Ölüm kadar soğuk, kayıp bir gençlik yaşadım ben. Bir annenin gözyaşları kadar acı; bir o kadar da tuhaf çocukluktan sonra.

 

Bir şey demiyorum tabi, herkesin kendine göre yaşadığı bir geçmişi vardır; masum ya da türlü acılarla dolu. Ölüm kadar soğuk bir kış günü çıkmıştım evden. Bembeyazdı her yer. Gökyüzü, sokaklar, evlerin çatıları, bahçedeki kayısı ağaçları… Uzun uzun baktım her yere. Öyle ki beyazlıktan gözlerim acıdı.

 

Kenarı yırtık bir botum vardı onu giydim, sıkı sıkı bağladım. Ellerim ceplerimde, yavaş yavaş karları çiğneyerek yürüdüm biraz. Kimsenin olmadığı sokaklarda yürüdüm. Sonsuz bir beyazlık kaplamıştı bütün alemi. Garip, bir o kadar da gülünç bir korku kapladı içimi. Daha dün gece babaannemin o kadar baskısına rağmen ‘elm sokağında kabus’ filmini izlemiştik abimle star tv de. Belki de ondan kalan bir korkuydu. Bu sonsuz beyazlık hiç bitmeyecek, hiçbir zaman bahar gelmeyecekmiş gibi bir korku kapladı içimi. Ne hayaller…

 

Okul da tatil edilmişti. Hem seviniyordum, hem de sıkılıyordum. Neden bilmem okul arkadaşlarım, okul dışında pek aramazlardı beni. Ne biliyim belki de o kadar çok sevilen biri değildim. Ama yine de her yaptığım şakalara, laflara aptal aptal gülmeleri boşunaydı demek. Birden hepsinden nefret ettim. Tıpkı ilk terk edilişim gibi. Yüzünü bile görmediğim o kadın gibi nefret ettim hepsinden.

 

Ama yine de umutla severdim herkesi, inat etmezdim, severdim inatla herkesi. Çok fena bir yokluk geçiriyordum. Ama bu yokluk öyle para pul yokluğu değildi. Yazın kızgın güneşin altındaki susuzluğum gibi hasretle susuyordum sevgiye. Şiir nasıl yazılır biliyordum artık. Çünkü seviyordum karşılığı olmadan. Kışın bile düşünüyordum onu. Ama yüzünü bile göremiyordum. Çaresizce bakıyordum bembeyaz dünyaya. Bekli de kışı seviyordum. Pisliği, kötülüğü nasıl da örtüyordu.

 

Çok yürüdüm. Bembeyaz bir sisin içinden gelen treni izledim uzun uzun. Uzaklardan haber getirdi yine. Yalnızsın dedi bir ses buz gibi. Bu hep böyle sürüp gidecek, bahar da gelmeyecek gibi bir şey söyledi. Ama gördüğüm, buğulu camların arkasındaki solgun, uzun yol yorgunu yüzlerdi. Acıdım birden hallerine.

 

Bir şiir geldi aklıma, ama hemen yazamadım. Çünkü yürüyordum. Yazarım sonra unutmam ki. Unutuldu zannettim adım birden. Silindim zannettim gönüllerden. Terk edilmiştim sonu gelmeyen uzun kış gecelerinde.

 

Hiçbir şey söylemek değil niyetim. Ders de vermek niyetinde değilim. Kıyıda, köşede kendince bir şeyler karalayan bir insanın 17 yaşından; daha doğrusu bilinmeyen bir kış gününün düşündürdükleriydi bütün bunlar.

 

Yıllar geçmesine geçti belki ama o gün, o sisin içinden gelen ses haklı çıkmıştı. Bahsettiği bahar hiçbir zaman gelmedi.

 

 

Mehmet Çiftci

02 Nisan 2012 Pazartesi

( Ölüm Kadar Soğuk başlıklı yazı Mehmet ÇİFTCİ tarafından 2.04.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu