1969 yılında Önder ağabeyim Akşehir Öğretmen Okulunu kazanmıştı,
yatılı okuyordu. Bazı hafta sonları Ilgın’a evimize gelir, pazar akşam
üzeri dönüşlerinde aile töreni ile uğurlanırdı. Babam onu uğurlarken
sarılır boynundan koklayarak öperdi. Ben de bir an önce büyümek hep bir
yerlere gitmek isterdim, giderken babam bana da sarılır öper, koklardı
nasıl olsa, ah, ah babacığım!
Bizim kuşak baba sevgisini
sınırlı tadan kuşaktır. O yıllarda babaların çocuklarını öpmesi,
sevmesi, sevgi göstermesi yadırganır, ayıp sayılırdı. Öyle bir terbiye
ile büyüdüklerinden çocuklarını öpmeye sevmeye utanırlardı. Babamızın
bizleri ne kadar çok sevdiğini bilirdik. Ama hep aramızda dokunulmaz,
ulaşılmaz bir sınır vardı. O’na erişme yolunun gurbetten geçtiğini
anlamıştım. Ancak gurbete giderken çocuk öpülür koklanır, bu da
yadırganmazdı.
Üç beş
yaşlarımda iken kızamık olmuşum, ateşli yatarken sayıklamaya başlamışım.
“ Baba, ellerin çocukları dam yiyelim diyorlar. Dam yenir mi? Hem
dam yapışık.” Demişim. Annem bunu babama söylemiş, babam başıma elini
koymuş, yanıyorum. Bana sormuş “Yavrum, canın bir şey istiyor mu?” “Muz
istiyor” Demişim. O yıllarda muz Ilgın’da her zaman bulunmaz, ancak
haftada bir pazartesi günleri kurulan pazarda açılan manav
dükkanlarında olabilirdi, ben muz istedim diye babam Ilgın’dan Konya’ya
gitmiş, sarı bir çanta almış, içine muz doldurmuş, akşama yetiştirmiş.
Ben O’nun sekizinci çocuğuyum. İlk
beş kardeşimiz doğumdan sonra bir iki ay içinde ateşlenip, ağlaya ağlaya
ölmüşler. Altıncı kardeşimiz Önder Ağabeyim de, babam askerde iken 1953
yılı 31 Mayısta doğmuş. O da ateşlenmiş ağlamaya başlamış. Naci Amcam,
o günün güç koşullarında babama telefon etmiş, “Abi Önder’de
hastalandı, pensilin diye bir iğne çıkmış ben onu deneyeceğim.” Demiş.
Bababam da “Naci istersen acıtma çocuğu, nasıl olsa o da ölecek…” Demiş.
Amcam babama rağmen Önder ağabeyime penisilin iğnesi yapmış, ağabeyim
penisilinle yaşama dönmüş. Son üç kardeş penisilin sayesinde yaşam
mücadelesini kazanmışız.
Hanım, bana sorardı;
- Çocuk hastalanınca neden hep muz getiriyorsun? Bu soru
nasıl yanıtlanır ki? Boğazıma bir şey düğümlenir. Konuşamam…
Babam Çifteler Köy Enstitüsü mezunudur. O da çocuk yaşta
gitmiş gurbete, gelip gitmek ne mümkün? Yazdan yaza ancak gidilir köye,
kim ziyaretine gelebilir ki? O da çok özleyince sılayı Konya tarafından
esen rüzgarları koklar ağlarmış,. Bize anlatırken de, o günlerin
çaresizliğiyle sesi titrer, tıkanır, ağlardı, gizlemezdi insancıl,
çocukçul duygularını.
Ilgın’da ilçeye elektrik üreten büyük bir jeneratör vardı, gece 24.00’de
susardı, akşam sessizliğinde bütün ilçede elektrik motorunun sesi her
yerden duyulurdu. O jeneratöre biz elektrik motoru derdik. Akşam
oturmalarından dönüşte geç saatlerin sessizliğine değişik bir çınlama
ve ıslığıyla renk katardı o motor sesi. Motor kapanmadan önce onbeş
dakika içinde iki kez ışık zayıflar sinyal verilir, tam saat yirmidörtte
de kapanırdı. İlçe karanlığa boğulurdu.
Babam
akşamları bize kitap okurdu, İnce Memed, Tırpan, Yılanların Öcü,
Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali öyküleri ve niceleri çocukluk yıllarımda
geç saatlere kadar babamın bizleri etrafına toplayıp okuduğu
kitaplardı. Gece elektrik motoru susunca ışıklar da sönerdi. O, bizim
dinleme isteğimize bakar, hevesli isek gaz lambasını yakar, onun titrek
ışığında okumaya devam ederdi. Ne kadar uykumuz gelirse gelsin kitapları
onun O’nun sesinden dinlemeye, kitapların büyülü alemine güvenle
dalmaya hiçbir zaman hayır diyemezdik. Biz uyuyuncaya kadar okurdu.
Kitap okurken hüzünlü yerlerde sesi titrer, yutkunur biraz ara verirdi,
Kuyucaklı Yusuf’a, Hasan Boğuldu’daki Hasan’a, İnce Memed’e üzülürdük,
babamızla birlikte biz de içimiz çeke çeke, sessiz sessiz ağlardık.
Zulmeden ağalara içten içe kızardık.
Liseyi bitirmeden, bir
yerleri kazanıp gitmem olası olmadığı için her gün türlü çeşitli
planlar kuruyordum. Ne yapıp etsem de babama bir sarılıp, O’nun
ağabeyimi öpüp kokladığı gibi beni sevse… O’nu bir öpüp koklayabilsem,
ah babacım! Seni çok seviyorum.
Bir akşam yatma vakti geldi.
- Haydi yavrum iyi geceler. Dedi.
-
Baba bir dakika. Deyip yataktan fırladım, boynuna sarıldım,
yanaklarından öptüm. Sıkı sıkı sarılmıştım. Ağlıyordum, O da ağlıyordu,
sarıldı, sıkıştırdı, boynumdan kokladı, öptü… İçini çekerek çıktı… Evet
artık bu tadı almıştım. Yineleyebilmek için gurbete gitmeliydim. Bir
daha bunu deneyemezdim.
Selçuk Eğitim Enstitüsü Fen ve
Tabiat Bilgileri bölümünü kazanmıştım. Gurbete çıkış o çıkış… Her
ayrılışımızda bir daha göremeyecekmiş gibi sarılır boynumdan koklayarak
öperdi… Tatillerde evde olmaktan çok keyif alırdım. Ancak, ayrılışın
sarılma keyfini özlerdim hep.
Ah! Ah! Şu benim muhacir yüreğim…
(
Ulaşılmaz Babalar... başlıklı yazı
Güner Kutluk tarafından
25.12.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.