Seksen Senesi...
-Oğlum, bu seksen senesi; bu bindokuzyüzseksen senesinin silsilesini...
Dedi, acı acı güldü. Devam etti;
- Bir gün yine kızdım bu bindokuzyüzseksen senesinin silsilesini… Dedim. Deniz;
-
Aaaa büyükbaba ne kadar ayıp, büyükbabalar sövmez, babalar söver… Dedi.
Diyerek söze başladı. ( Babam, küfür bilmezdi. Sadece “Silsilesini…”
Der bırakırdı, gerisi sizin küfür kültürünüzle ilgili idi. O gün, üç
beş yaşlarındaki Tuncer ağabeyimin kızı Deniz’in, babamın “Silsilesi”
küfrüne karşı tepkisinden konuştuk.)
Dedem rahmetli “Koca Muallim” lakaplı, Muallim Mustafa Nazmi,
dokuz yıl savaşmış. “Kurtuluş Savaşında” Akşehir Manevraları sırasında
da İsmet Paşa’nın yakın zabitiymiş. O’nu yakından tanıyıp sevince, 1926
yılında doğan babamın adını “İsmet” koymuş. Tarih sevgisi nedeniyle de
soy adı yasası ile birlikte soy adımızı “Kutluk” olarak belirlemiş.
Koca Muallim, uzun süre hastalık çekmiş, O’nun hastalığına “Şeker”
teşhisini koymuşlar. Kendince o günün koşullarında direnebildiği kadar
direndikten sonra 50 yaşında diabet nedeniyle 1945 yılında ölmüş.
Dedem, babamı 1939 yılında Eskişehir
Çifteler Köy Enstitüsü’ne göndermiş. Konya, Ilgın, Bulcuk Köyü’nden
çıkıp, Çifteler’e tek başına varan çocuk babam, Çifteler Köy Enstitüsü
ile birlikte büyümüş. Fakir, Talip diye anlatırken tüm diğer
arkadaşlarından söz ettiği gibi söz eder, Yar Direktörü Rauf İnan’dan ne
zaman söz etse duruşunu değiştirirdi. Birlikte yaşanmış öykülerini
anlatırdı. Köy Enstitüsü öğrencileri, her biri diğerinin öz kardeşi gibi
birbirine bağlıdır. Babam, İvriz’de okuyan Naci amcam ile Mehmet
amcamın bütün arkadaşlarını tanır onlar da babama, amcamların babama
gösterdiği saygı sevgi ve hürmeti gösterirdi. Bizler de hem babamın, hem
amcalarımın arkadaşlarını tanır, onlara karşı babamıza ve amcalarımıza
karşı gösterdiğimiz sevgi, saygı ve hürmeti gösteririz. Bu gelenek
böyle devam ettiği için Önder ağabeyimin Akşehir Öğretmen Okulu’ndan tüm
arkadaşlarını tanır, onlara da aynı saygıyı gösteririz.
Ahmet Şahin ağabeyin yeri başka…
Babamın 1943 yılında başlayan otuz dört
yıllık eğitim hizmetinin, 1959 yılından 1977 yılına kadar geçen 18 yıl “
Ilgın İlçe İlköğretim Müdürü” Görevini yürüttü.
- Oğlum, ne
kadar aksi iş varsa bu seksen senesinde oldu, bu bindokuzyüz seksen
senesinin “Silsilesini…” Dedi, Sesi titreyerek devam etti.
-
Önder’de şeker de seksen senesine çıktı… Sesi titriyordu. Şeker,
babasını babamdan alan hastalıktı. Hepimizi çok sevmesine rağmen
ağabeyime şeker teşhisi konulunca, hemen kaybediverecekmiş gibi üzerine
titremeye başlamıştı. Babamın kaygı ve telaşından çok etkileniyor,
ağabeyim için çok üzülüyorduk.
- Bir de üstüne üstlük ihtilal
oldu. Zaten gidişata göre bekliyorduk ya! Bakalım göreceğiz bu ihtilal
kime karşı yapıldı? Ne olacak yaşarsak göreceğiz… Dedi.
Hemen 12 eylül 1980 ihtilalinin ertesiydi. Alacakaranlık
kuşağıydı.
Hiçbir şey net değildi. Ülkede sıkıyönetim ilan edilmişti,
alacakaranlık içinde her an kapı çalınıp kimin alınacağı, nereye
götürüleceği, götürülenin dönüp dönmeyeceği, nereye gittiği bilinmeyen
bir yoldu… On iki eylül…bindokuzyüzseksen…
Bir yandan
1979 yılı kasım ayı ortalarında Gümüşhane ili, Torul İlçesi, Kürtün
Bucağı’nda başlayan Fen bilgisi öğretmenlik öykümü 1980 yılı nisan
ayında İstanbul, Sanayi Mahallesi İmam-Hatip Lisesi’nde Fen Bilgisi
öğretmeni olarak sürdürüyor, öte yandan İstanbul Aksaray’da, Cerrahpaşa
Caddesinde Eskişehir Öğrenci Yurdu’nda kalıyor, bir yandan öğretmenlik
yapıyor, öte yandan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine devam
ediyordum. “12. Eylül Darbesi” İle birlikte tüm derneklerin,
sendikaların, sivil toplum örgütlerinin faaliyetine kapatılarak son
verilmiş, öğrenci yurtları da süresiz kapatılmıştı. Şaşkınlık, telaş ve
kaygı içinde, üzerimize yıkılan gök kubbenin altından nasıl
kalkılacağına dair babamın görüşlerini almak için kısa bir kaçamakla
İstanbul’dan Konya’ya gelmiştim.
Kaygılıydı. Evde kitaplıkta doğru dürüst bir kitap kalmamıştı. Suç
aletleri silah ve sair arasında, kitaplar da tek renk tek ses
televizyonda, bilmem kaç nolu bildiriler arasında suç aleti olarak
gösterilmeye başlanınca, bütün evlerde kendiliğinden tonlarca kitap
yakılmıştı.
Endişelerim, babamın kaygılarıyla katlanmış
olarak İstanbul’a döndüm. Öğrenci yurtları kapanıp, tüm öğrenciler
sokağa dökülmüştü. Gece 24.00’te sokağa çıkma yasağı vardı. O saatten
sonra sokakta kalan, günün her hangi bir saatinde “Dur İhtarına
Uymayana” Sorgusuz sualsiz ateş edilebilirdi. Kaç insan bu yüzden boşu
boşuna can verdi.
Eskişehir Öğrenci Yurdu’nda
kalıyordum. Yurdun bir alt sokağında oturan, arkadaşlarımızın tanıdığı,
diş hekimliğinde okuyan İlhan adında bir öğrenci arkadaşın evine
sığındık. Kendisi Konya’da imiş. Her gün sayımız katlanarak artıyordu.
Bir yatakta birkaç kişi yatıyorduk. Ancak, evdeki hareketlilik dikkati
çekmiş ev sahibine ispiyon edilmiştik.
Bir akşamüzeri çalınan kapıyı açınca uzun boylu iri yarı orta yaşın
üzerinde esmer bir adam, kendisine kapıyı açıp kim olduğunu soran
arkadaşa hiddetle;
- Ben bu evin sahibiyim. Emekli Albayım, asıl
siz kimsiniz? Bir sürü ne idüğü belirsiz adam gelmiş, benim evime
toplanmış kalıyor. Bana kimsiniz ? Diyor. Diye büyük bir öfke ile
başladı sövüp sayıyor. Hiçbirimizden gık çıkmıyor. Bize sabaha kadar
verilen süre içine evi terk etmez isek, bizi “Terörist” Diye Sıkı
yönetime aldırmakla tehdit etti. Yapar mı? Yapardı. Öyle bir durumda
geleceğimize ilişkin bir şansımızın olması düşünülemezdi.
Büyük bir üzüntü içinde hepimiz bir yerlere savrulduk. Bana yine
dayımın oğlunun evine sığınmak kalmıştı.
1980 Kasım ayıydı. Çok üşütmüştüm hastaydım. Sabah erkenden
öğretmenlik
yaptığım Sanayıi Mahalllesi’ndeki imam Hatip lisesine gitmek üzere
evden ayrıldım. Öğleden sonra halsiz de kalmıştım. Ateşliydim. Bir
yerlerde oyalanmadan doğru eve geldim. İçerden kalabalık hanım sesleri
gelince zil çalıp bir süre bekledim. Kapıyı tanımadığım bir genç hanım
açtı, kim olduğumu sordu. Kısaca kendimi tanıttım. O gün konuklar
varmış ev çok kalabalık, hanımların arasından içeriye odaya geçemedim.
Çantamı bıraktım, gidecek hiçbir yerim yok. Samatya SSK hastanesi hemen
sokağın karşısı, acil kapısının önündeki banklarda oturdum. Uzun süre
geleni gideni izledim. Bir ara öyle bir halsizleştim ki, bunun adı ölüm
olmalıydı. Elimi kaldıramıyorum. Yavaşça oturduğum bankta yan gelip
uzandım. Her şey karadı.
O karanlık içinde ne kadar
kaldığımı bilemiyorum. Gözümü Açtığımda kendi karanlığımla, gördüğüm
karanlığın gerçekliğini ayırt edemiyordum. Gerçekti, dolunay vardı. Kaç
saat uyuya kalmış isem o bankta, gece geç saatler olmuştu. Doğrulmaya
çalıştım doğrulamadım. Tekrar denedim yine olmadı. İstanbul’da kasım
soğuğu, akşam vakti beni kaskatı etmişti. Kıpırdayamıyordum. Eve
gitmeliydim. Ancak nasıl doğrulacaktım. Kalkmak için harcadığım her çaba
boşa gittikçe daha çok ızdırap çekiyordum. Büyük bir gayret içinde
doğruldum. Perişan olmuşum. Boğazıma bir şeyler tıkılmış, yutkunuyorum
yutulmuyor, öksürüyorum atılmıyor. Binbir zorlukla doğrulup kanepeye
yaslanıyorum. Gözelerimden akan yaşa, hıçkırıklarıma engel olamıyorum.
Ateşliyim…. Belimden yukarı sırtıma doğru karlar yağıyor…
Hastane kapısındayım. Çırpınışlarımla ağlamalarımla yadırganmıyorum…
Yurtlar tekrar açılmıştı. Yurda geri
döndüm. 406 nolu odada kalıyoruz. Sabaha karşıydı. Şışştt uyan, uyan
diyen birisi hiç alışık olmadığım bir şekilde bir şeylerle omzuma
sırtıma, böğrüme dürtüyor. Gözümü açtım. Gözlerime inanamadım. Bir
asker, piyade tüfeği ile beni dürterek uyandırmış. Gözümü açınca silahı
kafama doğrulttu.
- İki dakika içinde aşağıda kimliğinle hazır ol. Dedi
İki dakika içinde takım elbisemi giymiş, kravatımı takmış
olarak
aşağıda kantinde hazır oldum. Kantinde askerlerle polisler tek tek
kimlik kontrolü yapıyor. Bir kısmı yukarıda odalarımızı arıyor. Yurt
kuşatılmış. Benden başka herkes pijamalı… Arkadaşlar benimle kafa
buluyorlar…
KORKU
Bu saatte kapıyı vuran kim,
Yüreğimde korku,
Korkunun büyük gözeri,
Ses ver,
Ben falanım de.
Kapıyı vuran kim bu saatte…
Yüreğimde geçmişin acıları
Çalmayın bu saatte kapıları
Korkunun büyük gözleri
Kapıyı vuran kim bu saatte
Bilmiyorlar ki bu saatte çalınan
kapıdan, çıkılan yolların sonu olmayabilir… Ya da son yolculuğumuz
olabilir… Tüm gidip de dönmeyenler gibi…
(
Seksen Senesi... başlıklı yazı
Güner Kutluk tarafından
7.01.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.