Süzüldü bir ay parçası gibi dalların arasından gölün yüzüne.

Gölün maviliğine ve durgunluğuna yeni bir mana kattı, farklı bir derinlik getirdi, bir sihir oldu sanki.

Göle sevinç geldi, canlılık geldi, renk geldi.

Teşhis sanatına örnek oldu göl, göllüğünden memnun oldu, sevgiliye gönül olmaktan ziyadesiyle mutlu oldu. Mağrur oldu göl, sevgiliye sahip olmaktan havalı oldu.

Göl göllükten çıktı gönüllük oldu.

Göl göllükten ziyade şenlik oldu, seyranlık oldu bayramlık oldu.

 

Aydan kopup gelen bir parçaydı, bir nur huzmesiydi, bir masal prensesiydi.

Ayşima’ydı adı.

Çehresi, yüzü ay gibi parlak, nurlu, ışıklı, kutlu, uğurlu olan anlamına gelir Ayşima.

Göle yansıyan güzelliğiyle bir masal kahramanıydı sanki.

Göle vermiş olduğu rengiyle bir abideydi sanki renk abidesi…

Göl masmavi artık.

Kirlenme denen bir şey mümkün değildi o andan sonra.

Berraktı hep, Ayşima’nın gözleri de berraktı. Gözlerini berraklığı yansıyordu göle.

Gölün etrafını en can alıcı renkleriyle çiçekler sardı kısa sürede.

Kuğular müdavimi oldular gölün.

Bülbüller hanendesi oldular göle yakın ağaçların üstünde.

İnci mercandan yapılmış sandallar gölün üzerine indirildi bir gece.

Gökyüzü daha bir parlıyordu gölün üstünde, yıldızlar gülüyordu sanki ay el sallıyordu her gece.

Tanımı mümkün olmayan yahut söze gelmeyen bir güzellik, bir tazelik, bir ferahlık ve renklilik sarmıştı gölün civarını. Göl göl olalı asırlardır görmemişti böyle bir ziyafet böyle bir nezaket ve böyle bir letafet.

Ayşima’ydı buna sebep?

Oydu yapan her şeyi. Sihirli sözleriyle en güzel melodilerle dolduruyordu gölü. Bakışlarıyla bataklığı cennete çeviriyordu. Gülüşüyle çiçeklere renk katıyordu. Dokunuşuyla sarıyı yeşil ediyordu.

Sihirliydi her şeyi.

Dokunduğu her şeyi arzu ettiği şekle sokuyordu.

Yüreği güzeldi, yüzü de güzeldi. Yüreği yüzüne yansıyordu yüzü de yüreğine.

Ve bütün güzelliği yeryüzüne yansıyordu. Göl karanlığın ortasında mavi bir ışık içinde binlerce kilometre öteden dahi fark ediliyordu. Abartmanın sınırı yok bu hikâyede.

Herkes ona koşuyordu.

Her şey ona akıyordu.

Her şey ve herkes ona bakıyordu.

Gölün üstü böyle şatafatlı cümbüşlü olur da altı nasıl olur acaba?

Gölün üstü mutlu olur da gölün altı mutlu olmaz mı?

Balıklar Ayşima’nın etrafında dört dönüyorlardı. Kırmızı, mavi, sarı, yeşil ve daha nice renkte balık. Sanki gökkuşağının altından geçmişler ve renkleri çalıp gelmişlerdi. Işıl ışıldılar. Pulları Ayşima’nın güzelliğiyle acayip bir hal alıyor birer sanat eseri misali suyun altında sergileniyorlardı. Deniz altı halkı acayip mutluydu. Acayip şendi, acayip güzeldi. Gören ağzı açık bakıyordu. Suyun altı suyun üstü gibi görünüyordu.

Bu kadar saf, bu kadar duru ve bu kadar berrak olabilmek başka iklime mahsusu değildi. Sadece bu göle ait bir durumdu.

Sadece Ayşima’dan kaynaklanıyordu.

Ayşima ay parçası, göl güzeli, gül güzeli…

Gören âşık oluyordu o an, bitap düşüyordu, harap oluyordu.

Konuşamıyorlardı bakmaktan, nefes alamıyorlardı kalp çarpıntısından.

Gören vurgun yemiş gibi oluyordu.

Ona bakan gözlerini alamıyordu ondan bir türlü, benliği kaybediyordu.

Mecnun’a dönmüştü onu gören herkes.

 

Ayşima ise hiçbirini kırmak niyetinde değildi.

Hep dostça bakıyordu onlara oysa.

Ama onlara bakışı öyle gelmiyordu.

O baktı mı yeterdi. Aşk denen illeti hemen salardı baktıklarının üstüne. Bir sarmaşık gibi baştan ayağa ele geçirirdi aşkı onları.

Bakmadı mı olmuyordu; hayat doluydu Ayşima. Bakması lazımdı. Görmesi lazımdı. Tanıması ve bilmesi lazım gelirdi.

Günler birbirini kovaladı durdu. Ayşima bulunduğu yere değer kattı. Yüzbinler onu görmeye geldi. Ayşima’ya bakan hayran oldu bakmayan pişman oldu.

Günlerden bir gün Şems geldi. Hem de ne geldi. Güneşin ta kendisiydi Şems, yakıcılığıyla meşhurdu, kalp yakıcılığıyla… Bir baktı mı kül ederdi baktığı yüreği, bir çaktı mı aşk odunu, kul ederdi göz bebeğini… Aşkın yakan yönüydü Şems. Kalbi dağlayan, gönlü harlayandı Şems!

Şems geldi.

Yüreği yangına kattı.

Damlayı sele kattı.

Tozu yele kattı.

Ayşima’ya bir baktı, bin yaktı. Güneş demektir Şems, Ayşima’nın yüreğine ok gibi saplanan demektir. Şems, ah Şems! Şems yakan demektir. Ayşima’yı küle döndüren demektir.

Şems Ayşima’da yandı sabaha kadar, Ayşima Şems’te yandı akşama kadar.

Ayşima Şems’e yandı, Şems Ayşima’ya kandı.

İki yürek birbirine aktı.

Bir yıldız nasıl akıp giderse semadan, bir gözyaşı nasıl akıp düşerse gözlerden, bir kalp nasıl âşık olursa aniden öyle kapılıp gittiler sam yelinin peşine. Gözlerden uzak oldular, âlemden öte oldular, gerçekten hayal oldular.

Hala anlatılır durur o gölün etrafında.

Bir Ayşima vardı yürek yakardı.

Bir Şems vardı can yakardı diye.

 

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

( Ayşima başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 15.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu