Çocukluğum nerde başladı. Nasıl başladı bilmiyorum. Ben nerde başladım. İlk nasıl düşünmeye, her şeyin; her şeyin dediysem çevremin farkına nasıl vardığımı bilmiyorum. Çocukluğum önümde sadece bir sis… Nasıl farkına vardım her şeyin… Aklımı kaçıracak gibi oluyorum düşündükçe. Sanki uyuduğunuzda başka bir yerde uyanmak gibi. Ne çok korkarız böyle bir şey yaşayınca. Hissediyorum, evet hissediyorum. Bir kabinin içinde yaşıyorum bütün bunları. Çok korkunç geliyor ama belki de bir tabut. Kendimi zorluyorum bu rüyadan uyanmak için ama olmuyor. Bir uyansam kendi yerimde, yurdumda. Başımda canımdan çok sevdiğim babaannem; alnıma ıslak bir bez koymuş onu alıyor. Gözlerimi kısarak bakıyorum nur gibi yüzüne. İçin için ağlıyor adımı söylüyor, ‘’yavrum, memedim benim’’ diyor. Sonra tekrar uyuyorum istemeden, bütün gücüm gidiyor. Ölü gibi uyuyorum tekrar.

Gözlerimi açıyorum tekrar yatağımda. Sabahın güneşini görüyorum evimin hasırlı, ağaçlı tavanında. Pencereden sis gibi bir ışık vurmuş yattığım odaya. Hiçbir ses duyamıyorum. Kimse yok zannediyorum, korkuyorum. Kalkıyorum panik içinde, kalp atışlarım hızlanıyor. Ağlayacak gibi oluyorum. Odadan çıkıp salona vardığımda dedemi görüyorum, divana oturmuş sigarasını içiyor. Babaannemi mutfakta görüyorum. Bana kahvaltı hazırlıyor. Her şey burada başladı işte. Abim okuldaydı galiba ve babam…

Bir arkadaşım vardı evimizin yanında. Okula daha gitmeden tanıdığım bir arkadaş. İlkokulu aynı okulda okuduk. Gerçekten başarılı bir çocuktu. İlkokuldan sonra lise sınavına girdi, kazandı ve Ankara’da yatılı bir okula yerleşti. Ama arkadaşlığımız kopmadı. Görüştük her yaz tatili geldiğinde. Artık gerçek birer dost olmuştuk lise sona kadar vardığımızda. Bana gelince ben hiçbir yere gidemedim. İlkokulu, liseyi aynı yerde okudum; aslında pek de okudum sayılmaz ya… Arkadaşım benden bir yaş küçüktü ama benim bilmediğim birçok şeyi biliyordu. Benden çok akıllıydı ve çok çalışıyordu olması gereken yere gitmek için. Ben ise günlük, işe yaramaz olaylarla günlerimi geçiriyor; bu kadar tembellikle nasıl olur da okulu ve sınavları geçtiğimin farkına bile varmadan yaşıyordum. Gerçekten bunun farkına çok sonraları vardım bunu iyi biliyorum.

Bir gece arkadaşımla çarşıya çıkmıştım. Akşam çok güzeldi. Benim kafamda türlü türlü eğlenceler… Sınavımı yine kazanamamıştım ama nedense bu çok da umurumda değildi. Ama arkadaşımın umurundaydı.

—Sana şaşırıyorum Mehmet, dedi.

Ne dediğini anlamadım. O gece her şeyi anlattı. Benim hiçbir zaman düşünmediklerimi söyledi. Önce bana hakaret ediyor zannettim. Neredeyse arkadaşlığımı bitirecektim. Ben hiçbir şeyin farkında değildim. Çalışmayan, sadece günlük eğlencelerle vaktini geçiren bir asalaktım. Bir adım ötesini bile göremeyen bir salaktım. Hayatta nasıl çalışıp, nasıl iş bulacaktım. Nasıl evlenecek, karıma ve çocuklarıma nasıl bakacaktım hiçbir fikrim yoktu.

—Bana söz ver, dedi.

Söz verdim ve verdiğim sözü iş bulmama rağmen tutamadığımı düşünüyorum. Gördüm, bana hep acı söyleyen dostlar gönderen Allah’ıma şükrettim. Bitmedi, hala acı söyleyen dostlarım var… Ve tutulmayan birçok söz…
( Acı Söyleyen Dostlar başlıklı yazı MehmetÇİFTCİ tarafından 7.08.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.