KOL NERDE, KARIN NEREDE?
Tarih dokusuyla örülmüş Kayseri’de tarihin ayrı bir boyutu olan ‘Kurşunlu Camii’, bu özelliğini Osmanlılar zamanında yapılmasından ve bir Mimar Sinan projesi olmasından alır. ’Mir’at-ı Kayseriyye’ (Kayseri Tarihi) yi okuyanlar, Kayseri camilerinin il sınırları içinde dağılmış ve ne kadar çok vakıf yeri olduğunu görürler. Bugün ortada bir şey kalmadığına göre, bu vakıfların nasıl yağmalandığını düşünüp dehşete düşmemek elde değildir. Mesela: Tomarza’nın vergilerinin Kurşunlu Camiine ait olduğunu düşünün.
1576’da yapılmış olan bu camii ‘Hacı Ahmet Paşa Camii Şerifi’ adıyla vakıflarda kayıtlıdır. Kubbesinin kurşunla kaplanmış olmasından dolayı halk arasında “Kurşunlu Camii” adıyla şöhret kazanmıştır. Camiyi yaptıran, ‘Şam Beylerbeyi’ iken emekli olduktan sonra sadarete getirilen Hacı Ahmet Paşa’dır. Hayatı II. Selim ve III. Murad zamanlarına denk gelen Paşa, bir asırlık ömrü boyunca pek çok eser yaptırmış, Kayserimize de bir cami bırakmıştır. Meşahir-i Kayseriyye’yi de (Kayseri Meşhurları) da yazan A. Nazif Efendi, Hacı Ahmet Paşa’nın hayatını yazmamıştır.
Klasik Osmanlı Mimarisinin bir örneği olan cami, Sinan‘ın eseri olduğundan “Mimar Sinan Camii” diye de anılmaktadır.
Şehrimizin Selçuklu eserleriyle dolu olması, Osmanlı eserlerinin az bulunması nedeniyle caminin yapı tarzı, eşine az rastlanır bir şekildedir. Tek kubbeli, tek minareli, son cemaat mahallinde küçük kubbeleri bulunan caminin minber, mihrap ve kürsüsü mermerdir.
1993’de Suriye’deydim. Şam’ın orta yerinde “Süleymaniye Tekkesi” yani külliyesi yer alır. “Barada Çayı” kenarında, doğu-batı yönünde uzanan külliyenin nizamiye kitabeleri sökülmüştü. Hatta foto, çektiğim fotoğrafları çıkarırken, onları “boş poz” diye çıkarmamıştı. Mermer üzerine “Tekye-i Süleymaniye” yazılmıştır.
Yavuz Sultan Selim Şam’ı aldığında (1516’da) adına yapılan Selimiye Camii, külliyenin batısında yer alır. Nasıl bir camii olduğunu tarif etmeyeceğim, çünkü gözümüzün önünde Kurşunlu Cami varken buna gerek yoktur.
Şimdilerde ülke içinde veya ülkeler arasında şehirler birbirine “kardeş” ilan ediliyor. Eğer bu, fizik/coğrafi benzerlik açısından ele alınsaydı, oturum açısından, Şam için Sivas’ı kardeş şehir, Selimiye Cami’sini de Kurşunlu ile ikiz kardeş ilan etmek mümkün olurdu. Tıpkısının aynısı ne demekse, aynen öyle. Farkı, önünde şadırvan yerinde havuz olması. Kıblesinde, bizdeki park yerinde kapalı tutulan bir bahçe içinde ülkesinden kovulan ”Osmanoğulları”ndan “Gurbet Cehennemi’nde ölenlerin mezarları var.
Bunlardan biri de, öldüğü yeri bilmediğim fakat gömüldüğü yeri ”kırkından sonra” öğrenebildiğim Sultan Vahdeddin’in mezarı. Girmenin yasak olduğu bu bahçeye, Türk olmam nedeniyle, cemaatten birinin himmetiyle girmiştim. Küçük fotoğraf makinem ile birkaç poz aldım. Demir parmaklıklar arkasından yolladığın Fatiha’yı başuçlarında okudum.
1940’lı yıllarda bizim köyde “Kuşaksız Ağa” lakâplı birinin karnı ağrır. Çırağı, iğne vurulmasını salık verir. Fakat ağanın aklına yatmaz. Ağrıya dayanamayınca kolundan iğne vururlar, ağrı kesilince hayret eder. “Allah Allah!..” der. “Kol nerde, karın nerede?!..” Kuşaksız Ağanın kafasıyla düşününce “Kayseri nerde, Şam nerde?” Aşık Garib’in ifadesiyle “Açtı m’ola Şam elinin lalesi /Soldu m’ola sürmelimin kınası” beyiti tarihte kalmıştır. Bakmayın “Nerde Şam, orda akşam” deyişimize…
Şam akşamlarının renkli ışıklarıyla Kurşunlu camiinin vitray camları arasında ilgi kurabilmek için Şam’lıların renkli cam tutkusunu yerinde görmek gerekir. “Kol nerde karın nerede?...” dememek için Şam’a gitmenin –gerçekte- İstanbul’a gitmekle aynı olduğunu bilmek gerekir. Belki de Kurşunlu Camiinin, Hacı Ahmet Paşa tarafından Şam dönüşü yaptırıldığını yeniden vurgulamak gerekir. Kuşaksız Ağa’nın mantığıyla düşününce Selimiye Suriye’de, Kurşunlu Türkiye’de, Şam nere, Kayseri nere?!.. Ama “Mü’minler birbirine karşı sevgide, merhamette, şefkatte bir vücudun organları gibidir. Organlardan biri hastalandığı zaman bütün vücut uykusuzluk ve ateşle kıvranır.”(Müslim, Ahmed b. Hanbel, Ebu Hanife-Müsned) buyuran Allah Rasûlünün aşıladığı kültürle düşününce, Müslümanların yaşadığı şehirler de bir vücudun parçaları gibi olur. İnsan şehirden, şehir insandan soyutlanamaz.
“Osmanlı” kavramında sembolleşen “ümmet” toplumu son iki asırda ırkçılığın doruğa çıkmasıyla parça parça olmuş; parçaların bütünle bağlantısı kopmuş, bizleri Kuşaksız Ağa’nın kültürüne indirgemiştir. Yeniden bir güzel rüya görmek isteyince Kurşunlu Camii çevresine gider, Şam/Selimiye Camiini seyrederim. Hacı Ahmet Paşa bu rüyayı bir asırlık ömrünün bir gecesinde, belki de birkaç saniyesinde, ama gerçekten yaşamıştı.