Adını yıllar önce duymuş; birazını seyretmiştim. Film adına bir takım yorumlar duymuştum ama aklımda kalmadı, unuttum. Ödüller de almıştı. Geçenlerde, birtakım biiiiiblerle birlikte, özellikle seyrettim: Eşkiya.

Kayseri ve çevresinde “aşgıya" derler. Arapça "şaki" kelimesinin çoğuludur ama tekil olarak Türkçeleşmiştir. “Yol kesen, adam öldüren, mal alan, hükümetin kolluk güçlerine karşı gelen, kanun-nizam tanımayan" gibi anlamlar çağrıştırır. Böyle birileri, kanun hâkimiyetinin olmadığı yerlerde yani dağlarda olur. Daha doğrusu eskiden dağlarda olurmuş. Şimdi mi? Muhtemelen bu filmin senaryosunda geçen eşkıya "Son eşkıya"dır. Dağdan şehre indiği için şehir eşkıyasına uyum sağlayamamış; hâlâ bazı erdemlere takıldığı için, kendi sonunu hazırlamıştır.

İncesu deresi Aksalur’dan aşağı, dere boyu akarken, sonunda şimdiki İncesu ilçesinde ovaya kavuşur. Tam oradan, Kayseri’den Niğde’ye uzanan "İpekyolu" geçmektedir. Yani kervanlar… Kervanda mal adına her şey var. Ancak İncesu deresinden inen eşkıya kervanı vurur ve yine dere boyundan dağlara doğru yol alır. Aslında yukarılar yani Tekke Dağı, Battal Gazi’nin dava arkadaşı Şeyh Turasan yurdudur. Bakmayın şimdi Ürgüp’te şarap fabrikasının ismi olduğuna. Oraya girersek söz uzun olur. Zamanın zaptiyesi işin üstesinden gelemez. Konu tâaa…İstanbul’a ulaşır. Anadolu Müfettişi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (ö:1683) gelir; durumu yerinde inceler. Yakındaki Viranşehir/ Örenşar’ı oraya taşıyıp yerleşim yeri yapabilmek için alt-yapıyı kurdurur. Halkın yerleşim yeri ve sosyal tesisleri olan çarşı, hamam, kervansaray, cami, medrese ve hepsini yaşatacak vakfiye… Çünkü o zaman halkın olduğu yerde kanun hâkimiyeti olur; eşkıya olmazdı. Nitekim İncesu kazası kurulduktan sonra soygun durur. O zamanın eşkıyası dağlarda olurdu. Ya şimdi?

Filimdeki eşkıya var ya, işte ona kalleşlik yapan adam büyük şehire gelmiş, düzenini kurup kocaaaa İstanbul’da "adı anılır adamlardan" biri olmuştur. Ama zaman hızla ilerlemektedir; artık eşkıyanın adı bile değişmiş, "mafya" olmuştur. Büyük şehirde mafya olmanın da "kendince kuralları” vardır. Dağdaki eşkıyalığa benzemez, benzeyemez çünkü kanun hâkimiyetinin tam göbeğindedir; onlara eklemlenmesi; onlarla uyum içinde yaşaması gerekir. Şehir eşkıyası bu adam ise –eşkıya arkadaşına kendinin de itiraf ettiği gibi- "çocukluğundan beri" hep hile yapmaktadır, sözünü tutmamaktadır; tek kelimeyle “kalleş”tir. Bu yüzden dağa çıkmamış; büyük şehire gelmiştir. Dağda yaşamak belli bir erdemi gerektirir. En başta S çizmemek gerekir oysa şehir bunun için çooook müsaittir.

Yaklaşık yirmi yıl önce, Fransa’da doktorasını yapan bir ilahiyatçı hoca, dersin satır aralarında onu söylemişti. Şehrin göbeğindeki Terminal’de, bir saat sonra bineceği otobüsün bagajına vereceği bavuluna, bavul kadar para vermek zorunda kalmış; acısı içinde kalan bu mesele, “adalet-zulüm” gibi kavramlardan bahseden üniversite hocasının satır aralarına dalmıştı. Eskiden eşkıya dağda olurdu. Şimdi dağda olsa, acından geberir. Bırakın Ürgüp’ten Aksalur’a tırmanan yolda, bir kış gününde arabasından -abdest bozmak için- inen adamı arabasına yetişemeden kurdun parçalaması hikâyesini… Artık dağda, diyelim ki, eşkıyanın yiyeceği kurt bile kalmamıştır.

Kim demişti onu? ‘İnsan, iki ayağı üzere kalkmış bir canavardır.’

Şehir eşkıyası deyince aklımıza mafya gelir. Sonra birtakım çeteler gelir. Köroğlu’nun bir zamanlar "Tüfek icad oldu mertlik bozuldu" dediği gibi onlar da eskimiştir. Bunlar eşkıya kavramı içine dâhil olsa da şehir eşkıyası daha başka bir şeydir. Sistemin dışında ve karşısında değil; içindedir. Şehrin göbeğindedir. Şehirde bir sürü temiz dernek, birlik ve oda vardır. Ama onun da adı dernektir, sanı birliktir, ismi odadır ve adam protokoldadır. Orası başkasına kaptırılmayacak kadar kutsaldır. İhaleler şeffaf da olsa, bütün mütayitler bilir ki- bu iş daha önceden halledilir. Pirincin taşı nasıl pirince benziyorsa, eşkıya da o kadar derneğe, birliğe ve odaya benzemektedir. Sistemin içindedir; onun için kimsenin gık’ı bile çıkmaz; çıkamaz.

Torpil aramamak, adamsız iş yaptırmak enayiliktir çünkü sollanacağı kesindir. Bırakın bir hakkı elde etmeyi, ‘haksızlığa uğramamak için bile aracı bulmak gerekir’ anlayışının yerleştiği bir toplumda hakdan bahsetmek abestir. Para vererek yapacağı alış-verişe bile aracı adam arayan bir toplumda, fırsatını bulan birileri “eşkıyaya rahmet okutacak kadar” beceriklidir. Onu partide, onu sendikada, onu menfaat kokusunun yayıldığı her ortamda görürsünüz. Sizden daha dürüst gözükür çünkü sizden daha hatırlıdır. Sizden daha efendi gözükür çünkü şehir eşkiyalığı öyle olmayı gerektirir. Onun putu, menfaatidir.

Benim pilim bitti de onların torpili bitmedi. Adına da "şans" dediler.

Ben de kırkından önce bu işin "tepeden inme" yani askerle ve polisle halledileceğini sanırdım. Kırkından sonra "akıl-bâliğ" oldum ve artık "iki ucu keskin bir bıçak gibi" olan şu âyeti okuyorum: "Bir toplum kendini değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez."

Artık eşkıya şehirde; şehrin göbeğindedir.

Sen hâlâ orada mısın?

( Bu Zamanın Eşkiyası başlıklı yazı Mustafa IŞIK tarafından 12.10.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.