcaya da girebilir miyim?
Hangi cehenneme girersen gir dercesine savsakladı, çıkıkçı
dohtor!
- Sıradaki hasta… diye seslendi salona doğru.
Hıdır, iki günlüğüne pansiyon kiraladı. Kaynanası, eşiyle birlikte kadınlar
bölümüne, kendisi de erkekler bölümüne girdi. Sıcağa dayanaklı olmadığı için on
dakka sonra çıkıp salonda beklemeye başladı, kaynanası ve eşini.
Bir saat geçmeden kadınlar bölümünden yükselen telaş ve koşuşturmacalar
dikkatini çekti.
- Hayırdır diye o tarafa doğru baktı. Bağırmalar,
haykırmalar yankılanıyordu koridorda. Bu sesler yabancı değildi.
- Bana deli Fahriye derler! Ben adamın şeyini carttt diye
ikiye ayırırım. Ulan kaltaklar, orospular, bu kurnalar sizin tapulu malınız mı?
Hıdır:
- Eyvahh! Yine kaynanamı dellendirdiler!..Şimdi ne
yapacağım ben, ara dayağı yemesem bari…
Kaynanasının bütün öfkesi üzerinde; görevlilere kan kusturuyordu:
- Verdiğim paraları geri verin ulan. Her bir kadın
kurnaların başlarına yerleşmişler, maşrapaları da ellerinde; sanki babalarının
tapulu malları. Biz yunamadık, çimemedik ya! Verin paramı geri.
Gaplıcanız da sizin olsun!
- Hadi damat, geri dönüyoh!
- Emredersin anne!...