Ramazan ayı, içinde iki büyük değeri taşır: Birincisi, bu ayda Kuran’ın inmeye başlaması, ikincisi ise orucun farz olmasıdır.
       Kuran’ın inmeye başlamasını Kadir Gecesi’yle anlatmaya çalışacağız.
Kadir, kıymet demektir. Kadir gecesi ise kıymetli, değerli gece demektir. Değerini ise o gece başlayan bir eylemden almaktadır: Kur’an’ın inmeye başlaması. Güneşin doğup batmasına bağlı olarak adlandığımız “gündüz ve gece” aslında aynı hareketin yinelenmesidir. Bu yüzden Arap şairi “Dün gece bu geceye ne kadar benzemekte” demektedir. Bu geceyi dün geceden ayıran, bu gece gerçekleşmeye başlayan eylemdir. Bayramları öteki günlerden ayıran özellik de bu değil midir?
       Bu gecenin adına, Kuran’da bir sure bulunmakta, kıymetinin “bin kat fazla” olduğu vurgulanmaktadır.
       Bu geceyi, birbirine benzeyen gecelerden ayıran özellik, “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak Suresi) diye komut verilmesidir.  İnsanlığın önderine verilen bu buyruk, olayların gelişmesine paralel olarak, 23 sene devam edecektir.
       Bizim, 23 günde, üstelik anlamadan hatim etmemiz ne anlama gelir?
      Bu Kitab’a inanan insana mü’min/ Müslüman denir. Bakara Suresi’nin ilk ayetleri de bunu dile getirir. Bu kitap, sorumluluğunun bilincinde olanlara rehber olduğu şüphe götürmeyen bir kitaptır. Kılavuz kitap olduğunda şüphe etmek mü’min olmamayı getirir. Ancak aslı Arapça olan bu kitabı okuyup anlamadan ona inanmak ne kadar doğrudur? O, sizin için bir kapalı kutu ise, “amentü/inandım” demek ne kadar anlamlıdır? Yusuf Suresi’nin başında “anlayasınız diye Arapça indirdik” buyrulan kitap anlamadan okunursa, kişi neye inanıp/inanmadığını nereden bilecektir? Müslüman, gündemiyle ilgili bir bilginin kapalı kutuda olup olmadığını kutuyu açmadan nasıl anlayacaktır?
       Bu ayın güzel geleneklerinden biri de Kur’an’ı hatim etmektir. Hatim, bitirmek demektir. Her yıl Ramazan’da –günde bir cüz=20 sayfa- okuyarak Arapçasını bitiren kardeşlerimiz,  ömürlerinde bir defa, anladıkları dilden yani Türkçesinden Kuran’ı bitirmişler midir?
        Herkes cevabını kendisine vermelidir.
       Yoksa bazı beyinsizlerin söylediği gibi, anlaşılan dilden okumak sevap değil mi zannedilmektedir? Yediğimiz besin bize vitamin olmuyorsa, başkasına ne fayda verecektir? Oysa ölüler için okuduğumuz Yasin’in 70. ayeti “Li tünzire men kane hayyen/ dirileri uyarmak için” geldiğini söylemektedir. Siz onlardan yani diri olanlardan değil misiniz?
Yine muhtemelen bu sezonda bir “Kadir Gecesi” daha idrak edeceğiz. O geceyi yakalasak bile, gelen mektubun zarfını öpen ama okumasını bilmeyen zavallı biri haline düşeceğiz.
        Bal kavanozunu dışından yalayarak balın tadına varabilir miyiz?
       Allah Elçisi (saygı, sevgi ve selam ona) Kadir Gecesi’nin nerede olduğunu söylememiştir. Aranıp bulunması için teşvik etmiştir. Bir ömürde, bir yıl içinde, Ramazan içinde, son on günde, onun tek gecelerinde, muhtemelen 27’sinde buyurmuştur. Ama biz, elimizle koymuşçasına, “en kolay olanına” odaklanmaktayız.
         Ya önceki gün, milyarlık fırsat kaçmışsa…
         Bu gecenin, özellikle saklanması, size göre, ne anlama gelmektedir?
Hani bir hikâyede baba oğullarına “tarlasında hazine olduğunu” söyler. Tarlanın her tarafını delik-deşik eden oğullar, farkında olmadan tarlayı kirizma ederler. Hazineden umudu kesince de buğday ekerler. Altın sarısı buğdaylar hasat edilince hazine bulunmuş olur. İşte öyle bir şey…
       Çocuk, dolaptaki bir kilo dondurmayı yediği için mide spazmı geçirir. Ana-baba çocuğu hemen doktora götürür. Gerekeni yapan doktor, kendine gelen çocukla iletişim kurmak istemektedir. Doktorun “Babanı mı, dondurmayı mı çok seviyorsun? sorusuna çocuk “Dondurmayı!” cevabını verir. Çocuk olduğu için, “dondurmayı alanın baba olduğunun” bilincinde değildir. Biz çocuk değiliz ama “Kadir gecesinin neden değerli olduğunun” bilincind
e miyiz?
        Arap şairi diyor ki, "Kadrini bilirsen, her gece kadir gecesidir"
        Kadir’i yakalamak istiyorsak, bu günden Kuran’ın anlamını anlamaya başlayalım. Bu yılı sanmam ama seneye bu zamana Kadir’i yakalamış olabiliriz.
( Kadrini Bilirsen... başlıklı yazı Mustafa IŞIK tarafından 25.08.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu