Dudağında mırıldanıyordu sesi yanık mı yanık olan esmer delikanlı… Irak sınırı kırsalında… Mazotları bidonlarında köylerine doğru yol alıyorlardı arkadaşlarıyla...“Lele kurban ben olayım / Ah göğsünde ben olayım / Senin yerin sıcak kalsın / Ah yine giden ben olayım.” Anasını düşünüyordu elleri çalışmaktan nasır tutmuş, yüreği yokluktan nasır bağlamış babasını düşünüyordu, kardeşlerini bir horozlu şekeri hayal eden ve yavuklusunu düşünüyordu mazot parası ile ona alacağı kolyeyi…

              Şırnak Uludere Ortasu köyü kırsalı… Irak sınırı… Savaş uçağı sesleri geliyor akşamın geceye yaklaştığı saatlerde… Irak’tan aldıkları mazotu bir an evvel sınırı geçip köylerine getirmenin ve yarın satmanın hesabını yapan insanlar vardı karanlık mı karanlık gecede… Eşekleri, katırları bidon bidon mazot doluydu.

            Ah biçareler! İmkânları olsa giderler miydi Irak’a acaba? Hali vakti yerinde olsa giderler miydi böylesine kaçak yollardan Irak’a? Gideceklerini hiç sanmıyorum. Gözden ıraktılar ya gönülden de ıraktılar.

             Önce jet sesleri geldi uzaktan sonra bomba sesleri… Yanlış hedeftiler, kaçış yoktu, bidonlar mazota doluydu ve bir kibritlik alevle karanlığı aydınlatacak denli çoktu. Bombalar isabet ettikçe bidonlara ve canlara; geceyi aydınlatan korkunç bir aydınlık çıktı ortaya feryatlar eşliğinde. 35 insana önce jet sesi geldi sonra bomba sesi… Sonra feryat ve figan… Sonra can pazarı… Sonra ölüm sesi sarıyor Türkiye’yi…

              Irak’tan ucuza aldıkları mazotu Türkiye’de satarak geçimlerini sağlayan vatandaşlarımızdı bombalananlar. Türkiye’nin başı sağ olsun. Yeterli mi bilmiyorum ama bütün Türkiye’nin oraya kalben akması lazım diye düşünüyorum.

               Kaçakçılık yaparak geçimlerini sürdüren insanlar. Bombalanan ve yanıp küle dönen bedenler. Hepsinin ayrı bir hikâyesi var içimize değen, bizleri sarsan, bizleri mahv eden.
Kusura bakmayın biz sizleri terörist sandık demek olmaz. Kusura bakmayın bir yanlışlık oldu demek yetmez. Kusura bakmayın bir daha olmaz demek yetmez. Ama onlar kaçakçılık yapıyor demek yetmez. Ülkemin merkezinde daha büyük kaçakçılık yapanlar vergilerini tam olarak ödemeyenler var. Biz bu ülkeyi ve bu ülkenin insanını sevmiyoruz.
Milyonla çalan mesned-i izzete serefraz
Birkaç kuruşu mürtekibin cay-i kürektir
(Milyonla çalan başköşelerde ağırlanır, birkaç kuruş çalan kürek cezası ile cezalandırıyoruz.) Ziya Paşa böyle demiş ama artık kürek cezası değil ölüm cezası veriyoruz.

             Bu dağlara mahkûm kalmışlardı. Terör bir yana yokluk bir yana cehalet bir yana mayınlar bir yana… Daha bir içten söylemeye başladı; gidip de gelmeyenleri kaçakçılıkta, gidip de yarım geleni… Bir parçasını yaban ilde bırakanı hatırladı…“Lele kurban zor gelir / Dağlara giden zor gelir / Avcı yaralar kekliği / Altum’a giden zor gelir.” Zor gelir derken bombalar kolay geliyordu, semadan başlarına dökülüyordu; düğününde başına serpilecek olan kuru yemiş değildi atılan, çiçek hiç değil.

             Nerede yanlış yapıyoruz diye düşünüyorum ama bir türlü işin içinden çıkamıyorum. Orada bombalanıp yanarak ölenler bizim ülkenin insanları… Ahmetler, Hasanlar, Muratlar, Salihler… Bazen krizleri ve bu şekilde ortaya çıkan fecaatleri olumluya çevirmek de marifet ister. Ankara oraya akmalıydı ilk günden. Devlet ben buradayım demeliydi ilk saatlerden itibaren. Bazen kaybettiğinizde kazanırsınız. Oysa o boşluğa çarçabuk girip her türlü olumsuz ve önyargılı söylemleri ile ortalığı karıştıranlar ve bunu kendileri için bulunmaz bir fırsat addedenler var. Ölüm üzerine siyaset yapılmamalıdır. Ölenler üzerine koltuk hesabı yapılmamalıdır. Orada ölen her bir can bu ülkenin her bir noktasındaki yüreklere tesir etmelidir; biz böyle büyük bir millet olduk.

            Yanlış bir seçim ve yanlış bir bomba! Sonuç vahim mi vahim! 35 can yok yere öldürüldü. Onların orada ne işi var diyecekler olabilir? Onlar da hatalı diyecekler olacak. Ne derseniz deyin siz ölen 35 can var orada ve bu ülkenin insanı onlar… Başka bir ülkenin değil!  “Lele kurban boşa gider / Ne söylersen boşa gider / Çiğnenir ektiğin güller / Ah emeklerin boşa gider.” Gencecik yaşta heba olan canlar… Boşa giden yaşlar… Solan güller Şırnak dağlarında… Yiten emekler bir bombayla…

            Bakıyorum da yorumlara haberlere herkes bir mazeret bir suçlama peşinde… Can diyorum bende, insan diyorum, genç diyorum, cesetleri yanmış diyorum size… Bizim insanımız diyorum. İdrak edemiyorum, fehmedemiyorum.

             “Tabuttaki PKK bayrağı ciğerimi yaktı!” Uludere’de ölen sivillerden Salih’in gazi babası Abdülaziz Encu, cenazede tabutun üstündeki PKK bayrağını görünce neler hissettiğini anlattı. Acılı baba devlete kırgın ve tepkili. 17 yaşındaki oğlunu kaybeden Gazi Abdülaziz Encu, “Hükümet meydanı boş bıraktı. Çocuğumun tabutunun üstüne bayrak astılar. Bu görüntüyü görünce ciğerim yandı. Bizi sahipsiz bıraktılar” diye isyan etti. “17 yaşındaki Salihİm’in tabutu geldi. 17 yaşındaydı, Çukurova Üniversitesi’nde okuyan abisi gibi üniversiteye gitmek istiyordu. Açık liseye gidiyordu, daha yeni nişanlanmıştı. Ama kaybettik. Hem de devletin uçaklarının bombasıyla. Böyle şey olur mu? Kontrol etmeden bomba atılır mı? Sorumlular bulunmalı. Ben bu devlete bu kadar hizmet ettim. Olmayan bacağımla gönüllü koruculuk yapıyorum. Bunlar yetmezmiş gibi hem çocuğumu kaybediyorum hem de yalnız bırakılıyorum. Çocuğumun tabutunun üstüne bayrak astılar. Hükümet meydanı boş bıraktı. BDP’lilerin propaganda alanı oldu. Bu görüntüyü görünce ciğerim yandı. Bizi sahipsiz bıraktılar...”

            Bu sahipsizlik bu yalnız bırakılmışlık bu terk edilmişlik bu çaresizlik insanları kaybetmemize neden olur. Bugüne kadar Doğu’da hep böyle oldu.

            İkinci gidişiydi dönüşü tabutla oldu. Bir diğer gazi ise 30 yaşındaki Mehmet Encu. Mehmet Encu 1998’de Kuzey Irak’a düzenlenen sınır operasyonu sırasında patlayan bomba ile iki gözünü kaybetmiş. Art arda yapılan ameliyatlardan sonra bir gözü kurtarılmış. O da iyi görmüyor. Son olayda 13 yaşındaki oğlu Erkan, 29 yaşındaki kardeşi Hüsnü ve 19 yaşındaki diğer kardeşi Savaş’ı kaybetmiş. Encu önce oğlunun neden kaçakçılık yaptığını şöyle anlattı: “Gaziyim ben, aylık bin TL alıyorum. Ama 5 çocuğum var. Kemal en küçükten bir önceki. İlköğretim 7. sınıfa gidiyor. Tabii ona harçlık veremiyorum. Bana geçenlerde geldi ve “Baba cebimde 5 kuruş yok. Harçlık için mazota gideceğim” dedi. Hayır desem cebine koyacak para yok. Kabul ettim. İkinci gidişiydi. Dönüşü tabutta oldu. Bayrak olayına ise çok kızgın Encu: “Zaten gözüm az görüyor. Üstünde PKK bayrağı mı var dedim içimden. İnanamadım. Bunu kabullenemem. Bunlar bizim milletvekilleri gelmedi diye oldu. Onlar boş bırakınca böyle oldu.”

                Boş bırakırsanız böyle olur. Gideceksiniz. Orada olacaksınız. Korkmadan şefkatle sevgiyle önyargısız gideceksiniz. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun; anaların gözyaşlarına mendil olacaksınız babaların yüreklerine taze bir can olacaksınız. Gideceksiniz; kardeşlerini kaybedenlere abi olacaksınız, torunlarını yitiren ninelere destek olacaksınız, evlatlarını kaybeden dedelere sabır dileyeceksiniz.

                Yorum yapamıyorum, yüreğim daralıyor gözlerim doluyor. Sahipsizlik yalnız başına bırakılmışlık ve bombalamadan daha kötü olan hak etmişlik düşüncesi işte bizi yıkan bu. Bu ülke bizim bu insanlar bizim. Niye gecenin zifiri karanlığında tavşanı fark eden teknolojik imkânlar bu ayrımı yapamadı! Niye öldü bu canlar? Bu hesabı soracaksınız halk olarak?
                Analar yine zılgıt çekiyor çocuklarının yanmış cesetleri üzerine. Acınız acımızdır ey yüreği yanık analar, yaranızın kabuğunu her daim kaldırdığınızda yine taze olarak kalacak bu yara biliyorum ama bir nebzede olsa sizi anlamaya acınızı paylaşmaya çalışıyorum. Evlatlarını toprağa veren babalar “Nerede Türkiye?” diyor.

                Neden bu ölümler neden diyorum? Yaşamak varken el ele kol kola gönül gönüle… Bu memleketi kuzeyden güneye; doğudan batıya ihya etmek varken bu ölümler nereye ve ne zamana kadar? Dur demenin vakti gelmedi mi? Teröre, kaçakçılığa, ölümlere, mayınlara, bombalara, faili meçhullere dur demenin vakti gelmedi mi?

                “Lele kurban gülü verin / Dönmesem de gülü verin / Mayın tarlasına düştüm / Kan kırmızı gül verin.” Analar gülüvermiyor traktörlerle atlarla eşeklerle taşınan yanık mı yanık cesetlere… Yere boylu boyunca serilen kavrulmuş yüzlere analar babalar doyuvermiyor son bir kez!
Lele kurban teselli verin.
Lele kurban susuverin.
( Le Le Kurban Gülüverin başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 31.12.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu