Bir çocuk vardı gündüze uzak geceye yakın.
Aşka meyyal bir yüreği vardı.
Coşkun sulara benzerdi.
Yanardağlar gibi ifrazatı vardı aşk üzre
Bulutlar gibi ağlamışlığı
Dağdan kopan çığlara, öyle âşık olurdu oldu mu?
Siz hiç böylesine âşık oldunuz mu?
Dem vurmayın o zaman aşk üzerine! Şiirler yazmayın bilhassa, hikâyeler anlatmayın uyduruktan hem de! O denize girmemişsiniz ama o denizi anlatıyorsunuz. Olmaz böyle… Şems’i bilir misiniz sahi? Aşkın çakmağı olan adamı, hep karalar giyermiş ve karalara salarmış kendisine bakanı… Siz kav olun o sizi tutuşturacak bakış olur. Siz saman olun mesela o sizi yakacak ateş. Siz iki dolu mu dolu kapkara bulut olun mesela o sizi şimşeğe çevirir.
Sahi siz Mecnun’ u bilir misiniz? Siz Leyla olun o çölü hazırlar. Siz kara kuru bir kız olun o sizi Leylalaştırır elbet. Siz ona deli dersiniz o ise Leyla’ya âşıktır. Siz mecnun dersiniz o ise Leyla ile yaşamının her anını yaşamaktadır. Her anını ona ayırmaktadır onsuz bir an duramamaktadır. Siz yemek yersiniz o Leyla’yla doyurur kalbini. Siz su içersiniz o Leyla’ya susar. Siz yol düşersiniz o sahraya… Siz onlarca kişiyi seversiniz ve bir Leyla bulamazsınız o bir tek Leyla’yı sever. Ve Leyla’yı ölümsüzleştirir. Varın bakın kim deli? Kim aşk üzre bu kadar sabırlı? Kim sevdiğini böylesine yüceleştirir? Kişisel aşktan ilahi aşka kim böylesine yelken açar? Varın bakın lütfen kimin yüreği Mecnun kimin yüreği Leyla?
Bir çocuk vardı hüznü sarıyordu yürek makarasına her daim.
Hüzün üstüne hüzün sarıyordu yüreğine. Kayaları tutan yosunlar gibi hüzünler sarıyordu yürek çeperini. Kireçlenen tabaklar gibi aşk kireci tutuyordu yüreğini. Ve içinde günden güne büyüyen bir sarmaşık vardı aşk adında, ele geçiriyordu çocuğu ağır ağır.
Herkes sağırdı çocuğa duyduğunun dışında, kördü herkes gördüğünün dışında ve laldı herkes konuştuğunun dışında. Çocuk kendi aşk dairesinde yanmaktaydı Kerem misali. Yana yakıla arıyordu sevgilisini her gece. Ahlar çare değildi yanan yüreğine, rahatlatmıyordu hiçbir yağmur onu. Sakinleştirmiyordu hiçbir düşünce onu. Aksine yabani bir at varmış ve hep koşuyormuş gibiydi içi. Hep koşuyordu soluksuz kalana değin. Sevmekten yorulmuştu artık.
Ferhat olmuştu, içindeki aşılmaz dağları kazmaya başlamıştı her gece. Şirin olmak ne de kolay diye geçirmişti içinden. Yürek bir büyük dağdır orada ne de sarp ne de kayalık yerler vardır. Geç de nasıl geçeceksin diye düşün babam düşün! Sevgili bir ulu dağda konaklıyor. Güzelliğin merkezinde ikamet ediyor. Yollar çetin, yollar dikenli, yollar cam kırıklarıyla dolu. Yalınayaksın bu yolda, uçurumlar var kıyıda, canavarlar var pusuda.
Bir çocuk vardı mutluluktan uzak hüzne yakın.
Aşka meyyal bir yüreği vardı.
Çöle düşmüş âşıklara benzerdi.
Nuh tufanı gibi gazabı vardı aşk üzre.
Deliler gibi sevmişliği…
Ve adamakıllı bir sevdiceği vardı.
Saf mı saftı yüreği sevgilisinden başkasına yer yoktu orada.
Gönül sarayı ona münhasırdı, başkasına kiraya verilmezdi asla!
Bir mektup geldi kızdan çocuğa bir gün. Ucu yanıktı mektubun ki gönlün yanıklığına işaretti. Çocuk mektubu görür görmez bin kez daha vuruldu kıza. Mektubun yanık olan ucunu gördüğü zaman artık aşkın en uç noktasında olduğunu anladı ve derin bir ah çekti. Demek ki kızda seviyordu ve onun uğruna yanıyordu nar nar. “Ah sevgilim” dedi usulden. “Ah bitanem” dedi tekrardan. “Sende mi o yangına düştün. Sende mi yanmaktasın ben gibi.”
Neden bu kadar uzattın sevmeyi. Araya dağları çıkardın, denizleri koydun, çölleri sakladın. Oysa sevmekti tek isteğim seni. Kayıtsız şartsız sen hükümdarlığında kul köle yaşamaktı tek başıma. Senin egemenliğin altında nefeslenmekti sadece dileğim. “Geç kaldın biraz, beni sevmeye geç kaldın.” dedi ağlayarak. Seni bana getiren günlerin kaç yüzyıla isabet ettiğini söylememe lüzum var mı? Gecelerin nasıl da üzerime geldiğini ve beni her gece boğduğunu dillendirmemin manası var mı? Hep pişmanlıklar çıkıyor yaşamda önümüze, basıp geçmek varken ayağımıza dolanıyor ve bizleri meşgul ediyor. Hep bir vakit geç kalıyoruz sevmeye… Çocuk ağladı maziyi hayal edip, sular seller gibi ağladı. Şimdi baktığı her şey aşk ateşiyle un ufak oluyordu. Dokunduğu her şey aşk illetiyle tuz buz oluyordu. Ve bu yüzden korkuyordu sevdiğini görmeye…
Bir süre sonra mektubu katladı kutsal bir metin gibi öptü ve yüreğinin üzerine koydu.
Bir sarı kâğıt çıkardı köşesini yüreğiyle yaktı ve şunu yazdı iki cümle ile sevgilisine hitaben:
“Tanıdıkça seveceksin beni, ben seni zaman kaybına uğramadan sevdim, zarardasın can.” dedi ve mektubu zarfa koydu.
Bir güvercin buldu sevgilinin yüreğine benzeyen ve mektubu güvercinin ayağına bağladı. Sevgiliye yolladı. Sevgili güvercini yakaladı ve mektubu aldı. Yürek ateşiyle ucu yanmış olan mektubu görünce ansızın; onu taşıyan güvercin yandı bitti kül oldu. Onu alan sevgili yandı bitti gül oldu. Onu kaleme alan çocuk yandı bitti kul oldu.
Aşk yanmaktır okuyucu.
Yanmazsan aşk değildir bu.