23.. HARMAN  KALDIRMA

 

Temmuz  ve  Ağustos  ayları  da,  kadın  ve  kızlar  için,  güneş  altında  kavrulma  mevsimiydi.  Birkaç  erkek  ve  çocuk  müstesna,  bütün  işler  Onlara  bakıyordu.  Zaten  bu  mevsimde,  herkes,  işinde  gücünde  olur,  köy  odasının   önü ,  sanki  terk  edilmiş  gibi  bomboş  kalırdı.

Artık  ekinler  sararmış,  başaklar  olgunluğa  erişmiştir.  Bu  sefer,  her  şeye  rağmen, ekinleri  biçmeye  başlayan  kadın  ve  kızların  ağızlarında  çığrılan  türküler ,  ellerde  oraklar  konuşurdu.  Kızgın  güneş  altında,  ancak  öğleyin,   bir,  iki  lokma  yemek  için, çalışmaya  ara  verilirdi. Bir  gölge  bile  bulmak  zordu ;  her  nedense,  tarlalarda  nadiren  ağaç  bulunurdu.  Bunlar  da  armut,  üvez,  meşe  ağacı  ve  onun  üzerine  sarılan  üzüm  asmasıydı.  Ekinler  biçilir,  demet  yapılır,   demetler  de  üst,  üste  ve  başakları    tarafa  gelecek  şekilde  yığılır,  tınaz  yapılırdı.  Böylelikle,  yalnız  sapları  dışarıda  kalan   başaklar,  hayvanlara   ve  bazı  tabiat  hadiselerine  karşı  korunmuş  olurdu.  Bu  sefer  de,  köydeki  harmanlara  taşıma  çilesi  başlardı.  Bu  da  genellikle  eşekle  veya  kadın  ve  kızların  sırtında  yapılırdı.  Yollar  müsait  olmadığından  ne  kağnı  vardı,  taşımak  için  ne  de  başka  bir  şey.

Herkesin  harman  yeri  yoktu;  olanlarla  anlaşmalı  kullanılırdı.  Tarlası,  dolayısıyla  ekini  olanın,  bazen,    düven  sürecek,  öküzü,  eşeği  olmayabiliyordu.  Bunun  da  çaresi  köylünün  anlayışı  ve  yardımlaşmasıydı.  Bu  işler,  kara  sabanla  tarla  sürmekten,  ekin  ekmekten  daha  da  zordu.

Benim  gibi  çocukların  yapacağı  iş,  düven  sürmekti.  Bu  görev,  serinlikte  zevkli,  güneş  tepemizi  yakmaya  başladığı  zamansa   çok,  çok  zordu.  Hele  bir  de ,  düvene  koşulan  öküzler  huysuzluk  yaparsa,  daha  da  zorlaşırdı.  Bazen,  öküzler,  çocuk  ve  güçsüz  olduğumuzu  anlamış  gibi,  düveni  de  bizi  de  sürükleyerek,  harmanın  dışına  doğru  başını  alıp  giderdi.  O  zaman  bir  büyüğün  müdahalesi  gerekiyordu.

Düven  işi  bitince,  sıra,  harmanı  savurmaya  gelirdi.  Tane  ve  samanı  birbirinden  ayırmak  ancak  bu  suretle  mümkündü.  Ancak  bu    rüzgara   bağlıydı. Eğer  kafi  şiddette  rüzgar  yoksa,  beklemek  icap  ediyor  ve  tanrıya  dua  etmekten  başka  çare  bulunmuyordu.  Neyse  ki  bizim  köyün (Yelli)  adından  da  anlaşılacağı  gibi,   rüzgar  yönünden,  diğer  komşu  köylere  nazaran   şanlıydı.

24. BULGUR  VE  TARHANA

 

Harmanlar  kalktıktan  sonra,  sıra   un  öğütmek  için,  komşu  ve  uzak  köylerin  değirmenlerine  gitmeye,    bilahare  de  BULGUR  ve  TARHANA  yapmaya  gelirdi

Kış  hazırlıkları  içinde,  en  hayatî   yiyecek  maddesi ,  buğday  ve  dolayısıyla  undu. Kışlık  ihtiyacı  karşılayacak  miktarda,  buğday  ve  una  sahip  olanlar,  bunları,  ambar  denilen (- ki  sandık  biçiminde  fakat  çok  daha  büyük  olan  saklama  kabıdır.-)  yere  depoladıktan  sonra  dır  ki  ancak  rahat  ederlerdi. Sıra  artık,  günlük  veya  haftalık  ekmek  pişirme  işine  kalırdı  ki,  bu  da  zahmetli  bir  işti.  Ekmek,  bütün  gıdaların  başı  ve  kutsaldı. Onu  elde  edinceye  kadar  ne  safhalardan  geçilerek ne  kadar  zorluk  ve    zaman  harcanıyordu!   İşte  bütün  bu  zorluklar  nazarı  itibara  alınarak,  ekmek  kutsal  kabul  edilmişti. Kazara,  yere  düşse,   yerden  derhal  alınır,  üç  defa  öpülerek  başa  konurdu.

Ekmekten  sonra,  ihtiyaç  ve  önemine  göre,  ikinci  sırada  tarhana,  üçüncü  sırada  da  bulgur  gelirdi.

Tarhana  yapımı, oldukça  emek  isteyen  bir  işti.  Önce,  istenilen  miktarda  un,  yoğurt,  yumurta,  kuru  nane,  maya    ve  arzuya  göre  et  suyu  gerekiyordu.  Ayrıca,  tahtadan  yapılmış  büyük  bir  tekneye  gereksinim  vardı.  Bir  de  tabii,  güçlü,  kuvvetli  bir  kadın  veya  kıza.  Bu  koca  teknede,  bu  karışımı  hamur  haline,  hem  de  özlü  bir  hamur  haline  getirmek,  oldukça,  güç,  kuvvet  ve  hüner  isteyen  bir  işti.  Hamur  yoğrulduktan  sonra,  iki  gün   mayalanmaya  bırakılıyordu.  Bilahare,  hamur ,  küçük,  küçük  parçalara  ayrılarak,  düzgün  bir  yere,  temiz  bezlerin  veya  çarşafların  üzerine  yayılarak,  güneş  altında  kuruyuncaya  kadar ,  zaman,  zaman  karıştırılmak  suretiyle   bırakılıyordu.  Parçalar,  kurudukça,  ufalanacak,  tarhana  oluşuncaya  kadar  bu  işlem  devam  edecek  ,  en  sonra  da  elekten  geçirilecekti .  Bu  işlemden  sonra,  tarhana,  kış  günleri  için   ve  kolay,  kolay  bozulmayacağı  için  de  bütün  mevsimler  için,  köylünün  en  değerli  besin  maddesi  olacaktı.

 Bulgur  yapımı  da,  kolay  bir    değildi.  Önce,  buğdayın  cinsi  önemliydi.  Sert  buğdaydan  daha  iyi  bulgur  elde  ediliyordu.  Sonra,  buğdayın,  taştan,  topraktan  arındırılması  gerekiyordu.   Büyük  ,  bakır  sinilerde,  buğday  teker,  teker  gözden  geçirilir,  taşlardan,  çerden,  çöpten  ayıklanırdı. Ne  de  olsa,  harmanda,  taş  ve  toprağın  karışması  normaldi.  Bilahare,  istenilen  miktarda  buğday,  büyük  kazanlarla  kaynatılıyordu.  Maksat,  buğdayın  kabuklarının  kolay  çıkmasını  sağlamaktı,    haşlanan   buğday,  biraz  kurutulduktan  sonra,  taş  dibekler,  tahta  tokmaklarla  dövülerek,  kabuklarının  çıkması  sağlanacaktı, ;  Bilahare,  elemek,  veya  rüzgarda  savurmak  suretiyle,  kabuklarından  tamamen  ayrılması  gerekiyordu.  .  İş  bununla  da  bitmiyordu.  Bu  defa,  50-60cm.  çapında,  biri  sabit  diğeri  hareketli  özel  yassı  iki  taştan  yapılmış  değirmende  çekilecekti.  Bunu  da  gerekli  görülürse,  elekten  geçirilmek  suretiyle,  ince  ve  iri  taneli  bulgur  olarak  ayırmak  mümkündü.  Böylece,  dayanıklı,  her  mevsim ,  köylünün  yiyebileceği  değerli  bir  gıda  elde  edilmiş  oluyordu.  Ama  bunlar,  daha  ziyade  kadın  ve  kızların,  güç  ,  gayret ,  zahmete  katlanarak ve  zaman  harcayarak  eldi  ettiği  değerlerdi

 

 

                                       

25 .ADETLER       ANANELER

 

Köyümüzün,  devamlı  uygulanan  ananeleri  vardı.  Bunlardan  biri  bayramlaşma  idi.  Bayram  namazı  kılındıktan  sonra,  camiden ,  diğer  günlerin  aksine,  ilk  çıkan  ihtiyarlar  olurdu. Köyün  en  yaşlısı , meydana  gelir  dizilir,  diğerleri  aşağı  yukarı  yaş  sırasına  göre  Onu  takip  eder  ve  el  öperek  yanında  sıraya  girerdi.  Böylece    herkes  yaşlılara  hürmet  göstermiş  ve  bayramlaşmış  olurdu.  Bayramlaşma  bittikten  sonra,  toplu  halde  kabristan  ziyaret  edilirdi.  Herkes  kendi  yakınının  kabri  başında  kuran  okur,  dualar  yapar,  kurban  bayramı  ise,   evine  giderek,  bir  an  önce ,  kurban  kesme  veya  kestirme  işine  devam  ederdi.

Bilahare,  her  evde ,  bilhassa ,  hali  vakti  yerinde  olan  evlerde,  bir  telaştır  başlardı.  Telaşın  sebebi,  öğle  yemeği  hazırlıklarıydı.  Her  evde,  ekonomik  durumuna  göre,  bir  yemek  tepsisi  ( Sinisi )  hazırlanırdı.  Yemekler  sahanlara  doldurularak,  tepsilerle,  önceden  hazırlanıp ,  tanzim  edilmiş,  bir  harman  yerine  taşınırdı.  Köydeki,  çocuklar  dahil,  bütün  erkekler  burada  toplanırlardı.   Yemek  sinilerinin,  üçü-  dördü  bir  arada  olmak  üzere , yerlere  konur,  köylüler  tepsilerin  etrafına  diz  çökerek gruplar  halinde   otururlar  güle,  eğlene,  muhabbetle  hep  bir  arada  yemek  yeme  zevkine  ererlerdi.   Böylelikle,  ebemle  yaşadığım  yıllarda  olduğu  gibi,  fakirlerin,  belki  de  senede  ilk  defa  doğru  dürüst  karnı  doyardı.

 26. DÜĞÜNLER

 

Düğünler,  genellikle  ,  bayramlara  denk  getirilirdi.  Böylelikle,  şehirlere  yerleşenler  de   gelip  düğünlere  iştirak  edebilirlerdi.  İki-  üç  düğün  bir  arada  yapılırdı;  durumu  iyi  olanlar  komşu  köylerden  de  misafirler  çağırırlardı.

Önce ,  çeyizler  harmanlarda  iplere  serilmek  suretiyle  sergilenirdi.  Kına  gecesi  yapılır,  gelin  dahil,  bütün  kadın  ve  kızlar  ellerine,  hatta ,  ayak  parmaklarına  kına  yakarlardı  Kına  gecesinde ,  kadınlar ,  kendi  aralarında,  kız  evinde  toplanırlar,  hem  türkü  çığırırlar, hem  de  oyun  oynarlardı.  Hanife  ablam   her  düğünde  ,  def  çalardı;  öyle  güzel  ve  oynak  def  çalardı  ki ,  isteksizler  bile,    yenim  dar,  yerim  dar “ demez,   ortaya  çıkarlardı.  İçlerinde,  ellerinde  kaşık,  tempo  tutarak,  oynayan  becerikliler  de  olurdu.  Ben  ve  benim  gibi küçükler,  kiler(ambar)   denen  yüksek  yerlere  kurulur,    bu  sahneleri,  zevkle  seyrederdik .

Bazı   gecelerde  ki,  düğün,  birkaç  gün  sürebilirdi,  köyün  delikanlıları  harman  yerinde  ateş  yakar,  etrafında  ,  sinsin  oyunu  oynarlar,  biz  onları  da  seyrederdik.  Düğün  sahibinin,  maddî  durumuna  göre,  köye  köçekler  getirilirdi.  Köçekler ,  taa..,  Çorum’dan  gelirlerdi.  Bunlar  erkek  olup,  özel  kıyafetleri  içinde,  kadın  gibi,  belki  de  daha  güzel,   davul  zurna  eşliğinde,  oynarlardı.  İzleyenler  de  onları  büyük  bir  zevkle  seyrederlerdi.

Sonunda,  gelini,  kırmızı  duvağı   ile , üzerine  darı  serpilerek,  güvey  evine,  büyük  bir  tantana   ile  görürlerdi.  Güvey  de ,  berber  İbrahim  tarafından  tıraş  edilir,  gerdeğe  girerken,   akranları  tarafından,  yumruk  yağmuruna  tutulurlardı...

 

 27. ÇOCUKLUK  EĞLENCELERİ

 

Kış  günleri,  bilhassa  ebemle  yaşarken,  bazen  kar  topu  oynardık.  Karlar  üstünde,  yalın  ayak,  bu  zevki  nasıl  olurda  tadardık,  anlamak  mümkün  değildi. Savaş  alanı   olarak,  sokaktan  ziyade,  düz  damları  seçerdik.  Damın  bacaları  da  kar  topundan,  sığınacak  siperlerimiz  olurdu.

Yaz  geceleri  de,  bazen  saklambaç  oynardık. O   karanlık  gecelerde, birbirimizi  nasıl  tanırdık,  akıl  sır  almazdı.  Gözlerimiz,  sanki,  kedi  gözüydü.

Bazen  de,  işimiz  olmadığı  ikindi  üstlerinde,  harmanlara  giderek,  takımlar  halinde  DİRİ-  DİRİ (çelik-  çomak)  dediğimiz  köy  çocuklarına  özel  bir  oyun  oynardık.

Dönme  dolap, ve  tahterevalli  en  sevdiğimiz  eğlenceydi.  Dönme  dolap  köye  özel  bir  şeydi.  Bunların  yapımını,  büyükler  üslenirdi.  İki  tane  ,  özenle  hazırlanmış  ağaçtan  ibaretti.  Kalınlıkları  25-30  cm.  çapında olmalıydı;  birisinin,  bir  ucu  toprağa  gömülecek.  Etrafı  taşlarla  pekiştirilecekti.  Bunun  diğer  ucu  ,  öbür  ağacın  tam  ortasında  açılacak  deliğe  girecek  şekilde  sivriltilecekti.  Öbür  ağaç  ta  3-4  metre  boyunda  olacak,  tam  ortasında  bir  çukur  oyulacak,  iki  ucu  da  bizlerin  oturmasına  uygun  hale  getirilecekti.  Dikine olan  ağacın  sivri  ucuna ,  öbür  ağacın  çukur  yeri   gelince ,  yere  paralel  olanın  iki  ucuna  ,  iki  çocuk  veya  büyük  binebilir ,  birisi  tarafından  hızla  çevrilince,  gıcırtılı  sesler  çıkaran  bir  dönme  dolap  olurdu.

İlk  baharda ,  bir  de  ateş  üzerinden  atlama  şenliğimiz  vardı.  Bu  işi,  köyün  dışında,  harmanlarda  yapardık.  Oğlanlarla  beraber,  kızlar  da  ateş  üstünden  atlarlardı.  Alev  ne  kadar  yüksek  olursa,  heyecan  da  o  kadar  fazla  olurdu.  Ama, bir  seferinde,  Ayşe’nin  etekleri  tutuşuvermişti.  Feryat,  figan  ederken,  büyükler  yetişmiş,  Ayşe’yi   yanmaktan  kurtarmışlardı.  Biz  de  çok  korkmuştuk.  Bilahare,  bu  kaza  yüzünden   bu  adet  yasaklanmış,  dolayısıyla  bu  zevkten  mahrum  kalmıştık.   Ama  büyükler,  düğünlerde  ateş  üzerinden  atlamaya  devam  edeceklerdi.

( Zorlu Dönemeçler-1-b1- -23-28 başlıklı yazı coni tarafından 21.01.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.