Bizim kuşaklar vaizleri dinleyerek yetiştik. Ramazan ve bayramlarda daha bir yoğunlaşan vaazlar dini öğrenmenin bir yöntemiydi. İllikten sonra bile vaaz dinlemeye giderdik. Her camide bir vaiz olurdu. Kimi beğenirsen ya da hangisi mahallende ise onu dinlerdin. Konuşma tarzını beğenmezsen, beğendiğine giderdin. “Vaiz Seçme Hakkı” vardı.
“Din, nasihattir” buyuruyor Efendimiz. Bunun somut yansıması vaaz ve vaizlerdir. Ancak kimi zaman bu değerli zamanlar katledilmektedir. Hatip olmayan, hikâyeci, alt yapısı olmadan aklına geleni konuşan vaazlardan şikâyet edilmiştir. Vaaz, hitabetin ta kendisidir; bilgili olmak da yetmez; satmasını bilmek gerekir.
70’li yıllarda Nursaçan parladı. Güzel vaaz hazırlardı. Soyadını aldığı vaiz Salih Nursaçan Hoca’dan (ö:1962), Çorakçı’dan (ö:1988) beri gelen Kayseri vaaz geleneğini özümseyerek, geliştirerek vaaz ederdi. Kendine has bir tarzı vardı. Hatta bu tarzı taklid ederek konuşan biri “Küçük Necmeddin” adını aldı. Ancak “taklidin ömrü kısa olur” ve de öyle oldu.
90’lı yıllarda müftü olunca Hunat’ın kürsüsünü “merkez” aldı. Teknolojiden yararlanarak vaazları merkeze bağladı. Müftülükten ayrılana kadar, müftü olarak konuştu. İki makamı da dolduracak kadar bilgi ve becerisi vardı. Bu arada kürsülerde yetişen vaizler 15-20 yıl yaşlandı. Yenilerin yetişmesi için de “staj alanı” kalmadı. Müftülük emrinde şu kadar vaiz de olsa, bunlar kimlerdir, halk bilmez. Cemaat zaten yıllardır konuşan adamın yüzünü görmez. Ama hitabette asıl hususlardan biri de muhatabın/cemaatin hatibi/vaizi görmesidir.
Evden camiye giderken telefonumu evde bırakırım. Bu defa kronometre ile “bir dakikada kaç kelime konuştuğunu ölçmek için” telefonumun yanımda olmasını arzu ettim. Bir cümlesini özellikle aklımda tutmak için gayret ettim. Galiba “Maddi terakki olmadan manevi teali olmaz” diyordu. Ebu Cehiller’in her dönemde olacağına dikkat çekiyordu ama öykündüğü vaazın “Büyük Şeytan’ın kucağında” olduğunu çokları biliyordu.
Vaaz bitiğinde 5 saflık mescitte 2 saf cemaat vardı. Yer almaz korkusuyla 10 dakika erken gelip mikrofonun haşırtısını dinlediğime esef ettim. Camiler boşsa, sorumluları, bizim gibi dincilerdir. Hele hele bayram namazı.
Cuma önceleri, bayram sabahları vaizler ve cemaat için değerli vakitlerdir. Bu vakitlerin iyi kullanılması gerekir. “Ve -ret-ti-li- Kur-âne- ter-tiyla”/ Kur-an’ı –ağır-ağır-oku.” buyuran âyeti bize öğreten vaizler değil mi? Musa (a.s.) peygamberin “güzel konuşamadığı için Rabb’inden Harun’u (a.s.) hatip olarak istediğini” anlatan onlar değil mi? “İşi ehline vermek gerektiği; verilmediğinde kıyameti beklemek gerektiği” hadisini söyleyen onlar değil mi?
Herkese ders verenler bundan ders alıyorlar mı acaba? Ya da “Aslan payı, aslanındır” mı diyorlar? Galiba ikincisi.